ANKARA

Başbakan Ahmet Davutoğlu, bir taraftan iç güvenlik ve kamu düzeniyle ilgili tedbirleri alırken diğer taraftan çözüm sürecini kendi doğasına döndürmeye çalıştıklarını belirterek, "O doğa içinde netice almaya yöneldik. Son 2 haftadır, son günlerde de olumlu yönde artan sinyaller var. Bu çerçevede zaten hiçbir zaman müzakereler kesilmedi" dedi.

Başbakan Davutoğlu, A Haber ve ATV kanallarının ortak canlı yayınında gündeme dair soruları yanıtladı.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, çözüm sürecine dair "müzakerelerin 1 hafta, 10 güne kadar başlayabileceğine" dair açıklamalarının anımsatılması üzerine Davutoğlu, yaşananların bir süreç olduğunu bildirerek, "Süreç doğası gereği kendi seyrinde devam ediyor. Bu anlamda sanki yeni bir şey başlıyormuş, yarın yeni bir gelişme olacakmış gibi kamuoyunda beklenti oluşturmanın faydası yok. Biz, bu sürecin en başından itibaren neyi talep ettiğimizi ve sürecin sonunda neye ulaşmak istediğimizi son derece berrak şekilde biliyorduk" ifadelerini kullandı.

Davutoğlu, Türkiye'nin demokratikleşmesi içinde bütün farklı toplum kesimlerinin, herkesin eşit vatandaşlık haklarından istifade ettiği, kültürünü, örfünü, ananesini rahatlıkla yaşayabildiği Türkiye idealini 2002'den beri takip ettiklerini, bu anlamda adımlar atıldığını anlatarak, şöyle devam etti:

"Çözüm sürecini, 2005'ten itibaren bilinçli şekilde toplumun taleplerini, her kesimin taleplerini karşılayan bir perspektifle sürdürdük. 2013'ten itibaren daha çok ivme kazanan süreç içinde de silahlı unsurların Türkiye'yi terk etmesi, silahın ve şiddetin tümüyle bırakılması esası çerçevesinde atılacak adımlar da konuşuldu. Bu o zamandan beri süre giden bir süreç. Yani 'yeni başlamış, müzakere yarın başlıyormuş, 5 gün sonra, 10 gün sonra başlıyormuş' gibi bir yaklaşım doğru değil. Oslo müzakereleri esnasında da bu süreç doğası içinde seyrediyordu ama maalesef çözüm süreci ve Türkiye'de bu tür yaraların sarılması çalışmalarında çok önemli bir aşamaya gelindiğinde birtakım sabotajlarla karşılaşılıyor. Biz bu konudaki ciddiyetimizi ve kararlılığımızı haziran ayında, Sayın Başbakanımız'ın o zaman talimatıyla çıkan yasada ortaya koyduk.

Yeni hükümetin oluşması sonrasında bu yasanın gerektirdiği Bakanlar Kurulu kararı alındı ve yasa bir anlamda uygulama çerçevesi kazandı. Bu yönde de yapılacak olan çalışmalar bir takvime bağlandı. Ancak 6-7 Ekim olayları buna bir darbe vurdu, çok ciddi bir darbe vurdu, bir güven problemi doğdu. Bir taraftan iç güvenlik ve kamu düzeniyle ilgili tedbirler aldık bir taraftan da çözüm sürecini kendi doğasına tekrar döndürüp, o doğa içinde netice almaya yöneldik. Son 2 haftadır, son günlerde de olumlu yönde artan sinyaller var. Bu çerçevede zaten hiçbir zaman müzakereler kesilmedi, Başbakan Yardımcımızı görevlendirdik, HDP heyetiyle görüşüyor. İlgili Kamu Güvenliği Müsteşarlığımız, MİT Müsteşarlığımız gerekli görüşmeleri yapıyor. İmralı'da yapılan görüşmeler var. Bunlar bir trafik içinde kendi doğası içinde seyrediyor. Önemli olan şu iradeyi görmek istiyoruz, artık Türkiye'de siyasi talepler şiddet diliyle, şiddet eliyle yapılmayacak, silah bir hak talep etme aracı olmaktan çıkacak."

IŞİD bahanesiyle izinsiz gösteriler

Başbakan Davutoğlu, "6-7 Ekim krizi aşıldı mı?" sorusuna, "Önemli ölçüde aşıldı diyebilirim. Daha doğrusu 6-7 Ekim olaylarının bir daha olmaması için biz her türlü tedbiri aldık, almaya da devam edeceğiz" yanıtını verdi.

Kamu düzeninin bir müzakere konusu olmadığına, olması gerekenin bütün sorunların bir toplumsal tabanı geniş çerçevede, bütün taraflarla görüşülerek yürütülmesi gerektiğine değinen Davutoğlu, şiddetin tümüyle terk edildiği bir çerçevede konunun ele alınması ve bundan sonra atılacak adımların ne olacağının o çerçevede konuşulması gerektiğine işaret etti.

Davutoğlu, şiddetin, şiddet dilinin, şiddet elinin, şiddet yoluyla siyasi talepte bulunmanın artık sona erdiğinin ilan edilmesini istediklerini belirterek, "Bu iradeyi, kararlılığı, 2013 Mayıs'ında olduğu gibi 'şu zamanda terk edilecek' denilen silahlı unsurlar terk edilmediği zaman... Devlet ve kamuoyu bir şekilde oyalanıp, aynı mantıkla geri dönülecek gibi de düşünülmemesi lazım. Bu iradeyi görmek istiyoruz. Bizim, hükümetimizin iradesi son derece açıktır. 6-7 Ekim olayları esnasında bile biz çözüm sürecindeki kararlılığımızı hep vurguladık" diye konuştu.

Kamuoyu araştırmalarının, çözüm sürecine olan desteğin arttığını gösterdiğini, görüşmelerin yürütülmesi anlamında olumlu bir noktaya gelindiğini söyleyen Davutoğlu, "Önümüzdeki günlerde bunun daha da ivme kazanması gerekir. Sürekli açıklamalar yapmak yerine, spesifik, somut adımlarla yol almak lazım" dedi.

Pervin Buldan'ın açıklamaları

HDP'li Pervin Buldan'ın, çözüm sürecine ilişkin açıklamaların artık ayda bir yapılabileceği ve "hükümet ile ortak açıklama yapma gibi bir düşüncemiz var" yönündeki sözlerinin anımsatılması üzerine de Davutoğlu, "Ortak açıklama konusu şart değil ama olabilir de. Esas olan şu; kimsenin çok spontane, her ayaküstü açıklamayla yürüyen süreci etkilememeye özen göstermesi lazım. Şu ana kadar olan çalışmalarda belki de en olumsuz etki yapan şeylerden biri, bir açıklama enflasyonu olması, sürekli zaman verilmesi" şeklinde konuştu.

Davutoğlu, hükümet kanadından açıklamaların Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile kendisi ve parlamentoyla ilişkileri yürütmeyle yetkili Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan tarafından yapıldığına işaret ederek, bu konuda hükümet kanadında belli bir disiplin bulunduğunu, aynı şeyin HDP ve bütün taraflarda da olmasına özen gösterilmesi gerektiğini kaydetti.

Açıklamalarda tehdit dilinin, "şu zaman olacak", "olmazsa bu olur" gibi yaklaşımlardan kaçınılması gerektiğine dikkati çeken Davutoğlu, "O bakımdan Pervin Hanım'ın söylemiş olduğu husus doğru bir husus. Ayda bir açıklama yapılsın, ne yapılacaksa yine konuşulsun ama bir disiplin, kararlılık içinde bunların yürümesinde fayda var" değerlendirmesinde bulundu.

Başbakan Davutoğlu, "Kandil'den gelen açıklamalardan bir tanesinde 'Nisan'da yapılacak kongrede Öcalan'da olacak' deniliyor, 'silah bırakma ve sınır dışına çekilme en son aşama' deniliyor. Bütün bunlarda zaman zaman tehditkar bir ton dikkati çekiyor, ne dersiniz?" sorusuna da şu yanıtı verdi:

"Zaten kastettiğim bu. Sanki hiç üzerinde konuşulmamış konular, konuşulmuş gibi gündeme getirilip, sonra o varsayım üzerinden imalı dil kullanmak. İşte biz buna gelmeyiz. Hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti hükümetine, Türkiye Cumhuriyeti devletine dönük olarak, imalı da olsa bir tehdit dili kullanamaz. Bu konuda en fazla rahatsızlık duyan da bölge halkımız. Şu anda bölge halkında, 6-7 Ekim olayları sonrasında tekrar bir güven hissi uyanmaya başladı. Çünkü çözüm süreci işliyor, taraflar konuşuyor, görüşüyor ve kamu düzeni anlamında da ciddi tedbirler alındı. Bölgeden gelen bütün mesajlar son derece olumlu. Böyle bir olumlu atmosfer içinde tekrar şiddet dilini ima edecek şekilde bir şey kullanmak, silahların terk edilmesi vesaire, bunları sanki bazı şartlar yerine getirilirse olacakmış gibi bir ifade kullanmak kabul edilebilir bir husus değil.

Zaten silah taşımak başlı başına olmaması gereken bir durum. Türkiye, Suriye gibi, Irak gibi kamu düzeninin sarsıldığı bir ülke değil. Bu tarz açıklamalar sürece fayda vermiyor. Sık sık açıklama yapmak, açıklamada tarih vermek, yine açıklamada şu veya bu şartı koşuyormuş gibi bir görüntü vermek sürecin doğasına zarar veriyor. Süreç kendi doğası içinde son günlerde, 2 haftadır özellikle olumlu bir yönde seyrediyor. Herkesin buna özen göstermesi, bunun üzerinde titremesi lazım."

"Müzakere taslağı konusunda tek bir taslak yok"

"Müzakere taslağının kamuoyu ile paylaşılıp paylaşılmayacağı ve muhalefetin bilgilendirilmesi konusunda bir düşünceleri olup olmadığı" sorusunu da Davutoğlu, "Müzakere taslağı konusunda tek bir taslak yok. Yani o taraftan gündeme getirilen konular var, bizim benimsediğimiz temel bazı ilkeler var. Bunlar konuşularak, adım adım, yavaş yavaş, ama sakin, kararlı şekilde yürüyecek süreç" diye cevapladı.

Başbakan Davutoğlu, muhalefetin ise bütün sürece karşı çıktığını, bugüne kadar hangi konu muhalefetle paylaşılmışsa onların o konuyla ilgili süreci dumura uğratmak için çaba harcadığını anlatarak, "Yine biz bunları paylaşmaya hazırız, bu anlamda muhalefette bir ciddiyet görürsek paylaşmamak için hiçbir sebep yok. Çözüm süreci, Türkiye Cumhuriyeti'nin 100 yıllık tarihinde en önemli konulardan birinin aşılması anlamına gelir. Bu anlamda da hepimizin meselesidir, muhalefette dahil bütün taraflarla bu konu görüşülür ama bizim görmek istediğimiz husus, iyi niyet ve ciddiyet. Bu anlamda bir tavır görülürse tabii bazı konular vakti geldiğinde herkesle paylaşılabilinir" dedi.

Süreçte kendilerinin öncelikleri olduğunu, karşı taraftan gelen öncelikleri de ele alarak müzakere esnasında ortak bir zemin oluşturulmaya çalışıldığını dile getiren Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Pozitif ivmeden kasıt, psikolojik bir eşiğin aşılıp, daha somut konuların görüşülebilir hale gelmiş olması. Bu 2 yıldır, 1,5 yıldır sürüyor. MİT Müsteşarımızın Ada'ya gidişlerinin sıralamasına bakın, heyetlerin gidiş-gelişlerine, bizim Başbakan Yardımcılarımızın görüşmelerine bakın. Bunlar 1,5 yıldır, yeni başlayan bir süreç değil çözüm süreci. Osla görüşmeleri var, daha sonra yürüyen çalışmalar var. Son aşaması, bunun 1,5 yıl, yaklaşık 2 yıl aslında, 2012 Aralık'ından itibaren ise doğrudan görüşmelerle bu meselenin bir an önce Türkiye içinde, milli ve özgün bir proje olarak neticelendirilmesi. Herhangi bir dış faktör olmadan, kendi vatandaşlarımızla görüşerek, parlamento içindeki siyasi partiyle görüşerek bunların süratle çözülmesi yönünde adım atmak. Bu yüzden pozitif bir momentum var.

1,5 yılda 2 kez bu yavaşladı veya süreçte aksama oldu. Bir, söz verildiği halde silahlı unsurların Türkiye'yi terk etmesini durdurması, o terk olmuş olsaydı şu anda çok daha farklı bir yerde olabilirdik, belki de bütün süreç tamamlanabilirdi. Çözüm sürecinde ileri bir aşamaya geldi mi bir başka provokasyon çıkartılıyor. Çözüm sürecinin akamete uğraması Gezi olayları sebebiyledir. Öyle bir atmosfer oluştu ki sanki Türkiye'de büyük bir kriz beklentisi varmışcasına bir tabloyla atılması gereken adımlar ertelendi. Daha sonra biz 30 Eylül, Sayın Cumhurbaşkanımızın başbakanlığı döneminde Demokratikleşme Paketi'ni açıkladık, tekrar bir ivme kattık ama daha önce üzerinde mutabık kalınan silahlı unsurların Türkiye'yi terk etmesi ve silahlarını bırakması konusunda ilerleme sağlanamadı. Hep şu söylendi; bir yasaya ihtiyaç var. Bu sene haziran ayında bu yasa çıkarıldı, yeni hükümetimizin kurulmasıyla yasanın uygulama aşamaları oldu. Bu sefer de 6-7 Ekim olayları çıkartıldı, rastgele olmadı, çıkartıldı. Biz, tekrar treni rayına oturttuk, bu rayda hareket etmeye başladı. Bu trenin hedefe ulaşması için herkesin çok dikkatli davranması lazım. O zamandan beri bu müzakereler sürüyor, müzakere yeni başlıyor, görüşmeler yeni başlıyor gibi bir şey doğru değil. Fakat daha somut, hedefe dönük olarak görüşmelerin ivme kazandığını söylemek doğru."

Kimse molotof kokteylinin özgürlük olduğunu iddia edemez

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Molotof kokteylini eline almış kişi, saldırı niyeti taşıyor demektir yakmak, yıkmak niyeti taşıyor demektir. Dünyanın herhangi bir yerinde 'molotof kokteyli kullanma özgürlüğü' diye bir özgürlük var mı?" dedi.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın "iki yıldır diyalogtaydık, şimdi müzakere sürecine geçilecek" sözlerinin hatırlatılması üzerine Başbakan Davutoğlu, "Allah aşkına şimdi bunlar sadece bir algı oluşturmakla ilgili" ifadesini kullandı.

Davutoğlu, silahlı unsurların Türkiye'yi terk etmesi ilanının 2013'ün Nevruz'unda yapıldığını vurgulayarak, "Mayıs ayında harekete geçildi. Şimdi tekrar o zaman niye 'silahlı unsurların Türkiye'yi terki en son aşamada konuşulur' deniyor. Demek ki daha önce mutabık kalınan bir hususta, şimdi hücum etme çabası var. Bunu HDP'ye ilişkin söylemiyorum, onlardan böyle bir şey çıkmadı. Son dönemde atıfta bulunduğunuz Kandil'den gelen açıklamayla ilgili söylüyorum" değerlendirmesinde bulundu.

Geçen sene 2013 Nevruz'unda taahhüt edilen noktalara bakıldığında, sadece diyalogla ortaya çıkan şeyler olmadığına dikkati çeken Başbakan Davutoğlu, "Belli taahhütler var. Biz, o taahhütlerin yapıldığını gördüğümüzde, bu işin ciddiyetle ele alındığını görürüz. Bu, bizim demokratikleşme yönünde attığımız ve atacağımız adımları engellemez. Biz, halkımız ve her kesimle bu ve benzeri süreçlerde Türkiye'de demokrasinin derinleşmesi için her çalışmayı yaparız. Ama Türkiye'de artık şiddet ve terör kullanarak, siyasi hak talep etme döneminin bittiğinin ilan edilmesi lazım. Herkesin de hak talep edilmesinin nasıl olacağı konusunda demokratik prensipler etrafında davranma yaklaşımı olması lazım. Esas mesele, odaklandığımız nokta bu. Bunu gerçekleştirirken ne tür adımları karşılıklı olarak atmak gerekir, onu bu görüşmeler esnasında tayin edeceğiz" diye konuştu.

"Bunların daha önce olması gerekirdi, olmadı"

Davutoğlu, yakın sürede bölücü terör örgütünün Türkiye dışına çıkmasıyla ilgili olarak, şunları söyledi:

"Bunların daha önce olması gerekirdi, olmadı. Ama şu geldiğimiz pozitif atmosfer doğru değerlendirilirse bu mümkündür, mümkün olmanın ötesinde bu yönde herkes çalışmalıdır. Bir çözüm eğer yarın sabah olacaksa yarın sabah bile geçtir, mümkün olan en kısa zamanda. Burada 2 faktör var. Bir Türkiye'deki gelişmeler bir de Suriye'deki gelişmeler. Öyle bir atmosfer oluştu ki, 'bölgede başka bir konjonktür var' diye bu süreçler yavaşlatıldı. Hatta bazen fırsatçılığa dönecek şekilde bunlar farklı şekillerde kullanılmaya çalışıldı. Bizim dediğimiz burada, ne Ortadoğu bölgesindeki konjonktürel şartlara bakılmalı ne de ülke içinde çözüm süreci içinden özellikle kamu düzenini sarsacak eylemlerin sürebileceği kanaati olmamalı. Biz bu çerçevede hem kamu düzeniyle ilgili tedbirleri almaya devam edeceğiz hem de en kısa sürede silahların tümüyle terk edilmesi ve silahlı grupların Türkiye'yi terk etmesi yönündeki çabalarımızı sürdüreceğiz."

"Bu yönde karşı taraftan bir irade görüyor musunuz?" sorusu üzerine Başbakan Davutoğlu, "Gelen bazı olumlu açıklamalar da bu şekilde bir şey var tabi. Bu konular  görüşülüyor" dedi.

"Gündemimizde yok çok net ifade ediyorum"

Davutoğlu, İmralı'daki heyetin genişletilmesiyle ilgili olarak şu anda görüşmelerde Kamu Güvenliği Müsteşarlığının devrede olduğunu kaydetti.

Kurumlar arasında çok iyi bir koordinasyon olduğuna işaret eden Başbakan Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Her birisi benim başkanlığımda yapılan çözüm süreci toplantılarında, 15 günde bir en geç bu konuları ele alıyoruz ve burada talimatlandırıyoruz. Yani Başbakan Yardımcımız Sayın Akdoğan'ın yapacağı görüşmelerde söyleyeceği şeyler de orada söyleniyor, Kamu Güvenliği Müsteşarımızın İmralı'ya yaptığı ziyarette ele alacağı konular da orada beyan ediliyor, bölgede sivil toplum kuruluşlarıyla yapılacak görüşmeler ya da diğer siyasi partilerle yapılacak görüşmeler de; Sayın Arınç son dönemde gerçekleştirdi, onları da orada belirliyoruz, belli bir görev dağılımı içinde. Ayrıca İçişleri Bakanlığımız da kamu düzenini sağlama yönünde atılacak adımları tespit ediyor. Bu anlamda son derece entegre, koordineli, herkesin ne yaptığının tespit edildiği bir süreç işliyor.

Zaten MİT Müsteşarımız başından beri olayın içinde ve bize arzda bulunuyor. Her 15 günde bir, gerekiyorsa da daha erken toplanıp 'süreçte şimdi buradayız, şu adım atılabilir, şunu yapabiliriz' diye son derece dikkatli, kararlı, pozitif ve vizyoner bir yaklaşımla bunu yürütmeye çalışıyoruz. Bundan sonraki aşamalarda ne olacağı konusu da bu şekilde ele alındı. Adım adım yapılabilecek çalışmalar var. Heyetin genişlemesi ya da bazı unsurların tekrar aktif olarak sürece katılmaları konuları hep ele alınabilecek hususlardır. Ama öncelikle görmek istediğimiz bu konularda bir iyi niyet ve ciddiyetin ortaya konulması."

Başbakan Davutoğlu, "Genel af bu adımların neresinde" sorusuna "Şu ana kadar böyle bir konu görüşülmedi ve gündemimizde de yok. Çok net ifade ediyorum" yanıtını verdi.

"Sadece HDP'yi ilgilendirmiyor"

İç Güvenlik ve Özgürlüklerin Korunması Reformu Paketiyle ilgili olarak Davutoğlu, paketin sadece HDP'yi ilgilendiren bir husus olmadığına dikkati çekti.

Başbakan Davutoğlu, "Bu konuda bir reform ihtiyacı olduğu son olaylarda ortaya çıktığında bunu Güney Doğu'ya, Doğu Anadolu'ya has bir uygulama gibi hiç düşünmedik, böyle bir şey söz konusu değil" dedi.

Türkiye'nin her yerinde ve içinde uyuşturucuyla mücadele de dahil birçok konunun yer aldığı bir paket olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Özellikle altını çiziyorum ve hep vurguladım; toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı, bütün vatandaşların hakkıdır. Eğer bir grup, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkını, şiddet kullanma hakkını ki böyle bir hak olamaz, molotof kullanma hakkına dönüştürüp, diğer vatandaşların can güvenliğini tehdit ediyorsa işte burada özgürlükleri sınırlayan, kısıtlayan bi durum var demektir. Birçok açıklama yapılıyor, molotof kokteyli atan kişiye, niye silahlı kişi muamelesi yapılsın? Bunu Sayın Demirtaş da bir keresinde vurguladı. Çok açık bir şekilde söylüyorum, molotof kokteylini bir insan niye eline alır?

İç Güvenliği Reformunda iddialı şekilde İç Güvenlik ve Özgürlüklerin Korunması Reform Paketinde uluslararası standartlarda, gelişmiş standartlarda olmayan hiçbir şey yok, olanlar arasında da hiçbir şey eksik bırakılmış değil. Hangi ülkeyi istiyorlarsa çıkarsınlar, Almanya'nın İngiltere'nin İsviçre'nin Amerika'nın standardı mı... Bu ülkelerde de özgürlüklerin korunması için o özgürlükleri, ortadan kaldıracak şartların oluşmasını da engelleme çalışması var."

"Diyarbakır annelerine, bu zihniyet şans verdi mi?"

Başbakan Davutoğlu, "molotof kokteylini eline almış kişi, saldırı niyeti taşıyor demektir yakmak, yıkmak niyeti taşıyor demektir" diyerek, şunları kaydetti:

"Dünyanın herhangi bir yerinde 'molotof kokteyli kullanma özgürlüğü' diye bir özgürlük var mı? Önce bunu tanımlayalım, varsa getirsinler veya herhangi bir ülkede molotof kokteyli kullananlara cezai müeyyidenin yok olduğu bir ülke var mı? Amerika'da bazı eyaletlerde ömür boyu hapse kadar giden ağır cezalar var bu konuda, Avrupa'da da var. Peki Türkiye'de barışçıl gösteri yapmak isteyenler, aynı gün gösteri yapmak istediklerinde 6-7 Ekim olaylarını düşünün; bunlardan memnun olmayan ya da farklı bir görüşte bir grup vatandaşımızla Diyarbakır sokaklarında ya da İstanbul'un bazı semtlerinde gösteri yapmak isteseydi yapabilir miydi, yapamazdı. Peki onların toplantı gösteri yürüyüşü yapma hakkı yok mu? Mesela terörü kınamak için ve Diyarbakır anneleri örneğinde olduğu gibi. Kaçırılan çocuklarının geri dönmesini talep eden Diyarbakır annelerine, bu zihniyet Diyarbakır'da şans verdi mi? Baskı ve şiddetle Diyarbakır Belediyesi önünden çıkarıldılar. Peki bir tek size mi ait toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı? Evlatları kaçırılan, 'kaçırılan' diyorum; anneler, babalar bu özgürlük hakkını kullanamayacaklar da elinde molotof kokteyli olanlar mı bu özgürlük hakkını kullanacaklar? Burada netleşelim. Bu pakette evrensel demokrasi ve standartlarına aykırı hiçbir husus yoktur."

"Komisyonlarda sürecin tamamlanması ardından iç güvenlik paketi Genel Kurula gelecek"

Davutoğlu, TBMM'de ilgili komisyonlarda sürecin tamamlanmasının ardından iç güvenlik paketinin Genel Kurula ineceğini, bir ay içinde yasalaşmasının beklendiğini söyledi.

Hiçbir şekilde bunun müzakere meselesi yapılmayacağını, vatandaşların can güvenliğinin önemli olduğunu dile getiren Davutoğlu, can güvenliğinin her şeyden önemli olduğunu vurguladı.

Yasin Börü'nün ailesinin feryadını dinlediğini, ama Börü katledilirken zılgıt çekenleri de dinlediklerini anlatan Davutoğlu, "Bu mu özgürlük? Burada herkesin empati yapması lazım. 'Benim toplantı, gösteri, yürüyüş hakkım varsa başkasının da var' demesi lazım" dedi.

Davutoğlu, bazı kesimlerin bunu yapmadığını, "sadece benim sözüm geçer" demeye çalıştığını ifade ederek, bu noktada en fazla da Kürt vatandaşlara zulüm uygulandığını ancak bunun olmaması gerektiğini belirtti.

"Burada bu olmadığı zaman, böyle bir molotof kokteyli kullanmak gibi şiddet unsuru içeren şey olmadığı zaman kimse toplantı ve gösteri yürüyüş hakkını kısıtlamaz, hiç kimse kısıtlamaz" diyen Davutoğlu, ancak kalaşnikofla ya da molotof kokteyli ile açık şekilde silahla gelinmesi, silahlı çatışma niyetinin bulunması halinde toplantı ve gösteri yapma özgürlüğünden bahsedilemeyeceğine işaret etti.

Davutoğlu, bunun bütün Türkiye için geçerli bir düzenleme olacağını, başka niyetle başka grupların da aynısını yapması halinde fark etmeyeceğini, ülkede kamu düzeninin ihdas edileceğini, bundan herkesin istifade edeceğini bildirdi.

"Şiddet müzakere konusu değil"

"Paket müzakere meselesi değil diyorsunuz" ifadesi üzerine Davutoğlu, "Tabi hayır yani bunu Meclise gönderdik. Eleştirilebilir, geliştirmek için teklifler gelirse bu göz önüne alınabilir ama bu paketin özünde olan toplantı ve gösteri yürüyüşü esnasında bu özgürlükleri kullanırken şiddet ve molotof kokteyli de dahil hiçbir şiddet unsurunun kullanılmaması konusu müzakere konusu değil" diye konuştu.

Güzel ve ufuk açıcı tekliflerin değerlendirilebileceğini bildiren Davutoğlu, "Ama kimse bize molotof kokteyli kullanmanın bir özgürlük olduğunu iddia edemez" dedi.

Molotof kokteyli ile vücutları yanan kişilere dikkati çeken Davutoğlu, herkesin olayı bu perspektiften görülmesi gerektiğini belirtti.

"Teenni dili kullanıyoruz"

"Seçimler öncesi belli bir noktaya gelinebileceği konusunda, herkesin mutabakata varabileceği bir noktaya çözüm sürecinde gelinebilecek mi? İzleme kurulu hala gündemde mi?" sorusu üzerine Davutoğlu, "Kesinlikle gelebiliriz ama artık sütten ağzımız yandığı için teenni dili kullanıyoruz, dikkatli dil kullanıyoruz. 1 Ekim'de bana bunu sorsaydınız kesinlikle derdim. Ama 6 Ekim'de bizimle yapılan görüşmelere rağmen gelinen noktayı görünce şimdi teenniyle... Bizim makamımız teenni makamıdır, tedbir makamıdır aynı zamanda. Hani bir gereksiz ümit, beklenti oluşturmak, bir heyecan oluşturmak. Bir heyecan oluşturmak güzeldir de temelsiz bir beklenti oluşturmak doğru değil. Bir heyecan anlamında hepimiz bu meselenin çözümü konusunda heyecanlıyız, kararlıyız fakat artık biraz daha teenni ve tedbiri birlikte götürerek bu süreci yöneteceğiz."

İzleme kurulu ile ilgili değerlendirmesi de sorulan Davutoğlu, "Bu izleme kurulu şeklinde değil, adı şu veya bu şekilde olur ama akil insanlar heyetiyle yaptığım görüşmede de kanaatlerini almıştım. Akil insanlar heyeti içinde bir şekilde bu misyonu devam ettiren bir grup arkadaşla çalışma yürütülebilir" dedi.

Davutoğlu, konuyu bildikleri için bunun omurgasının akil insanlar heyetinden oluşturulabileceğini, bunların toplum tarafından da kabul edilen kişiler olduğunu belirterek,  yeni isimler eklenebileceğini, yeni unsurlar olabileceğini söyledi.

Bu konunun nereye gidilirse gidilsin yerel kanaat önderleriyle sivil toplum kuruluşlarıyla görüşülmesi için talimat verdiğini belirten Davutoğlu, her yerde bunu yapmaya özen gösterdiklerini, eşit vatandaşlık ve demokratik sistem içinde özgürlükçü şekilde görüşleri paylaşma ve buradan sonuç üretme bilincinin yaygınlaştırılması gerektiğini bildirdi.

Başbakan Davutoğlu, akil insanlar heyetinin bu konuda çok güzel çalışmalar yürüttüğünü anımsatarak, yeni çalışma gruplarının oluşmasının düşünülebileceğini, sürecin takibi anlamında da bunların rol üstlenebileceğini ancak şu anda varılmış bir mutabakat olmadığını vurguladı. 

Yargıtay'ın Avcı kararı

Paralel yapıyla mücadele ve Yargıtay'ın Hanefi Avcı'nın hapis cezasını onaması kararıyla ilgili soruyu da yanıtlayan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Tamamıyla burada bir anlamda biz hala güçlüyüz mesajı var. Yani  hatırlarsanız bir ara neredeyse sembolleşmişti 'dokunan yanar' gibi bir kavram. HanefiAvcı yazdığı bir kitap sebebiyle daha şey aşamasında bir örgüt mensubu gibi gösterilerek ki Hanefi Avcı'nın emniyetteki geçmişi de bu anlamda biliniyor. Bir takibata uğradı ve bu Yargıtay aşamasında da sanki çok acele bir süreç varmış gibi neticeye bağlanmaya çalışıldı. Normalde yargı süreçleriyle ilgili dikkatli konuştum hiçbir zaman yargıyı yargılayıcı bir tutum takınmamaya özen gösterdim. Ama bunun zamanlaması, tam da Yargıtay'da yeniden yapılanma süreci başlamış ve yeni bir yasa gündeme gelmişken sembolik bir davada neredeyse 'pazardan mal kaçırır' tabiri vardır, böylesine acul bir karar almak bir tek şeyle izah edilebilir, (biz hala buradayız ve hala bizimle ilgili şu veya bu kanaati serdedenler bilsinler ki onlarla hesabımızı görürüz)."

Bugün bazı gazetelerde aydınların bildirisinin yer aldığını anımsatan Davutoğlu, bu aydınların önce bunu sorması, sorgulaması gerektiğini vurguladı.

Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Hanefi Avcı, Ahmet Şık ve diğer olaylarda açık fikir, sadece fikir beyan ettiği için. Hatta bu kavram biraz Arapça olduğu için herkes farklı bakıyor. Tahşiye denilen grubun da nihayette işlediği suç, hani 14 Aralık'ı kast ediyorum, bu grubun, paralel yapının hoşlanmadığı bir dini görüşü savunmak ve bu paralel gruba dönük eleştiri getirmek. Şimdi görülüyor ki bu paralel yapı emniyet ve yargıda öylesine odaklanmış ve öbeklenmiş ki kendisiyle ilgili olarak eleştiri getirenleri dahi bir örgüt suçuna sokup, tesirsiz hale getirmek hatta mümkünse tasfiye etmek. Hanefi Avcı olayı ile aslında bu tahşiye olayının paralelliği burada. Onlar da bir kitap yayınında bu paralel yapıyı eleştirdiği için 2010'da bir baskıya maruz kaldılar, Hanefi Avcı da. Şimdi burada bütün özgürlükçü düşünenlerin hepimizin koruması gereken husus insan hakları perspektifinde bu tarz sadece farklı kanaat beyan ettiği için cezalandırmanın ve bu cezalandırmanın da sistem içinde yargı emniyet arasında ortaya çıkan bir network üzerinden yapılmasının demokrasiyi nasıl dumura uğratacağı konusudur."

"Başarılı olsalardı Avcı gibi suçlanıyor olacaktık"

"Hanefi Avcı'nın hangi terör örgütünün üyesi olduğunun, ne yaptığının, o kitabı yazmamış olsaydı örgüt üyesi olarak görülür müydü" sorularının sorulması gerektiğini ifade eden Davutoğlu, 25 Aralık'ta paralel yapının başarılı olması durumunda, kendilerinin de uluslararası teröre destek ya da birtakım örgütsel yapıların içinde olmaktan Avcı gibi suçlanabileceklerini belirtti.

Başbakan Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

"MİT operasyonları nereye gidiyor? MİT operasyonunda hedef orada görevini yapan MİT mensupları mıydı? Hayır. Onun arkasından MİT Müsteşarımıza, onun arkasından Başbakanımıza, bana, Genelkurmaya,  bu operasyonun içinde kimler varsa ki bu operasyon MİT operasyonu değil. MİT'in yaptığı faaliyet MİT faaliyeti değil devlet faaliyetidir. O faaliyet içinde karar mekanizmasında olan herkese dönük olarak 19 Ocak'ta bir şey başlatıldı. İşte darbe girişimi olan husus bu. Peki biz bunları... Zaten bu yola çıkan Adnan Menderes'in akibetini de bilerek çıkar, diğer bu yolda fedakarlık yapanı da. Bunlardan biz korkmayız. Ama herkesin şunu sorması lazım. Böyle bir darbe teşebbüsü başarılı olup bize dönük bu şiddet uygulandığında şu anda bu imzayı atan aydınlar veya bu grupla şu veya bu şekilde teması olanlar özgürce yaşayacaklar mıydı? Hayır. Onlar da farklı bir kanaat serdettiğinde onlara da aynı uygulama yapılacaktı Hanefi Avcı gibi. Çünkü nihayet burada bir tekleştirme şeyi var."

"Basın sınırlaması var" denilmesine rağmen 14 Aralık'ta yürütülen soruşturmayla ilgili her türlü yayının yapıldığına işaret eden Davutoğlu,  "Peki ya onlar hakim olsaydı acaba Hanefi Avcı kitap basabilecek miydi? Zaten basamadı ya, nihayet şey oldu. Peki ya onlar bu şekilde bir paralel yapıyla benim düşüncem dışında herkesin düşüncesi yanlıştır kanaatine sahip bir grup devleti ele geçirmiş olsaydı bugünkü özgürlükler korunabilecek miydi? Ama olmadı. Niye olmadı? Dönemin Başbakanı dedikleri Başbakanımız şimdi bugünün Cumhurbaşkanı. İşte bir yılın özeti bu. Dönemin Başbakanı dedikleri kişi, bugünün Cumhurbaşkanı" dedi.

"O zaman mücadeleyi siz başarılı görüyorsunuz" sorusu üzerine Davutoğlu, şu yanıtı verdi:

"26 Mayıs 1960'ta muhtemelen darbe  yapanlar, muhtemelen 'dönemin sabık başbakanı' diye dosyalar hazırlamışlardı Adnan Menderes için. Bir yıl sonra Adnan Menderes ayakta kalabilseydi Türk demokrasisi darbe yemezdi. Olmadı, Allah rahmet eylesin. Burada açık bir şekilde olayı sadece 17 Aralıkla veya yolsuzluklarlailişkilendirme çabaları için söylüyorum. Bu daha önceden başlayan 2009, 2010'dan itibaren başlayan 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarına dönük operasyon, arkasından işte Hanefi Avcı hepsi bunların bir parçasıydı. Kendisi gibi düşünmeyen herkesin sindirilmesi, bastırılması. Sonra da en sonunda seçilmiş, meşru hükümetinunsurlarına, kurumlarına dönük operasyonlar. MİT ve diğerleriydi. Arkasından Dışişlerindeki dinlemeler de dahil. Şimdi biz bu yapıya karşı sessiz mi kalacağız? Yani bunlar istedikleri gibi örgütlenecekler, her yere sirayet edecekler ve özgürlüklerimiz bu anlamda tehdit altına girdiğinde toplum sessiz mi kalacak?"

Başbakan Davutoğlu, bunun, hükümetle ilgili yönü bulunmakla birlikte hükümetle ilgili bir mesele olmadığını vurgulayarak, hükümetin alacağı tedbir dışında, herkesin kendisine, "Ya onlar başarılı olsaydı şu anda Türkiye'de ne olurdu" sorusunu sorması gerektiğini belirtti.

Dikkatli ve temkinli olmaya özen gösterilmeli

Hanefi Avcı’nın bütün bakanların dinlendiğini, yeni komploların ortaya çıkacağını ve paralel yapının suçlarının henüz yüzde 10’unun ortaya çıkmadığı yönünde açıklamalarının bulunduğunun ifade edilmesi ve seçim döneminde yaklaşmasıyla yeni bir şeyler bekleyip beklemediğinin sorulması üzerine Davutoğlu, hep dikkatli ve temkinli olmaya özen göstermek gerektiğini söyledi.

Çözüm sürecinde ne zaman ileri bir aşmaya gelinmişse ve Türkiye’nin kaderini etkileyecek bir seçim ne zaman gündeme gelirse hep bir takım illegal hareketliliğin olduğuna işaret eden Davutoğlu, bir de yeni anayasa gündeme geldiğinde bazen bu hareketliliklerin yaşandığını ifade etti.

2007 seçimleri öncesi e-muhtıra, 2004 seçimlerinde Kıbrıs müzakereleri yürütülürken “genç subaylar” manşetleri ve 2009 seçimleri öncesi AK Parti kapatılma davasının gündeme geldiğini belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Eğer başarılı olsalardı nasıl bir Türkiye olurdu, bir an hayal edelim. Geçen sene niye aralık ve ocakta bu yoğunlaştı. Çünkü 30 Mart seçimleri vardı,10 Ağustos seçimleri vardı ve 30 Mart seçimlerinde AK Partiyi ve bizleri sendelete bilselerdi darbeyi 10 Ağustos’ta vuracaklar ve halkın iradesi dışında mümkünse, biraz da bir algı operasyonuyla AK Parti kadroları dışında bir cumhurbaşkanı gelmesinin önünü açmaya çalışacaklardı. Böylece cumhurbaşkanlığı makamımda AK Parti dışında eğer 30 Mart’ta mümkünse AK Parti’den tümüyle kurtulmak. Olmadı, kazandık.  O zaman AK Partili olmayan bir cumhurbaşkanı getirip, hükümetin üzerinde, şu anda geçmiş bir cumhurbaşkanı olduğu için olumsuz bir şekilde anmıyorum ama nihayet yaşadığımız zorluklar itibarıyla söylüyorum Ahmet Necdet Sezer dönenimi, bir denetim, AK Parti’nin kararlarının uygulanamadığı vesaire bir dönem. Böyle bir denetim. Bu da olmada o zaman AK Parti içinde acaba bir hareketlilik sağlayabilir miyiz çalışmaları yürütüldü. Biz bunu biliyoruz."

Yeni bir seçime gidildiğini belirten Davutoğlu, her seçimin önemli olduğunu ama 2015 seçimlerinin Türk siyasetinin en önemli seçimlerden birisi olduğuna işaret etti.

Davutoğlu, istikrar devam edecek mi etmeyecek mi gibi yansıtıldığına işaret ederek, oy oranların bakıldığında görev değişimlerinden sonra AK Partinin oy oranlarının düşmediğini, istikrarını koruduğunu bildirdi.

Davutoğlu, “Şu anda gelen bütün şeyler yüzde 48 ile 52 arasında. 48’den aşağı düşen yok. 49 buçuğu bir şey alın artı 2 eksi 2 oradan alabilirsiniz. Öyle ya da böyle hep rüyaları, hayalleri AK Parti’yi yüzde 40 bandına indirebilir miyiz ve bu anlamda milletin AK Parti ile ilgili beklentilerini sarsabilir miyiz” diye konuştu.

10 Ağustos öncesi AK Parti kadrolarına ilişkin bir çok yorum yapıldığını ifade eden Davutoğlu, bu yorumları boşa çıkaran tüm milletvekillerine ve teşkilata teşekkür etti.

AK Parti’nin kongre sürecinde tek bir fire vermediğini belirten Davutoğlu, bunun guruplarının asaletini ve davaya bağlılıklarını gösterdiğini söyledi.

Her hafta sonu 3 veya 4 ilde olduğunu ve her yerde büyük bir heyecan yaşandığını aktaran Davutoğlu, böyle bir tablo olunca AK Partide motivasyon eksikliği ve 12 yılın yorgunluğunun bulunmadığını, tüm kongrelerinin hareketli olduğunu ifade etti.