İSTANBUL

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda düzenlenen 38. Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu Kongresi'nde yaptığı konuşmada, Türkiye'nin uzun yıllar insan hakları örgütlerinin eleştirilerine maruz kaldığını anımsatarak, en gelişmiş demokratik ülkelerde de eleştirilecek hususlar olduğunu söyledi.

Türkiye'nin bu konuda noksanlıkları olduğunu anlatan Gül, FIDH'in kongresini Türkiye'de düzenlemesini ve toplantıyaCumhurbaşkanı olarak hitap etmesini sağlayan unsurun, Türkiye'de son 10 yılda insan hakları alanında yaşanan büyük zihniyet değişikliğinden kaynaklandığını kaydetti.

Türkiye'nin kendi değerleriyle gurur duyan, aynı zamanda demokrasi, insan hakları ve çoğulculuk gibi evrensel değerleri benimseyen ve hayata geçiren Müslüman bir ülke olduğunu vurgulayan Gül, bu nedenle bu tür konuların tartışılması için önemli bir yer olduğunu anlattı.

"Türkiye, son 10 yılda demokratik standartlarını yükseltti"

Türkiye'nin güçlü bir devlet geleneğine ve nispeten uzun sayılabilecek demokratik deneyimlere sahip olduğunu aktaran Gül, insan hakları ve temel özgürlükler bakımından önceki yıllarda pek çok eksikliklerin varlığına dikkati çekti. Gül, 1991-2001 arasında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin Türk üyelerinden biri olduğunu ve Türkiye'nin o dönemde nasıl tenkit edildiğini bildiğini ifade ederek, şunları aktardı:

"Siyasete ilk girdiğim o dönemde kesin kanaat getirdim ki, insan hakları, bir ülkenin, milletin 'onur meselesi'dir. Vicdan sahibi hiçbir siyasetçi ve devlet adamı, ülkesinde yaygın insan hakları ihlalleri yaşanırken, gerek yurt içinde, gerek yurt dışında başı dik gezemez. Bu tecrübeler ve kanaatim ışığında kuruluşuna öncülük ettiğim siyasi hareketi oluştururken, insan hakları, demokrasi ve diğer evrensel haklar bakımından en çağdaş ve en yüksek standartları kendimize düstur ve hedef edindik. 2002 yılında seçimleri kazanıp başbakan olduğumda hazırladığımız hükümet programı, Türkiye'yi köklü demokratik reformlarla, bahsettiğim standartlara ulaştırmak için kararlı ve etkili adımları içeriyordu. Memnuniyetle ifade edebilirim ki söz konusu temel vizyon çerçevesinde son 10 yılda Türkiye, demokratik standartların yükseltilmesi konusunda çok büyük mesafe katetmiştir. Bu süreçte pek çok tabuyu arkamızda bıraktık."

Mezhep çekişmeleriyle kendi potansiyelimizi heba etmeye kimsenin hakkı yoktur

Cumhurbaşkanı Gül, Tunus, Mısır ve Libya'da devam eden dönüşümün, yaşanan ve yaşanacak tüm sıkıntılara rağmen tarihi nitelikte olduğuna vurgu yaparak, demokrasinin uzun ve meşakkatli bir yol olduğunun en fazla insan hakları savunucularının malumu olduğunu söyledi.

Gül, insanlığın 20. yüzyılda yaşanan büyük acılar neticesinde geliştirdiği, tüm insan hakları normlarının yerle bir edildiği bir dramla karşı karşıya olunduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu yüzyılda hala soğuk savaş mantalitesiyle, 'proxy' ve 'yıpratma' savaşlarının acımasızca yürütüldüğüne tanık oluyoruz Suriye'de. Daha da vahimi, bu iç savaş tüm bölgeye sirayet edebilecek mezhep temelli çatışmaları tetikleyebilecek bir hale gelmektedir. Bu kürsüden, tüm İslam ülkelerine ve toplumlarına sesleniyorum; mezhep çekişmeleriyle, kendi potansiyelimizi, enerjimizi, maddi ve beşeri kaynaklarımızı heba etmeye kimsenin hakkı yoktur. Mevcut aşamada yapılması gereken, ülkedeki çatışma ortamının süratle sonlandırılması ve tüm Suriye halkını kucaklayacak siyasi geçiş sürecinin önünün ivedilikle açılmasıdır."

Gül, yaşanmakta olan bunca acılara rağmen Arap uyanışının, daha özgür, barışçıl ve müreffeh bir dünyaya ulaşma umudunu artırdığını söyledi.

Barışın olmadığı bir coğrafyada demokrasinin kök salmasının da beklenemeyeceğine vurgu yapan Gül, şunları kaydetti:
"Bu nedenle, 65 yıldır hepimizin vicdanını yaralayan Filistin meselesi başta olmak üzere, Arap-İsrail ihtilafının tüm kanallarında kalıcı ve adil bir barışın sağlanması elzemdir. Bu noktada en büyük sorumluluk, işgal, abluka ve yeni yerleşimlerle Filistin halkının en temel haklarını ihlal eden İsrail'e düşmektedir. Artık bölgede büyük bir demografi, demokrasiyle buluşmaktadır. Halkına hesap vermek durumunda olan demokratik yönetimler; dış politikalarını da halkın hissiyatına göre tanzim etmek zorundadırlar. İsrail, bahsettiğim yeni siyasi iklimin yarattığı öfke denizi içinde, kendisinin adeta bir Apartheid Adası haline dönüşmesine fırsat vermemelidir. Böyle bir sürecin nihai tahlilde, sadece bölgeyi istikrarsızlaştırmakla kalmayıp, İsrail'in güvenliğine de zarar verdiği ortadadır."