Öyle bir Kur’an ki, öyle hakikatli / gerçek bir halâvet / tatlılık göstermiş ki, en tatlı bir şeyden bile usandıran çok tekrar; Kur’an’ı tilâvet edenler / usûlüne uygun olarak okuyanları asla usandırmıyor. Bırakın usandırmayı; kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tilâvetin / okumanın tekrarı; halâvetini / tatlılığını ziyadeleştirdiği / artırdığı, eski zamandan beri herkesçe  tasdik  olunmuş. Hatta bu husus, darbımesel / ata sözü olarak bir vecize gibi söylenir olmuştur.

     Öyle bir Kur’an ki, öyle bir tazelik, şebabet / gençlik ve garabet göstermiş, öyle hayretlere gark edip düşürmüştür ki, on dört asır yaşadığı ve herkesin eline kolayca girdiği halde, şimdi nâzil olmuş / inmiş gibi tazeliğini ve canlılığını muhafaza edip koruyor. 

     Öyle bir Kur’an ki, her asır kendine hitap ediyor / sesleniyor gibi bir yenilikte görmüş. Her ilim adamı ondan her zaman istifade etmek / faydalanmak imkânını bulmuş. Her zaman yanlarında bulundurmuşlar. İfade / anlatım üslûbuna / şekline ittiba edip / tâbi olmuşlar. Kur’an’ın iktida ettikleri / uydukları o üslûb ve anlatımındaki ve beyanındaki garip ve şaşırtıcı tarzı, aynen muhafaza edip / koruduğunu görmüşler.

     Öyle bir Kur’an ki, bir cenahı / bir kanadı mazide / geçmişte. Bir cenahı / bir kanadı müstakbel / gelecek zamanda. Kökü, eski peygamberlerin ittifaklı / fikir birliği içinde oldukları hakikatleri içermekte. Onları tasdik edip, doğruluklarını teyit ve kabul etmekte.    

     Öyle bir Kur’an ki, evliya / veliler, Allah dostları ve asfiya / safiyet, kemalât ve takva sahibi olan zatlar / şahıslar ondan hayat dersleri almışlar. Edindikleri semere / netice ve sonuçları O’na borçlu olduklarını bilmişler. Tekemmül / olgunlaşma ve gelişmelerin Kur’an sayesinde hayat bulduğunu anlamışlar.

     Velâyet / Velilik sahipleri, Allah dostlarının bütün hak tarikatları / manevi yolları ve İslâmiyetin bütün hakikatli ilimleri; Kur’an’ın ayn-ı hak / gerçeğin ta kendisi ve mecma-i hakikat / gerçeklerin toplandığı yer olduğunda, ittifak hâlinde / görüş birliği içinde bir durum arzetmeleri.

     Evet öyle bir Kur’an ki, bizzat içinde bulundurdukları; O’nun misilsiz / benzersiz bir harika olduğuna şahadet / şahitlik ve tanıklık ederler.

     Öyle bir Kur’an ki, altı ciheti / yönü nuranîdir / nurlu, ışıklı ve aydınlıktır. Bu da onun sıdk / doğruluk ve hakkaniyetini / hak ve adalete uygunluğunu gösterir. 

     Evet altında hüccet ve bürhan / delil ve kanıt direkleri.  

     Üstünde Sikke-i i’caz / mucizelik sikkesi / benzerinin yapılamıyacağının acizlik damgası. 

     Önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn / dünya ve âhiret mutluluğu veren hediyeler.

     Arkasında nokta-i istinadı / dayanak noktası vahy-i semavî / Allah tarafından peygambere melekle gelen vahiy denen Tanrı buyruğunun hakikat ve gerçekleri.

     Sağında hadsiz / sınırsız ukul-i müstakimenin / doğru yolda giden akılların deliller ile tasdikleri / doğrulamaları.

     Solunda selim / sağlam, kusursuz kalplerin ve içinde iyiyi kötüden ayırabilen manevi his yani temiz vicdan sahibi insanların; ciddî itminanları / kararlılıkları ve Kur’an’ın çekim atmosferine incizapları / samimî bir şekilde, kendi ihtiyar ve istekleriyle kapılarak dâhil olmaları ve girip teslimiyet göstermeleri.

     Bütün bunlar Kur’an’ın fevkalâde / olağanüstü  harika, metin / sağlam, hücum edilmez bir kal’a-i semaviye-i arziye / arzın semaya ait kalesi olduğunu ispat eder / kanıtlarıyla ortaya koyar. 

     İşte altı makam dahi, onun ayn-ı hak / gerçeğin ta kendisi, sadık / doğru olduğunu, beşer / insan kelâmı / sözü olmadığını, asla yanlışı bulunmadığını imza eder. 

     Başta bu kâinatta / evrende daima güzelliği izhar / meydana çıkaran, iyiliği ve doğruluğu himaye eden, sahtekârları ve müfterileri / iftira atanları imha eden, ortadan kaldırma âdetini bir düstur-i faaliyet / çalışma prensibi edinen bu kâinatın Mutasarrıfı / Tasarruf edeni, kullanma hakkı ve salahiyeti bulunanı. Yani Yüce Allah; o Kur’an’a âlemde en makbul, en yüksek, en hâkimane / hikmetli bir şekilde bir makam-ı hürmet / saygı makamı ve bir mertebe-i muvaffakıyet / başarı makamı vermiş, onu tasdik etmiş ve onaylamıştır.  

     İslâmiyetin menbaı / kaynağı ve Kur’an’ın tercümanı olan Zât’ın / azamet ve ululuk sahibi kişinin, yani Hz. Muhammed’in herkesten ziyade ona itikat edip inanması. O’na ihtiramı / saygı göstermesi. Nüzulü / inmesi zamanında, uyku gibi bir vaziyet-i nâimanede / uyur gibi vaziyet ve durumda bulunduğu halde, sair / diğer kelam / lâfız ve sözlerin ona yetişememesi. Bir derece benzememesi.  

     Ümmiyeti / ümmi oluşuyla beraber; geçmiş ve gelecek hakikî / gerçek hâdisat-ı kevniyeyi / yaratılışa ve oluşa ait olayları gaybiyane / gaybî şekilde, Kur’an ile tereddütsüz ve itminan / inanç ve kararlılık ile beyan etmesi; istifade ettiği / yararlandığı Kur’an’ın Hak Kelâm olduğunun en büyük göstergesi.

      Çok dikkatli gözlerin bakışları ile anlaşılır ki, hiçbir hile / desise, hiçbir yanlış vaziyeti / durumu görülmeyen o Tercüman / Kur’an’ı bize aktaran o çevirici Zât / Hz. Muhammed; bütün kuvvetiyle Kur’an’ın her bir hükmünü büyük bir imanla tasdik etmiş. Hiçbir şey onu sarsmamış. O Zat!ın bütün bu hâl ve tavırları; Kur’an’ın semavî / İlahî, hakkaniyetli / hak ve adalete uygun ve sonsuz merhamet sahibi ve her şeyi yoktan yaratan Hâlık-ı Rahîm’in mübarek kelâmı / sözü olduğunu belirtiyor, belgeliyor.