“Karakterimiz”; içimizdeki dürtülerin oluşturduğu, düğünde yapılan yemek gibi “telaşlı bir tat” ile ruhumuzdaki misafirlere ikram edilen davranışlarımız ile oluşur.

Misafirlere ikram edilen davranışlarımız onların gelişimini sürekli kıllar

Doğduğumuz sırada ruhumuza üflenerek konuk edilmişlerdir.

Temelde misafirler bizim karakter duvarımız örmek için oturdukları yerde ter akıtırlar.

Akıtılan ter zerreciklerinin isimleri “Ahlak, Adalet ve Merhamettir.”

Zerrecikler briketleri oluşturur.

Bu briketler ile karakterimiz örülür. 

Briketlerdeki; Ahlak, adalet, merhamet, sevgi ve bunların oranlamasını iyi ayarlamadaki hedefimiz aşk briketinin egemenliğini karakterimizde hâkim kılmaktır.

Karşımızdaki insanın karakterinin nasıl bir oranda olduğunu

Anlayabilmemiz için, “davranışına ruhunun sinip sinmediğini” bakarak anlamamız gerekir. 

Eğer davranışına ruhu sinmişse, bakışları ile sizi yargılamaz, kolları ile kucaklayarak sizi selamlar ve yüreğini yüreğinize emanet etmiştir. 

Kucaklamak nasıl ki içgüdüsel ise yüreğinin yüreğiniz ile kucaklaşması ve emaneti de içgüdüseldir.

İçgüdülerin kontrolü ise ruhunuza üflenen enerjinin şiddetidir.

Bu enerji bazen tufan, bazen sağanak, bazen de hafif meltemdir.

Enerjin “tufan” ise senin ruhun aşk karakterindedir.

 “Aşk ruhunun” kanı aşktır

Aşk karakterlerinin bedenini bu kan suluyordur.

O bedenden bir koku salınır.

Dünyanın bütününde artık bir kokun vardır. 

Kokun olması demek ruhuna emanet verilen yüreğe ve bedene iyi davranıyorsun demektir.

Kokun “sinmemişse bütüne yani Dünya ya,” emanet aldığı bedene özen göstermediği için ruhun acı çeker, 

Esas olan ruhunuza üflenen enerjidir.

Ruhunuza enerji üflenmesinin sebebi, başını adaletin çektiği halayda kendi vücudunuza yer bulmak ve bir kolunuzda merhamet diğerinde ahlak ile ahenk yakalamaktır.

Başı adaletin çektiği halayda bir kolunuzda adalet diğer kolunuzda ahlak var ise artık ruhlarınız bir bulaşıcı hastalığa yakalanmıştır. 

Hastalığınızın ismi aşktır.

Her aşık bir çekim gücü olan çekirdek şeklindedir. 

Bütün bedenine özen göstermemiş ruhlar, aşığın yörüngesinde dönerek kendini hesaba çeker.

Bilir ki etrafında dönerek aşığın yüzünü görme ihtimali vardır. 

Aşığın yüzünü görmek ise aşığın yüzündeki nurdan bereketlenmektir.

Aşığın dünyasında sosyal bir etki veya psikolojik bir etki yoktur.  

Her duygusu doymuştur. 

Aşıkların bir özelliği de zengindirler ve ihtiyaçları yoktur. 

İhtiyaç hissetmeyen her kişinin zengin olabileceği gibi. 

“Maddi zengin ruhu olan” ışıktan fakir beden, hep kördür. 

Körün arkadaşı Azrail olduğu için, yaşamak denen “ruh kirine” tapar. 

Açlık güdüsünü Azrail sürekli canlı tutar.

Bundan dolayı zengini kimse doyuramaz ve açtırlar.

Ağzı açık ölürler. Ağızlarında bir kaşık kıvamlı su görülür. 

Oysa o su değil biriktirdikleri; “ben nasıl hata yaptım!” çığlığı ile son virajda içinden akan göz yaşının boğazına kadar taşmasıdır.  

Ruhlarındaki “ahlak adalet ve merhamet” misafirlerini aç bıraktıkları için maddi zenginliğe tapınırlar.

Karakter duvarları bu misafirlerin çalışması ile olur.

Bu duvar “beton sap saman toprak karışımı veya bazen buz bazen su olabilen bir duvardır.” 

Türü belirleyen misafirlerin çalışma oranı kim ahlaklı, kimisini fazla merhametli olmaları bundandır.

Yalnız hangi karakter belirlenirse belirlensin, saf bir misafir hakimiyeti çok zordur.

Çünkü gebe kalan annemizin yaşadığı dürtüler sosyolojik odalarda saklanırlar.

Sosyolojik karakter odamıza misafir kabul eden ve ağırlayan o dürtülerdir. 

Bu dürtüler karakter duvarımızın oluşması için sosyolojik odalarımızın duvarlarını kırmaya başlaması ile olur.

İlk mitralyöz topunun duvara değmesi ile oluşan gonk sesi ile başlar.

Bu ses ile oluşturduğumuz yıkıntılar arasında ışık saçan zerrecikler karakterin cinsini bize hissettirir. 

Aslında bu top atışları; sosyoloji ile teolojinin meydan muhaberesi gibidir.

İşte burada savcımız akıl, yüreğimiz mahkûm, hâkim ise bizim bunları muhakeme edecek ruhumuza üflenmiş cevherdir. 

Bundan sonrası herkes kendi payına düşen delilleri toplar. 

Savcı bir yandan, hâkim bir yandan, araştırır. 

En büyük sorun hangi hukuk sistemi ile yargılanacağız.

Hukuk sistemi mücadelenin galibini veya mağlubunu belirleyecek olan aşamadır. 

Hukuk sistemin mayandaki cesaret ve kendine de oluşturduğun etik kanunlara bağlıdır. 

Senin cesaretin; aklını bedeninden çıkarıp, göğsünü örs gibi kullanarak, yüreğin, aklını cesur kılıncaya kadar döver. 

Ta ki aklın yüreğini elinden tutup kaldırana kadar.

Bundan sonra kızgın bir ateşteki kılıcın kalbe girmesi gibi bir ıslık sesi duyulur. 

Islık sesi ile birlikte fiziksel olarak dumanda çıkarsa, o duman bize korkunun karakterde silindiğini gösterir.

Artık korkunuz yoktur.

Ruhunuza üflenen cevherin hâkim olarak muhakeme yeteneği sonucu hüküm verilir. 

Artık özgürsünüz.

Saygıyla...