Ekonomi kendi doğal halinde ilerlemesi gereken bir bilimdir. Ekonomi’ye şekil verilmemelidir. Ekonomiye yön verilmesi, etki altına alınması kesinlikle kabul edilemez. Ki yönlendirme çabaları bizzati hukuken de manipülasyon kabul edilir ve cezaya tabidir. 

Nasıl ki! Doğanın dengesini sağlayan ağaçları gereğinden fazla kesersen, toprak kaymasına sebep olursan… 

Nasıl ki! Şehirlerde beton oranı yükseldiğinde, karbon salınımını kat kat artırdığında, küresel ısınma tetiklenirse… 

Nasıl ki! Filtreleri ömrünü tamamlamış fabrikaların bacalarına, filtresiz üretimine devam için ek süre verdiğinde, çevrede yaşayan insanları kansere teslim edersen…

Nasıl ki! Çok tehlikeli meslekleri, mesela maden ocaklarını kâr odaklı şirketler haline getirip, maliyet getirdiği için iş güvenliği önlemlerini durdurduğunda, insanları göz göre göre ölüme, yaralanmalara teslim edersen…

İşte aynen ekonomiyi de; “Baskıladığın” da diğer tarafta kusurlar oluşur… 

Günümüzde dolar kuruna çok çok ehemmiyet gösteriliyor. Olduğu gibi görünmemesi için çaba gösteriliyor… Yükselmemesi isteniyor. Muhtemel siyasi sebepler var. 

Fakat diğer taraftan hem yüksek ithalatımız, hemde döviz borçlarımız sebebiyle bol miktarda dövize ihtiyaç duyuyoruz… 

  • Toplam dış borcumuz 450 milyar doları geçti…
  • Borcun bir yıl içinde ödememiz gereken kısmı 176 milyar dolar…
  • Eylül sonu itibarıyla açıklanan ithalatımız 148 milyar dolar…
  • Bunlar kısa vadede ülkemizden çıkacak… Peki tahsil edeceğimiz döviz ne kadar?..
  • Eylül sonu ihracatımız 126 milyar dolar… Turizm gelirlerimiz de 26 milyar dolar… 
  • Yani en iyi ihtimalle 170 milyar dolar finans açığı mevcut… 

Demek ki acil döviz bulmamız gerekiyor!.. 

Bu durumda sağlıklı döviz finansmanı kaynaklarını hatırlayalım… 

Yabancıların borsamıza ilgisi… Ülke fon ve tahvillerine yatırımı… Vadeli mevduatlarımıza yatırımı… Bu topraklarda fabrika işletmesi, sermaye, döviz getirmesi… 

Ama ne yazık ki! Son yıllarda derecelendirme kuruluşlarının verdiği kötü puanlar sebebiyle, ülkemize yatırım azaldı… Gelen çok yetersiz…

Böyle olunca da bir “Swap” furyası aldı başını gitti!.. 

Spot piyasadan döviz toplamaya başladık. Hem böylece yatırımcı için risk yok denebilecek kadar az… Bu sefer biz yurtdışına Türk Liramızı yüklüce çıkartmaya başladık. Böylece yabancının kur riskide olmuyor. Döviz ile takas yapmayı biz talep ediyoruz. Böyle olunca yüksek faiz maliyeti doğuveriyor… Ticaretin temel kuramı haliyle burada da işliyor. “Müşterinin ayağına gidince, ürün değeri düşüyor”… 

Dış borcumuzu kazandığımız para ile kendi dövizimiz ile ödeyemiyoruz. Tekrar borç almak zorundayız… Böylece dolar yükselmiyor. Geçici de olsa dolar artışının önüne geçebiliyoruz.

Fakat, kanlı canlı Türk Liramızı yurtdışına çıkarmış oluyoruz. Spot piyasada, yabancılara emanete bırakıyoruz… Milli değerimiz, rehinde kalıyor… 

Peki yabancıların ellerinde biriken bunca Türk Lirasının ne riski var?.. Öncelikle unutmayalım ki!.. Avuçlarının içinde karşılığını ödedikleri, milli değerimizi tutuyorlar.

Bunu daha iyi anlayabilmek için 1929 yılında ABD’nin yaşadığı “Ekonomik Buhran” ismiyle nam salmış krizi tekrar hatırlayalım…

ABD o yıllarda tam bir savaş kahramanıydı. Birinci dünya savaşının kurtarıcısı, adaletin sağlayıcısıydı. Abilik rolü çok hoşuna gitti. Savaş tazminatlarını altın karşılığında almaya başladı. Diğer yandan da ihtiyaç sahiplerine kredi vermeye başladı. Savaştan yeni çıkmış dünya ülkelerini ekonomik olarakta kurtarmak ve namına nam katmak istedi. Ama neredeyse tüm dünya ülkeleri zor durumdaydı. Seve seve parayı, krediyi aldılar. Ama vadesi dolduğunda geri ödemediler. ABD parası dolar, diğer ülkelere gitmiş, ama orada kalmış, geri gelmemişti. 

1929 yılına geldiklerinde 4,2 milyar dolar alacağı adeta kaybolmuş, buhar olmuştu. Verdiği kredileri tahsil edemedi. Ve ABD, kendi ülkesinde nakit bulma sıkıntısı yaşadı. Halkı alışveriş yapacak parayı bulamıyordu. Mal alışı, verişi durdu. Piyasada yaprak kıpırdamıyordu.

  • Nakit dönmeyince… 
  • Alım yapılamadı, haliyle üretim durdu. 
  • Üretim durunca, işsizlik arttı. 
  • İşsiz, parasız kalanlar, alımı daha da durdurdu. 
  • Ve tekrar üretim durdu. Ve tekrar işsizlik arttı. 
  • Ve devasa bir negatif sarmal başladı…

ABD vatandaşları milli paralarının, yabancı ülkelerde kaybolmasının, geri gelmemesinin bedelini ağır ödedi…

Ama daha bitmemişti. Ülkenin boynuna ikinci bir yük daha yoldaydı. Çünkü dışarıda bir yerlerde bu paranın sahipleri vardı. Ve bir gün gelecek ellerindeki dolar karşılığında mal, hizmet isteyeceklerdi. İstemeye istemeye de olsa ürünlerini, hizmetlerini sunacaklar ama yeni bir kazanç elde edemeyeceklerdi. Reddetme şansları keşke olsaydı. Ama reddemezdi, onun milli parası idi… 

Bir ülkenin milli parasının, yabancıların elinde birikmesi kadar tehlikeli bir durum olamaz… 

Milli Para; Milletin kültürüdür, ceddidir, geçmişidir, geleceğidir, örfüdür, adetidir, namusudur, sözüdür… 

Ve söz vermek… Hiç ama hiçbir şeye benzemez…

Doları baskı altında tutmak için, yüksek faizlerle yapılan swap işlemleri ile Türk Lirasının yurtdışına çıkması piyasalarımızda nakit problemine neden oldu… Âdeta yaprak kıpırdamıyor. Birde bu yetmezmiş gibi banka faizleri, yani paranın fiyatı düşürüldü… Böylece durum ekonomi bilimi ile açıklamanın yetmeyeceği, açıklanması zor bir noktaya evrildi.

Basit bir anlatım ile; Kuru fasülye almak istiyorsunuz ama hiçbir yerde yok… Çiftçide bile az var, çok çok yetersiz… Ama buna rağmen yetkililer açıklama yapıyor. Diyor ki; “Kuru fasülyenin fiyatını düşürüyoruz…” 

Olacak şey mi? Zaten yok satıyor, talebi var, ürün yok… Ekonomi bilimine göre fiyatı kat be kat yükselmeli… Ama düşüyor!..

Bu durumda ne olur?.. Kaos olur elbette… Kuru fasülye kısa sürede karaborsaya düşer… Derhal kuru fasülye mafyası oluşur…

Aynen ve maalesef ki!.. Kısa sürede parada aynı duruma düşer… Ve devalüasyon kaçınılmaz olur…