Lale Devri’nin beş sene öncesi Sadrazamlarından olan ’"Deli Kel Hoca İbrahim Paşa” Balıkçı esnafından birisidir. Hatta devlet görevinde bile bu meslekten vazgeçmemiştir. Bostancı Ocağı’ndayken ocağı karıştırdığı için Cezayir’e kaçar ve orada gemilerde temizlikçi olarak çalışır. Sonra'da İstanbul'a geri gelir. Eski mesleği olan balıkçılık ve kayıkçılık ile geçinmeye başlar. III. Ahmet tebdil giyinip İstanbul'u gezmekte iken onun kayığına binmeyi ve onunla konuşmayı adet edinmiştir. Kim olduğunu bilmediği, müşterisi Padişah ile yaptığı sohbette devletin düzeni ve hazinenin güçlendirilmesi, için çok cesurca birçok fikirler ileri sürmesi Padişah’ın çok da hoşuna gider.

Padişah, bu cesur ve korkusuz kayıkçıyı devlet hizmetine almak ister. Yeni bir Sadrazam atmasını sarayda kimsenin haberi olmasını istemeyen III. Ahmet O'nu gizlice Girit'e gidip orada vali bulunan Kalaylıkoz Hacı Ahmet Paşa'yı Sadrazam olduğu mektubunu götürmesi görevini verir. İbrahim Ağa bir tüccar kılığına girip İstanbul'da bir gemiye kereste yükleyerek Girit'e gider ve Padişah’ın, Sadrazam olduğunu içeren “Hatt-ı hümayunu’nu” vali Kalaylıkoz Ahmet Paşa'ya iletmeyi başarır. Hatta O’nunla birlikte Küçük Çekmece ‘ye kadar gelirler.

Padişah, İbrahim Ağa’nın bu hizmeti üzerine donanmaya aldırır ve Kalyon Kaptanlığı görevi verilir. Bu donanma hocalığı da içerdiği için "Kel Hoca" olarak anılmıştır. Kel Hoca İbrahim Ağa bu işinde başarılı olup Padişah’ın övgüsünü ile birlikte Riyale(Tümgeneral)  ve Patrona(Tümamiral) rütbelerini de alır. Bu görevinde Akdeniz'de türeyen Korsanlar’ı yok etmek için görevlendirilir. Bu görevi de başarı ile tamamlar ve bin kadar Korsanı esir alır. Bu arada yaptığı faaliyetler inanılmaz ve çok tehlikeli olduğu için "Deli" lakabı da alarak "Deli Kel Hoca İbrahim" olarak anılmaya başlanır. Deli Kel Hoca İbrahim'in başarısını çekemeyenler epeyce dedikodu yapmışlardı; ama buna rağmen 7 Ocak 1713'te vezirlikle birlikte kaptan-ı deryalığa getirilir.

Bu sıralarda Prut Antlaşması'nın Ruslar tarafından uygulanmaması ve Osmanlılar’a sığınmış olan İsveç Kralı XII. Demirbaş Şarl’ın Bender'den ayrılmaması Osmanlı Devleti için Rusya ile büyük dışişleri sorunları olmuştur. Sadrazam Silahtar Süleyman XII. Şarl’a iyi muamele de bulunmamıştır. İsveç'e iadesi devlet için çok önem arz eder. Kaptan-ı derya olan Deli Kel Hoca İbrahim Paşa İsveç Kralı’nı ülkesine götürme projesini ciddi olarak Padişah’a sunar. Onun projesi başarı ile uygulanır.

6 Nisan 1713'te Sadrazam Silahtar Süleyman Paşa’yı görevden alınır. Deli Kel Hoca İbrahim Paşa Sadrazam olarak göreve başlar. Bu atama büyük yankılar yaratır. Bir kısım devlet yetkilileri ve kâtipler arasında Deli Kel Hoca İbrahim Paşa aleyhinde acayip dedikodular yayılmaya başlar. Daha göreve başladığı ilk gün de O’nun gün kirli, paspal ve görgüsüz olduğu şöyle anlatılır:

“Kokuşmuş gemici fesine sarılı burma sarığı çıkartılıp başına vezir kavuğu konulduğunda odaya yayılan pis koku, amber tütsüsüyle bastırılmıştı. Her gün balıkçı esnafının yanına gidip zaman geçirdiği ve her gün balık yediği için balık koktuğu, üstüne başına bakmadığı için devlet makamına uygun değildir. Padişah’ın bile yüksekteki kafes arkasından bu kokudan rahatsız olmaktadır. Bu nedenle Divan toplantısı öncesi Sadrazam’ın kokusundan rahatsız olmamak için her zaman tütsü yakılıp ve de Kubbealtı gülsuyu ile temizlenirdi. Kadınlara karşı saygıda kusurlu olduğu ve sokak ortasında kadınlara laf atan (bir) garip adam(dı).”

Hırsına yenilen ve dostlarını unutarak nankörlük eden Deli Kel Hoca İbrahim Paşa kendisini Padişah’a tavsiye eden Silahtar Damat Ali Paşa’yı öldürtmek ister. Yani Sadrazam tüm devlet işlerini eline almayı istemekte ve kendi bağımsızlığına set çekenleri yok etmeyi planlar. Bu planı kısa zamanda anlaşılır. III. Ahmet Sadrazam’ı saraya davet ederek ona önce: "Düşman ahvalinin ne olduğu" ve ordunun durumunu sorar. Sadrazam’ından: 

“Yeniçeri Ocağı’nı kendime uydurdum. Yeniçeri Ağasıyla aynı düşünce ve aynı görüşleri” paylaştığı cevabını alır. Açıkçası Sadrazam’ın "Yeniçeriyi elde ettim" cümlesinde III. Ahmet kendine bir suikast olabileceğinden kuşkusuna kapılır ve konuşmadan hemen sonra 27 Nisan 1713'te Sadrazam’ın idam edilmesine karar verir. 21 günlük Sadrazam boğularak idam edilir. Cesedi Tunca kenarına gömülür, ama gömülme yerinin belirsiz olması sağlanır.

Sadrazam’ın hırsı ve nankörlüğü için Mevlana’nın yüzyıllar öncesi söylediği söz ne kadar da anlamlıdır: “Hırs insanı kör ve ahmak eder. Bilgisiz hale sokar da ölümü kolaylaştırır. ”İnsan ulaşamadığı her şeyin delisi, ulaştığı her şeyin nankörüdür.” Yüzyıllar sonra Sadrazam’ın bu kirli hayat sürmesini ve hırsını dile getiren Ümit Yaşar Oğuzcan “Sadrazam Hamam da ”şiiri ile sanki onu hiciv eder gibidir:

“Günlerden bir gün
Hamama gideceği tuttu,

Sadrazam hazretlerinin
Bir yanında birinci veziri
………………………

Tam on iki saat
On iki ünlü tellak
İncitmeden keselediler
Hazretin mübarek vücudunu.
Öylesine kir çıktı ki sormayın
Her biri nah parmağım gibi
Aman efendim bu ne kiri
Demeye kalmadı
Keselerin altında eriyip gitti
Koskoca sadrazam
Bütün maiyet erkânı yerinden fırladı:
- Nettünuz devletliyü?
Dediler tellaklara.
Tellaklar cevap verdi:
- Biz yıkadık, keseledik
Devletlinin kirden ibaret olduğunu bilemedik.
Suç bizde değil.
Neyleyelim
Kir bitti
Sadrazam elden gitti.”