İSTANBUL - 18 Mart 1915’te Boğaz’ı donanmalarıyla geçmek isteyen İtilaf Devletlerinin planları, 25 Nisan 1915’te sonuçsuz kaldı. İtilaf Devletlerinin başlattığı kara harekâtını 104’üncü yıldönümünde yorumlayan İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Strateji Uzmanı Emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu, “Çanakkale Muharebeleri, Birinci Dünya Savaşı’nın ve savaş sonrası dönemin gelişmelerine damga vuran, savaş tarihinin kaydettiği önemli bir cephedir” dedi. “Her iki tarafın verdiği ağır insan kaybı açısından üzerinde durulması gereken dikkat çekici bir örnektir. İngiltere ve Fransa, büyük bir donanmayı ve yaklaşık 500 bin askeri Gelibolu Yarımadası’nda tutmak zorunda kaldı” diyen Dr. Babüroğlu, “İtilaf devletleri 8 buçuk ay süren zorlu mücadeleyi kaybederek büyük bir yenilgiyle geri çekildi. Türk savunması İtilaf kuvvetlerini yerle bir etti” ifadelerini kullandı.

“ÇANAKKALE KAHRAMANLIK DESTANIDIR”

Karada 260 gün, toplamda ise 287 gün devam eden Çanakkale Muharebelerinden bahseden Dr. Babüroğlu kazanılan zaferle ilgili olarak “Çanakkale, Almanların hatalı savunma planına rağmen, Türk askerinin kanıyla kazandığı ve harp tarihinde eşine az rastlanır bir kahramanlık destanıdır. Çanakkale Cephesi’nde itilaf kuvvetlerinin zayiatı 252 bine yaklaşmıştı. Türklerin kaybı da oldukça fazlaydı. 101 bin 279 askerimiz şehit oldu. 102 bin 603 askerimiz yaralıydı, 10 bin askerimiz de esir alındı. Toplam zayiat sayısı, 213 bin 882 oldu. İngiltere ve Fransa, Çanakkale’de beklemedikleri bir savunmayla karşılaştı. 17 Mayıs 1915’te, İngiltere’de hükümet düştü ve Churchill’in görevine son verildi” dedi.

“TÜRKLERE ZULMELTTİLER”

Çanakkale’nin acı gerçeklerinden bahseden Dr. Babüroğlu, konuşmasını şöyle noktaladı:

“Türk heyeti, 24 Mayıs saat 7.30’da İngiliz heyetiyle buluştu. Beş gün önceki muharebeden geri kalan binlerce şehit ve ölü vardı. Henüz can vermemiş iki Türk yaralı buldular. İngiliz İstihbarat Subayı Aubrey Herbert’ten bu ateşkesi şöyle anlatmış: ‘Bu sessiz kalabalıkta feryat eden sağ kalmış iki yaralı vardı. Türkler bu feryatlardan ıstırap duyuyorlardı. İngiliz heyet başkanı, birinci yaralıya su götürmeleri için izin verdi. İkinci yaralının yanına yürüdüm. Etrafında bir tümsek oluşturan ölülerin ortasında çukurda yatıyordu. Mataramdan bir yudum su verdim. Türkler hücumlarının şiddeti ve iki elleriyle süngülerini sıkıca kavramış halde olmaları yüzünden başları önlerine kıvrılmış. Öyle ki, sanki Tanrı onların yüzlerine hayat bahşetmiş.’

Avustralyalı Savaş Muhabiri Charles Bean ise, 8 Ağustos Pazar günü anı defterine İngilizlerin Türk esirlerini diri diri yakışını şöyle anlattı: ‘8 Ağustos Pazar. Bu topraklara ayak basalı 15 hafta oldu. Bu gün hayatımda gördüğüm en alçakça davranışlardan birine tanık oldum. Sığınağın hemen karşısında, 100 Türk ile iki Alman esirinin barındırıldığı tutuk evinin çevresine benzin döküp tutuşturuldu. Türklere çok yakın gelen dev alevler karşısında zavallı esirler tutuk evinin en uç köşesine üşüştüler. Ama acı akıbetten kurtulamadılar. Bu görüntüyü seyredip gülüşenler arasında İngilizler de Avustralyalılar da vardı. Bu işi yapanın ağzını burnunu dağıtacak onurlu bir kişi mi yok mu acaba? Aynı iş dün de yapılmıştı çünkü. Oysa bildiğimiz kadarıyla Türkler, esir düşen subay ve erlerimize olağanüstü iyi davranıyorlardı’.”