Kureyş müşriklerinin, Allaha ortak koşanların Hudeybiye Anlaşmasını (M. 628)

Bozmaları üzerine Resuli Ekrem, sefer kararı aldı.

Mekke’ye yürüyecekti.

Çünkü müslümanlar Medine’de bile rahat bırakılmıyorlardı.

Mekke ta oradan Medine’yi tehdit ediyordu.

Çok zaman müslümanlar, silahlı olarak sabahlıyorlardı.

Mekke’nin baskını her an mümkündü. Bu tehlike savulmalıydı.

Fakat bunu son derece gizli tutmak istiyordu.

Böylece hem düşman hazırlık fırsatı bulamıyacaktı.

Hem de fazla kan dökülmesi önlenmiş olacaktı.

On bin kişilik ordusuyla sefere çıktı.

Nihayet Merruzzahrân Vadisi’ne gelindi. Her mücahide ateş yaktırıldı.

Mekke’den görülen bu ateşler; müşrikleri, kâfirleri korku ve dehşet içinde bıraktı.

Mekke kuşatılmıştı.

Bu arada Ebu Süfyan’ın önünden İslâm ordusu geçirildi.

Ta ki, bu orduya karşı durulmayacağını anlasın. Karşı harekete geçmek isteyecekleri caydırsın.

Ebu Süfyan, önünden geçirilen ordunun haşmet ve görkemi karşısında,

Kendisini tutamaz!

Hz. Abbas’a karşı ağzından şu kelimeler dökülür:

“Kardeşinin oğluna ne kadar büyük bir saltanat verilmiş!

Hiçbir hükümdarda görmediğim bir saltanat!”

Hz. Abbas; “Bu saltanat değil, peygamberliktir!” diyerek Ebû Süfyan’ın yanlışını düzeltti.

Ebu Süfyan da, “Evet peygamberliktir!” diyerek kanaat ve düşüncesini doğrulttu.

Daha sonra Ebu Süfyan’ın Mekke’ye gitmesine izin verildi.

Geri dönüp, Mekkelilerin boş yere karşı koymalarını önlesin diye...

“Çünkü, o (Peygamber yani Hz. Muhammed) her şeyden evvel insanlara ebedî saadeti kazandıracak olan hak ve hakikati tebliğe (sunmaya) memur (ve görevliydi). İnsanları imhâya (mahva) değil! Teslime mecbur bırakıldıkları takdirde içlerinden birçoklarının gönlü İslâma kayabilirdi. Böylece de iman nimetini elde etmiş olabilirlerdi. O halde düşmanı tamamen imha etmek yerine ona galebe etmek, onun ulvî (yüce) gayesine daha uygundu.” (Peygamberimizin Hayatı, Salih Suruç 3. Cilt İstanbul - 2003 s. 185,186,198)

x

Çok kısa olarak Mekke’nin fetih ve alınışını dile getirdik.

Maksadımız fethi anlatmak değil.

O ayrı bir manevî destan konusu olacak kadar derin manalar içerir.

Biz sadece Hz. Abbas’ın, Ebu Süfyana verdiği çok anlamlı cevaba dikkatleri çekmek istedik.

Ne demişti önünde resmi geçit yaptırılan İslâm ordusunun heybet ve haşmeti karşısında

Ebu Süfyan ne demişti Hz. Peygamber’e:

“Ne kadar büyük bir saltanat verilmiş! Hiçbir hükümdarda görmediğim bir saltanat!”

Demişti demesine de hemen vermişti ağzının payını Hz. Abbas.

Ve İslâmın, evrensel espri ve ruhunu yansıtan, âdeta cihana haykıran şu özlü sözü söylemişti:

“Bu (Hz. Muhammed’in davası) saltanat değil, peygamberliktir!”

Bu, çok anlamlı cevapta, ne yoktu ki değerli okur!

Çok ince düşünürsek; İslâmı yanlış yorumlamaktan kaynaklanan ve zihinleri meşgul eden

Bazı problemlerimizi çözecek iksiri, bu altın sözde fazlasıyla bulabiliriz.

Şimdilik düşündürmekle yetiniyor:

“Görenedir görene, köre ne?”

Demek istiyorum be dostlar!