Her şey o pamuk prenses ile başladı. Kralın kızı güzel olmaz mı! O zamanlar “Mac” olmadan güzellik diye bir şey vardı tabii ki… E her zamanki gibi prensesin güzelliğini çekemeyen bir başka kadın, kötü üvey anne… Kızcağızı zehirledi!  Sonra zehirlenen prenses beyaz camlar içine konuldu. (Haliyle…) İnternet yok, whatsapp yok kim haber verdi o prense bilinmiyor. Uzak yoldan geldi adam şaka değil... Bu arada öpülecek kişi kralın kızı olduğu için tabii ki onu yakışıklı bir prens olması gerekiyordu. Davul bile dengi dengine yani… Sonra? Sen gel kızı öp!
Arkadaş, sordun mu kız senin onu öpmeni istiyor mu diye?
Prens ya, öpmeye muktedir tabii. O hikayede kızı öpen kişi temizlik görevlisi olsaydı pamuk prenses bir tokat patladı adama. Her iddiaya girerim. Neyse sonra öpüşmüşken evlendiler. Kızın namusu kurtuldu, herkes mutlu oldu.
İşte bizim hikayemiz de böyle başladı…  Ergenlik boyu aynı sıkıntı… Bazıları halen hayatını kurtaracak prens aramaya devam ediyor eminim...
Bir soralım isterseniz erkekler prens olma görevine talipler mi diye?
Öyle bir göreve hazır olmadıklarından tüm prensler kurbağa çıktı…
Sonra bir darbe de Seymen Ağa’dan geldi… Asmalı konak fantezimiz…  Özcan Deniz ne güçlüdür o dizide. Genç-orta yaş üstü o dönemin tüm kadınları aşıktı adama.. Nasıl da evlenme teklif etmişti… Önce Bahar’ın resim sergisine elinde çiçekleri olan patenli adam gönderdi. -Niye olduğunu halen çözebilmiş değilim-  Sonra gayet ciddi bir şekilde geldi. Bahar kısık ve ezik bir ses tonuyla “Bu çiçekler çok güzel, teşekkür ederim” dedi. O da “biliyorum canım” der gibi kafasını sallayarak başını önüne eğdi. O sırada güçten ölüyordu resmen. Tüm izleyici kadınlar ah böyle kocamız olsa dedi, kocası olanlar yanındakine bakıp bir de erkek olacaksın bakışı attı… O sırada konuşmalar devam ederken bahar’ın ezik sesinden “Benim evim neresi bilmiyorum” şeklinde bir kelam çıktı.
Seymen Ağa, bahara sert bakışlarla “Seni evine götürmeye geldim, benimle evlenir misin?” dedi.
İşte bizim nesil o günden beri böyle evlenme teklifi bekliyor. Kimse inkar etmesin, çok kızarım…
Arada Deliyürek’i saymak istemiyorum…
Tabii Amerika’da ve Avrupa’da böyle diziler olmadığı için oradaki kadınlar henüz sert erkek nedir bilmiyor. Onlar için üzgünüm.
Bundan dolayı Avrupa’lı kadınlarla aramızda kilometrelerce fark var. Biz hala dövüldükten sonra sesimizi kısıp evim burası nereye gideyim ki? Diyoruz. Devlet de zaten biz öldükten sonra cenazemize geliyor.
İşte biz bu güçlü erkek, ezik kadın figürünü yıllarca televizyonlarımızdaki dizilerde izledik .Kafamıza kazındı resmen. DNA’mıza kodlanmıştır diye çok korkuyorum inanın…
İnkar etmiyoruz, kadınlar güçlü erkek sever. Ama arada yanlış anlama var. Gücünü gösteren değil, tutarlı olan, sorumluluk bilen erkeği severiz. Koruyup kollayan değil, yolunu açan, destek olanla birlikte olmak isteriz.
Aşk da böyledir zaten. İki kişinin birbirini büyütmesidir, bakmasıdır. Bakılan taraf hep erkek olunca oradaki ilişki başka bir yöne gidiyor. Bir taraf hizmetli, diğer taraf hep hasta olan, bakıma muhtaç gibi yani.
Biz kadınların da hayatımızı kurtaracak bir erkeği beklemek veya erkeklere büyük roller biçmek gibi hareketlerden kaçınmamız gerekiyor. Sadece tek bir güç var, o da bizim içimizde. Zaten ona sahibiz. Yeter ki kullanmasını bilelim.
Fayda da biziz, mutluluk da…
Herkes ancak kendini kurtarabilir, başkalarına ise sadece yardım edebiliriz… Bunu yaparken de nezaketli olmayı unutmayalım…