Paylaşılamayan Özgürlük...

Abone Ol
İngiltere, Avrupa’ya mülteci akınları başlayınca daha önce dillendiremediği niyetini açıkladı. AB üyeliğinden çıkmak istedi. 
Ardından biraz daha yumuşatarak, “reform da olabilir” dedi. 
Avrupa Birliği bundan korktuğu için, Türkiye’ye nasihat vermişti. “Mülteciler sizde kalsın, eylül’de AB üyeliğinize bakalım” dedi. 
Birliğin dağılmasının konuşulduğu, İngiltere’deki mayıs ayı başbakanlık seçimlerinin ardından daha da konuşulacağı bu dönemde, Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecini gündem bile olmaz. 
Avrupa Birliği; özü itibarıyla büyük neo-liberalizm projesidir…
Neo-liberalizm’de; devlet yüktür. Devlet harcamaları azaltılmalıdır. Faiz ve döviz kurları serbest bırakılmalıdır. Devlet alanları özelleştirilmeli, yabancı yatırımcı girişleri serbest kalmalı, işçiler ögütlenmemeli, sendikalar pasifize edilmelidir. Çünkü sosyal haklar ve korumacı yaklaşımların üretimi yavaşlatacağı düşünülür. Devlet karşısında sermayenin mülkiyet hakları da güvence altına alınmalıdır. Yaratıcılığının patentini şahıslar alabilmelidir.
1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü ile; neo-liberal yapı kurumsallaşmaya başladı. Böylece Fikri Mülkiyet Hakları can buldu. O güne kadar patent haklarına direnen ülkeler, kabul etti.
Avrupa Birliği projesi bu düzeneğin en önemli adımıydı. Fakat zaman içinde kendi ayağına dolandı.
Küreselleşme; sermayenin özgürlüğüdür. Sermayenin tüm ülkelerde rahatlıkla tesis kurabilmesidir. 
Örneğin; bir un fabrikası kendi ülke maliyetleri yüksek olduğunda başka ülkelerde yatırım yapabilmeli. Eğer işçilik maliyeti yüksekse, daha ucuz işçiliği olan ülkelerde fabrika kurulabilmelidir.
Sermaye özgürleşince, işçi haklarının zincire vurulduğu görüldü. 
İşçiler diğer ülke işçileri ile rekabete girdi. İşverenleri başka ülkelere kaçırmamak ve iş bulabilmek için Hindistan ya da Afrika’daki işçilerle aynı maliyetlere inmek durumunda kaldı. 
Ülkelerin alım güçleri farklıydı ama, küreselleşme maaşları dünyanın en ucuz maaşı ile rekabet ettiriyordu.
Örneğin; Hindistan’da ekmek 1 TL iken ortalama ücret 1.000 TL ise; ekmeğin 3 TL olduğu ülke halkı 1.000 TL maaş ile rekabete girdi. 
Sermaye özgürdü özgür olmasına ama işçiler geçinemez oldu. 
İşçilerin alım gücü düştü. Doğal olarak tüketim durdu. Talep azaldı. Talep azalınca, üretim azaldı. Üretim azalınca, işsizlik arttı ve tekrar talep azaldı.
Ama burada bitmedi. Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasının bir bedeli vardı. 
Özgür sermaye; denetimsizce ve çarpık yapılanmasıyla, “ekonomi de tüketim projesi”, “daha çok zengin olacağım, daha çok, daha çok” hırsına yenik düştü… Yatırımlar heba oldu. 
Örneğe geri dönelim; Türkiye’de 1200 adet un fabrikası var. Her şehrimizde bir ya da iki un fabrikası görürsünüz. Bu fabrikaların yıllık kapasiteleri 30 milyon ton. İç ve dış pazarımızın toplam talebi 13,5 milyon ton. Yatırımı yapılmış üretim tesislerimiz yani kapasitemiz, talebin neredeyse 3 katı. 
Ne zaman olacağı belli olmayan talebin yatırımı peşin peşin yapılmış.
Atıl yatırıma dönen bu fabrikaların 600’ü bugün kapalı. Yatırımlar enkaz oldu, çöp oldu. Milli servet kül oldu. Sınırlı doğal kaynaklar yanlış kullanıldı. 
Kriz her yerde, halk tasarrufta, ülkeler ihracat yapamıyor. Yurtdışına yapılmış tesislerin çoğu kapattı. Sebep “talep yok, kapasite çok”.
İkinci sebep ise; kapitalistler bu yeni-liberal yaklaşımı bazı ülkelere savaş gemileri ile, silah ile taşıdı. Sömürgecilik yayıldı. İç savaşlar ve terör ortamı yaratıldı. 
Günün sonunda; fakir, aç, savaş ve terör mağduru, yaralı insanlar Avrupa kapılarına dayandı. Avrupa mültecileri almak ve düzenini bozmak istemiyor.  
İstememesine rağmen mülteciler Avrupa’ya girdi. Ve sayıları oldukça fazla. Avrupa Birliği’nde sınırların açık olması da mültecilerin her yere gidebilmesini sağladı. Siyasiler de Avrupa’nın Birliğini sorgulamaya başladı. 
Türkiye’ye “Aman sizde kalsınlar, alın size şu kadar euro, bize daha fazla gelmesin” diyorlar. 
Suriye halkının nasibini, kaynaklarını almak için Suriye’yi yerle bir edenler; Suriye’de artık yaşanmadığı için Avrupa kapılarına dayanıldığında; onlardan aldığı paranın bir kısmı ile onları Avrupa’dan uzak tutmaya çalışıyorlar.
İngiltere, Avrupa Birliği’nden çıktığında, küreselleşme projesi de geri adım atacak. Tesisleşme sermayeleri ülkelerine geri dönecek. 
Nasıl dönmesin; ihracat durmuş. Daha fazla üretim yapmak, “kriz ateşine” odun atmak gibi, çünkü talep edeceklerde para yok. 
Başka ülkede üretim yapmak anlamsız. Sermaye için artık geri dönüş başladı.
Bu durum işçi haklarına özgürlüklerini geri kazandıracak. Diğer ülke işçi maaşlarıyla rekabet duracak.
Görüldüğü gibi; “Daha fazla tüket!..” baskısı, döndü kendini tüketti.
Herkes iyice öğrendi; işçi sınıfını çalışır kılmak, tabana geliri yaymaktır ve talebi artırmaktır. Sömürgecilik ve “tüm kaynakları ben yemeliyim” düşüncesi, döner seni vurur.