ABD Dişleri Bakanı Mike Pompe 13 Ağustos’ta kendi çabalarıyla İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin normalleşme antlaşması imzaladıklarını duyurdu. Aynı gün Yunanistan’da   İsrail’e kendisine Heron yani İHA verdiği için teşekkür ediyordu. İsrail’in amacı Fransa ve Yunanistan’dan farklı: İsrail’in amacı Türkiye’yi  kendisiyle yeniden barışmaya, kendi koşullarıyla zorlamak.(Yetkin Report-13 Ağustos 2020)

Oysa İsrail bu antlaşmalardan önce dönüp kendi tarihine bakıp; bugün Yahudiler’in -İsrail’in varoluş sebebi olan Osmanlı’ya dolaysıyla yine bugün onun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olmayıp teşekkür etmeliydi!  

Nasıl mı? Şöyle ki:

“Yıl... 31 Mart 1492’de I. İsabel ve II. Ferdinand, Yahudiler’in “iyi Hıristiyanları kendi kutsal inançlarından döndürmeye çalıştıkları” gerekçesi ile İspanya’yı dört ay içinde terk etmelerini emreden Elhamra Kararnamesi’ni imzaladılar. Üstelik giderken sahip oldukları altın, gümüş  vb. yanlarına almaları yasaklandı. Kararnameye göre bu kurallara uymayanlar, bu süre zarfında ülkeyi terk etmeyenler ve onlara yardım edenler ölüm cezasına çarptırılacaktı.

Yahudilere İspanya’yı terk etmeleri için verilen süre, 31 Mart 1492’de doluyordu. Bu tarih Yahudiler’in matem günü olarak kabul ettikleri Tişa Beav’a denk gelmişti. Tişa Beaav, Kudüs’te bulunan, Yahudilerin dünyanın göz bebeği olarak gördükleri dinsel yapı Beth Amikdaş(Süleyman Mabedi)’ın yıkılışının tarihidir.

Kararnamenin ardından, dünyanın dört bir yanında 300 bin Yahudi’nin 150 bini, II. Bayezit’in donanmayıİspanya’ya göndermesi sayesinde güvenli bir şekilde Osmanlı topraklarına vardılar. Üstelik onlar en şanslılar arasında yer aldı. Çünkü Portekiz’e kaçanlar, beş yıl sonra Portekiz’in de aynı kararı alması ile yeninden yollara düşerken Kuzey Afrika’ya geçenler, çöllerde vahşi hayvanlar ve zorlu doğa koşulları ile karşılaştılar.

1492 sürgünü sonrası Osmanlı topraklarına gelen Yahudiler’in inanç ve kültürlerini özgürce yaşadığını belirterek, “Yahudiler, Osmanlı’da 1600'lü yıllardan itibaren ekonomi ve diplomasi alanlarında devlet kademelerinde görev almaya başladılar” dedi.

Zengin İspanya Yahudileri’nden Don İsak Abravanel ve Saray Haznedarı Don Abraham Senor, 30.000 altın Duka karşılığında İspanya'dan kovulmayı durdurmaya çalıştılarsa da bunu engelleyemediler. Bu dönemde göçmenlere kucak açan Osmanlı Sultanı II. Bayezit; eyalet yöneticilerine bir emir yayınladı:

“ ... İspanya Yahudileri’ni geri çevirmek şöyle dursun tam bir içtenlikle karşılanmalarını, aksine hareket ederek göçmenlere kötü muamele yapacakların veya en ufak bir zarara sebebiyet vereceklerin ölümle cezalandırılacaklarını...”

Piri Reis'in amcası Kemal Reis’in emrindeki Osmanlı kadırgalarıyla gelen göçmenler; başta İstanbul, Edirne ve Selanik olmak üzere, İzmir, Manisa, Bursa, Gelibolu, Amasya, Patros, Korfu, Larissa ve Manastır'a yerleştirildiler. Yükselme devrine giren Osmanlılar’ın ihtiyacı olan kalifiye eleman ihtiyacını bu Yahudiler karşıladı. Konuyla ilgili II. Bayezit’in ünlü sözlerinden biri de şudur: “Bu Kral’a (Ferdinand) nasıl akıllı ve uslu Fernando diyebiliyorsunuz? Kendi ülkesini yoksullaştırıyor ve benimkini zenginleştiriyor.”

Sinagog sayısı 44’e ulaşan İstanbul'da Yahudi nüfusu 30.000'i aşınca, şehir Avrupa’nın Yahudi merkezi hâline geldi. Zamanın Hahambaşısı Kapsali, zengin Yahudiler’in PidyonŞevuyim  ödeyerek göçmenlere yardım edilmesini emretti. 

İspanya’da devlet görevinde bulunanlar, başta dış ilişkiler ve maliye olmak üzere çeşitli konularda Saray'da vazife edindiler. 16. yüzyılda en parlak dönemini yaşayan ve en geniş sınırlara ulaşmış Osmanlı İmparatorluğu'nda bu danışmanların da etkisi görüldü. 1493’te Osmanlı’ya ilk matbaayı getiren Yahudiler; ayrıca barut imali ve top dökümü konularında uzmanlaşmış olduklarından Osmanlı Orduları’nı bu silahlarla donattılar. Portekiz Kralı Manuel, 1497 ilkbaharına denk gelen Pesah(Hamursuz Bayramı) arifesinde 4 ila 14 yaşları arasındaki tüm çocukların vaftiz edileceklerini ilan etti. Ülkeyi terk etmek için son gün yaklaştıkça Yahudiler üzerindeki baskı arttı ve zorunlu Hıristiyanlığa geçme büyüklere de uygulanmaya başlandı. Fakat din değiştirenler, marranolar(din değiştiren) gibi Yahudilikleri’ni gizli tuttular.

Portekiz’den göç edenlerin çoğu, İspanyol asıllı dindaşları gibi huzuru Osmanlı topraklarına sığınmakta buldular. Osmanlı İmparatorluğu, Yavuz döneminde Mısır’ıfethettiğinde, Memluklular’ın yönetimi altında bunalan Yahudiler refaha kavuştu. Safed ve Kudüs de Osmanlı hâkimiyetine girdi ve özellikle Safed, Cordoba’nın yerini alarak Kabala’nın merkezi oldu.

Yavuz Sultan Selim, Yahudiler’e duyduğu güven sonucunda Saray’ın hekimbaşısı olarak Jozef Hamon’u atadı ve para basımı, sarraflık ve bazı mali unsurları Yahudilere bıraktı. İber Yarımadası'ndan kovulanların İmparatorluğa göç etmesiyle İstanbul Yahudi nüfusu oldukça arttı ve Saray nezdinde bir temsilcilik durumunda olan Kâhyalık Kurumu kuruldu. İlk kâhya olarak Haham Saltiel atandı. Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak devri olan Kanuni Sultan Süleyman'ın hükümdarlık dönemi aynı zamanda Osmanlı Yahudileri’nin altın çağı olmuştur.

Kısacası: diyorum ki; yukarıdaki yazıda, “Osmanlı’nın Yahudiler’e şefkati” olduğunu başta İsrail olmak üzere kimse asla inkâr edemez ve de etmemelidir! Tekrar söylüyorum İsrail-Yahudiler- her zaman Osmanlı’ya dolaysıyla onun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet etmeyip teşekkür etmeyi unutmamalıdır!