TBMM

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, HDP heyeti ile yaptığı görüşmede sürecin genel değerlendirmesinin yapıldığını belirterek, "İmralı taslağını değerlendirmedik, genel af, özerklik gibi konular gündeme gelmedi" dedi.

TBMM Genel Kurulu'nda, RTÜK, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Hazine Müsteşarlığı, BDDK, SPK, AFAD Başkanlığı, TİKA, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu'nun 2015 yılı bütçeleri kabul edildi. 

Bütçeler üzerinde milletvekillerinin sorularını yanıtlayan Yalçın Akdoğan, RTÜK'ün CHP'li üyelerinin üyeliklerinin düşürmek gibi bir niyetlerinin olmadığını belirterek, "Hiç kimse de kanundan azade değil. Bir partinin kontenjanından seçilerek gelmiş olmak, insanları kanunlardan azade kılmaz, siyasi davranmasını da gerektirmez. Bu kurallar herkes için geçerlidir, herkesin bu kurallara uyması gerekir. Kimse CHP kontenjanına göz dikmiş değil, onları itibarsızlaştırmak gibi bir çaba kesinlikle sözkonusu değil, buna izin vermem" diye konuştu.

Akdoğan, basın kartlarını veren komisyonda kamudan bir iki kişi olduğunu, bu komisyona devlet müdahalesinin sözkonusu olmadığını ifade etti.

Müzakere sürecinden bahsedildiğini anımsatan Akdoğan, şöyle konuştu:

"Biz bu süreçte terminolojiye dikkat ediyoruz. Birtakım görüşmeler yapıldığı baki. Biz buna barış süreci değil, çözüm süreci diyoruz, ateşkes yerine eylemsizlik diyoruz" dedi. HDP heyeti ile yaptığı görüşmede sürecin genel değerlendirmesinin yapıldığını ifade eden Akdoğan, "İmralı taslağını değerlendirmedik, veya genel af, özerklik gibi konular gündeme gelmedi, bunları konuşmadık. Bu süreç toplumsal kabulle, güvenle, destek ve rızayla devam eden bir süreç. Biz de topluma rağmen bir adım atmak durumunda değiliz. Ama onbinlerce insanın hayatına mal olmuş bir meseleyi çözmek için iyi niyetle bir çaba içerisindeyiz."  

Medya efendilik taslayamaz

Başbakan Yardımcısı Akdoğan, "Medya; yasamanın, yargının veya yürütmenin yerini alamaz, bu kurumlara efendilik taslayamaz. Herkes kendi asli mecrasında demokratik rolünü oynamak durumundadır. Biz manşetlerle çarpışa çarpışa iktidar olduk, ne basının tezviratlarından korkarız, ne de basının yalan haberlerine aldırış ederiz" dedi.

Bütçenin 2002 yılı sonundan itibaren istikrarlı bir şekilde büyüyen Türkiye'nin daha da büyümesine ve daha da kalkınmasına, daha müreffeh bir ülke haline gelmesine vesile olacağına işaret eden Akdoğan, bütün milletvekillerine görüş, öneri ve eleştirileri nedeniyle teşekkür etti.

Akdoğan, her türlü eleştirinin aynı zamanda bir tür katkı olduğunu, muhalefetten istifade etmenin iktidar için bir eksiklik değil kazanım olduğunu söyledi. "Ülkemize hizmet etmek de sadece iktidar olmakla değil, aynı zamanda yapıcı muhalefet yapmakla da mümkündür" diyen Akdoğan, bu yüzden burada belirtilen her görüşü ülkeye hizmetin bir tezahürü olarak değerlendirdiğini kaydetti.

Konuşmacıların genel olarak basın özgürlüğünden bahsettiğine işaret eden Akdoğan, şöyle konuştu:

"Aslına bakarsanız siyaset-medya, iktidar-medya, sermaye-medya ilişkileri bütün dünyada sorunlu bir alandır. Bizlerin bu ilişkiyi sağlıklı bir şekilde tesis etmemiz, demokrasinin güç kazanması için büyük bir gerekliliktir. Yalnız bunun için sadece siyaset üzerine spotları çevirmek, sadece iktidara ayna tutmak yetmez. Aynı zamanda medyayı da masaya yatırmak, basının durumunu da analiz etmek, muhalefet-medya ilişkisini de irdelemek gerekir. Medya-iktidar ilişkisinden bahsediyorsak, bir medya analizi de yapmanın gerektiğine inandığımdan, biraz medya eleştirisi de yapmak istiyorum. Medya aracının kendisi, demokrasinin parçası değildir; basın ve medyanın yüklendiği misyon, oynadığı rol, taşıdığı anlam ve muhteva demokrasiyle ilgilidir. Demokratik olmayan ülkelerde de medya bulunuyor. Darbe döneminde de bizatihi medya, anti demokratik bir rol oynayabiliyor.

Teknolojik gelişmeler medya alanında baş döndürücü bir değişim ortaya koydu. Peki zihniyet ve anlayış ilerledi mi, ne kadar değişti? Eskiden siyaset, soğuk savaşın parametreleriyle yapılıyordu. Silahların, ideolojik kutuplaşmaların, vesayetçi anlayışların gölgesinde yapılan siyaset, büyük güven kaybetmişti ve ayakları üzerinde doğrulamıyordu. Siyaset kurumu son dönemde önemli mesafeler kat etti. Ancak medya aynı parametrelerle hareket etmeyi sürdürüyor. Silahların gölgesinde manşet atan, darbelere ve vesayetçi anlayışlara alkış tutan, 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat rejimlerinin bülteni gibi kendisini konumlandıran medya 27 Nisan’da da 17 Aralık’ta da bu görünümden kurtulamadı. Topyekun savaş manşetleri atan, seçilmiş iktidarlara karşı seferberlik ilan eden, hükümet kurup hükümet yıkmayı asli fonksiyonu gören medya anlayışı, demokrasinin altını oyarken demokrasi nutukları atmaktan da geri durmadı. Postmodern darbelerde basının oynadığı rolü, bizzat o rolü oynayanlar yazdıkları kitaplarda itiraf ettiler ve özür dilediler. Yayıncılıkla siyaset mühendisliğini birbirine karıştıran anlayış ülkenin kaderine yön vereceği yanılgısına kapıldı. Medya çalışanlarına karşı düzenlenen andıçlar, yalan haberler, itibar suikastleri basının gözetiminde, bazen de suç ortaklığında gerçekleşti. 'Tehlikenin farkında mısınız' manşetleri, 'Genç subaylar rahatsız’ manşetleri', '411 el kaosa kalktı' manşetleri, 'Muhtar bile olamaz' manşetleri. Tüm bunlar basın tarihine kara bir leke olarak geçti."

"Basın özgürlüğü ancak basın ahlakıyla birlikte anlam taşır"

Başbakan Yardımcısı Akdoğan, basın özgürlüğünün ancak basın ahlakıyla birlikte anlam taşıdığını vurguladı.

Basın ahlakının hiçe sayıldığı bir ortamda basın özgürlüğünün gelişmeyeceğine işaret eden Akdoğan, CHP İstanbul Milletvekili Oktay Ekşi'nin uzun süre başkanlığını yaptığı Basın Konseyi'nin, Basın Konseyi Basın Meslek İlkelerini okudu.

Bu ilkelerin, "Kamusal bir görev olan gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edilemez. Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez. Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz. Soruşturulması gazetecilik olanakları içinde bulunan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğuna emin olmaksızın yayınlanamaz. Saklı kalması kaydıyla verilen bilgiler, kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe yayınlanamaz. Suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenmedikçe hiç kimse suçlu ilan edilemez. Yasaların suç saydığı eylemler, gerçek olduğuna inandırıcı makul nedenler bulunmadıkça kimseye atfedilemez. Gazeteci görevini, taşıdığı sıfatın saygınlığına gölge düşürebilecek yöntem ve tutumlarla yapmaktan sakınır" olduğunu anımsatan Akdoğan, "Acaba bu düsturlara ne kadar riayet ediliyor? Basında itibar cellatlığı, yargısız infazlar, kişilik suikastleri sıradan bir hal almadı mı acaba?" diye sordu.

"Yıllardır köşeleri tutmuşlar beyefendiler, çok büyük maaşlara çalışıyorlar"

Yalçın Akdoğan, kişisel hak ve özgürlükleri, kişisel onur ve itibar ile toplumsal fayda ve ulusal menfaatleri korumanın, basının ahlaki yükümlülüğü olduğunu belirtti. Akdoğan, şunları kaydetti:

"Eğer siz bunları hergün ayaklar altına alıyorsanız; özgürlükten kastınız daha fazla küfür edebilmek, daha fazla yargısız infaz yapmak, daha fazla kişilik suikasti yapmaksa, bu basın özgürlüğü değildir. Basın özgürlüğünde kaçıncı sırada olduğuna anlam kazandırmak için, basın ahlakında kaçıncı sırada olduğuna da bakmak gerekir. Bu ikisi birlikte yürümek durumundadır. Eğer medya; psikolojik harekatların, algı operasyonlarının, siyaset mühendisliğinin parçası haline gelirse orada demokrasinin asli unsuru olan bir basından söz edilemez. Medya; yasamanın, yargının veya yürütmenin yerini alamaz, bu kurumlara efendilik taslayamaz. Herkes kendi asli mecrasında demokratik rolünü oynamak durumundadır. Çok açık söylüyorum: Biz manşetlerle çarpışa çarpışa iktidar olduk, ne basının tezviratlarından korkarız, ne de basının yalan haberlerine aldırış ederiz. Kimseyi susturmak gibi bir derdimiz de yok. Bugün açın bakın, yandaş denilen gazetelerin sayısı kaç tane, her gün Hükümeti yerden yere vuran gazeteler kaç tane? 

Onbinlerce lira maaş alan medya baronları için yatıp kalkıp gündem yapanlar, acaba niçin bin lira maaşla kayıtdışı çalıştırılıp kapıya konulan basın emekçilerinin meselelerini hiç gündeme taşımazlar? Yıllardır köşeleri tutmuşlar beyefendiler, çok büyük maaşlara çalışıyorlar. Basında bugün çok ciddi problemler var. Kayıtdışı çalıştırılanlar, 500 liraya, bin liraya, iki bin liraya çalıştırılanlar, maaşları verilmeyen, kapıya konulan, sendikasız çalıştırılan insanlar..."

"Patronlarının menfaatlerine karşı tek bir kalem oynatamayanlar..."

Genel Kurul Salonu'nda kendisini çeken foto muhabirlerini gösteren Akdoğan, "Foto muhabirleri, kameramanlar hangi haklara sahipler? Bu arkadaşlarımızın aynı futbolcular gibi, belli bir yaştan sonra o işi yapmaları da çok kolay olmuyor. Basında gerçekten ciddi birtakım sorunlar var. Ama diğer magazin haberler... Onlar daha büyük basın özgürlüğünün parçası olarak gündeme getirilen konular" diye konuştu.

Başbakan Yardımcısı Akdoğan, "Sermayeye karşı, patronlarının menfaatlerine karşı tek bir kalem oynatamayanların, basın özgürlüğü nutukları atması ne kadar sahicidir? Medya patronları ile ilgili gazetelerde, televizyonlarda tek bir cümle kurulabiliyor mu? Bu sorunlu bir alandır. Bunun doğru tanımlanması ve gazeteciliğin haklarını gerçekten garanti altını almak gerekiyor" dedi.

"Medya ne iktidarın, ne muhalefetin sözcüsü olmalıdır; yalnızca milletin ve hakikatin sözcüsü olmalıdır" diyen Akdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Her sabah kalkıp (Hükümete nasıl zehir kusabilirim, savaş açabilirim) diye işe başlayan bir anlayış demokratik bir basın anlayışı olamaz. Medyanın tek bir tarafı vardır, o da millettir. Medya özgürlükten yanadır; haktan, hukuktan, adaletten, demokrasiden taraftır ve öyle olmalıdır. Sorumlu yayıncılık, basının temel karakteridir. Bugün Türkiye’nin ulusal çıkarlarını, birlik ve bütünlüğünü, milli güvenliğini tehdit eden uluslararası algı operasyonlarında maalesef medya kullanılıyor. Kendi ülkesinin çıkarını, geleceğini, menfaatini düşünmek sadece iktidarın görevi değildir. Bugün AK Parti’yi eleştirenler, geçmiş dönemlerde medyanın başına gelenleri iyi düşünmelidir. Bugün bizim tek yaptığımız meşru müdafaadadır, kalkıp kendini savunmaktır veya haksızlıkları eleştirmektir. Şimdi 'basın özgürlüğü öldü' diyenler, eski dönemlerde basın mensuplarının başına gelenlere acaba nasıl tepki gösterdiler? Gazeteciler sürgün edildi, Türkiye'yi terketti, işkence gördü, andıçlandı, karanlık örgütlerin hedefi oldu, faili meçhullere kurban gitti. İktidarlar medyaya söz geçiremediyse de medyanın sözünden çıkmadı. Allah aşkına bugün yazılamayan, konuşulamayan bir şey kaldı mı Türkiye'de? Herkes herşeyi yazıyor ve konuşuyor.

İktidara geldiğimiz ilk günden beri, basın özgürlüğünün güçlendirilmesi ve basın-yayın mensuplarının çalışma koşullarının düzeltilmesi için, anayasal, yasal ve idari değişiklikler yaptık. Bilgi edinme hakkının anayasal teminata kavuşturulması, basın suçlarında daraltmaya gidilmesi, haber kaynaklarının korunması, yaptırım yetkilerinin kısıtlanması, yerel basının güçlendirilmesi, temsilde çoğulculuğun sağlanması, TCK’da basın özgürlüğü lehine düzenlemelerin yapılması, farklı dillerde yayın imkanının genişletilmesi, yurt dışına gitmek isteyen basın mensuplarının hizmet damgalı pasaport kullanabilme imkanının sağlanması, basın kartı yönetmeliğinde gazeteciler lehine değişiklik yapılması, azınlıklara ait gazetelere resmi ilan yayımlayabilme imkanının sağlanması gibi düzenlemeler attığımız adımlardan bazılarıdır."

"Hiçbir kesimi, hiçbir örgüte ezdirmeyiz"

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, "Hükümet kuş değil ama koyun da değil. Burada hiçbir vatandaşımızı, tek bir vatandaşımızı, hiçbir kesimi hiçbir örgüte biz ezdirmeyiz" dedi.

Akdoğan, Freedom House'un raporunun tek taraflı, eksik bilgilendirme ile hazırlanan bir rapor olduğunu, objektif olmadığını söyledi.

"Bir kanalda yayınlanan Atatürk'e hakaret" konusuna da değinen Akdoğan, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda konu gündeme geldiğinde bunu şiddetle kınadığını, kabul edilemeyeceğini ve mutlaka cezalandırılması gerektiğini söylediğini kaydetti.

Yalçın Akdoğan, "RTÜK'e CHP kontenjanından seçilen iki üye ilgili" konu hakkında şöyle konuştu:

"Kurul üyelerinin, kurul çalışmalarıyla ilgili dışarıya bilgi yansıtması, basına bilgi aktarmasının suç olduğundan hareketle bir televizyon kanalı hem Meclis'e şikayette bulunmuş, hem RTÜK'e hem de dava açmış. Bunun üzerine bir değerlendirme yapılıyor. Çok açık bir kanun var. Diyor ki 'Üst Kurul müzakerelerindeki toplantılar gizlidir, açıklık kararı alınmadıkça müzakereler açıklanamaz, Üst Kurul üyeleri ve kurum personeli, kurumla ilgili gizlilik taşıyan bilgileri, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar ve yayın hizmeti yapan gerçek ve tüzel kişilere ait her türlü sırları görevlerinden ayrılmış olsalar bile açıklayamaz ve kendilerinin veya başkalarının menfaatine kullanamaz. Bu maddede belirtilen esaslara aykırı davranan üst kurul üyeleri, görevlerinden çekilmiş sayılır. Bu husus, üst kurul veya yapılacak müracaatın değerlendirmesi sonucunda karar bağlanır ve gereği için TBMM Başkanlığı'na iletilir. '

Burada açık bir kanun ihlali var, bunun üzerine şikayet var. Burada CHP'lilerin üyeliklerini düşürmek gibi bir çaba yok. RTÜK bunu komisyona havale etmiş, öbür türlü resen bunların görevden alınması gerekiyor kanuna göre. 'Komisyon incelesin' denmiş. Burada kötü niyetli bir çaba söz konusu değil. Bizim  CHP kontenjanından seçilen üyeleri düşürmek gibi bir derdimiz yok bizim, böyle bir çabamız da olmaz. Öyle bir kanun aykırılığı varsa ve düşerse, yine CHP'nin önereceği isimler seçilir. Böyle bir çaba, arayış yok ama birileri bunu siyasi şova çevirmek isterse, başka bir amaç için kullanmak isterse, bu doğru bir şey olmaz."

AA Parlamento Bürosu'nun haber sayıları

Cumhurbaşkanlığı sürecinde adaylara TRT'de ne kadar yer verildiğiyle ilgili konuyu da değinen Akdoğan, "Cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde Sayın Erdoğan'ın 41 etkinliği program olmuş, haber olmuş; Sayın İhsanoğlu'nun 47. Diğer genel başkanlar eklendiğinde Sayın Erdoğan'ın 41, diğer aday ve destek veren genel başkanların toplam 80" dedi.

Başbakan Yardımcısı Akdoğan, AA Parlamento Bürosu'nun yaptıkları haberlerin partilere dağımını hakkında da bilgi vererek, "2013 yılında partilere dağılım şöyle; CHP bin 586, MHP 908, AK Parti 892, BDP 639. 1 Ocak-30 Kasım arası 2014'te, CHP bin 352, MHP 692, AK Parti 645, HDP 435" diye konuştu.

Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde TRT'nin 5 farklı kanalına toplam 24 değerlendirme raporu düzenlenerek YSK'ya iletildiğini belirten Akdoğan, "YSK bu raporlardaki tespitler neticesinde, TRT Haber kanalına 1 kez uyarı cezası vermiş, TRT Türk kanalına ise 1 kez uyarı, 6 kez yayın durdurma cezası vermiştir. Bu cezalarla TRT'ye toplam 25 program durdurma cezası verilmiştir" dedi.

Akdoğan, Piyanist filmine ceza verilmesi ile ilgili konuya da değindi. Akdoğan, "Bu, filmin muhtevasıyla ilgili değil. Akıllı İşaretler var; "+18" sembolü olan yayınların belli bir saatten sonra yapılması gerekiyor. O işaretle daha erken bir saatte yapıldığı için burada bir ceza verilmiş" diye konuştu.

"Sürekli cezalar verilmesini doğru bulmuyorum"

Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürü Murat Karakaya'nın Başbakanlık Müşavirliği görevine getirildiğini anımsatan Akdoğan, şunları kaydetti:

"Murat Bey'le biz bu görev değişikliğinden çok önce görüştük. Kuzey Kıbrıs'ta uluslararası bir etkinlik vardı; kendi başlattığı için ben ona gitmesinin daha doğru olacağını düşündüm. O toplantıya normalde ben katılacaktım. Bir gün önce, Kuzey Kıbrıs'taki törenler sebebiyle Sayın Arınç oradaydı. Aynı gün iki tane Başbakan Yardımcısı olmasın diye, daha önce bu konularla da ilgili olduğu için istirham ettim Bülent Bey'den, 'siz katılır mısınız benim yerime?' diye. O benim yerime katıldı, Genel Müdürümüz de katıldı. Onun dışında, bu konunun söylenen şeyle hiçbir ilgisi, alakası yoktur."

Başbakan Yardımcısı Akdoğan, özel televizyon kanallarına sürekli cezalar verilmesini kişisel olarak doğru bulmadığını belirterek, "Eğer 'bu ceza kıskacından kurtaralım televizyonları' diyorsanız burada ortak bir çalışma yapılabilir, Anayasa'ysa Anayasa, yasalarsa yasalar değişiklik yapılabilir" dedi.

"Hükümet kuş değil"

Bir milletvekilinin "Hükümet kuş mu?" dediğini kaydeden Akdoğan, şöyle konuştu:

"Hükümet kuş değil ama koyun da değil. Burada hiçbir vatandaşımızı, tek bir vatandaşımızı, hiçbir kesimi hiçbir örgüte biz ezdirmeyiz. Bunun adı ne olursa olsun, mağdur kim olursa olsun. Bu yüzden, kamu düzeni ve güvenliği konusunda ne yapılması gerekiyorsa bu yapılacaktır, demokrasi ve hukuk içerisinde, geri adım atmadan.

Ayrıca çelik çomak oyunu oynanmıyor, yani bir sürü insan hayatını kaybetti. Burada konu cansa, insanların hayatını kaybetmesiyse, burada daha ciddi olmak gerekir diye düşünüyorum. 'Bu molotofun cezası daha fazla, birileri gidip bomba mı kullansın? Bomba kullanacaklar' falan gibi birtakım laflar ediliyor ve bu sıralarda ben bunu çok duyuyorum. Şimdi, bu, bir espriyse böyle bir espri olmaz; bir teşvik veya bir tehditse bu da yanlıştır ve biz bu tür tehditlere de pabuç bırakmayız."

Sataşma gerekçesiyle kürsüye gelen HDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Türkiye'de 30 yıl boyunca çok acı olaylar yaşandığını belirterek, "Ama yakın zamanda da çok acı olaylar yaşandı Gezi olaylarında; insanların kafasında gaz kapsülleri patlatıldı, fişeklerle devrildi. 6-7 Ekim olaylarında 36 tane insanımız polis, jandarma, korucu tarafından öldürüldü" iddiasında bulundu.