ÖZEL HABER ARAŞTIRMA


Osmanlı’nın Amerika’daki son büyükelçisi Ahmet Rüstem Bey (18 Nisan 1862 - 1935), veya doğumundaki adı ile Alfred Bilinsky, Polonyalı ve İngiliz kökenli Türk diplomat, siyaset adamı, gazeteci, yazar.

1914 yılında Osmanlı Devleti'nin ilk Washington Büyükelçisi olarak atanan diplomattır; Ermeni Kırımı konusundaki yayınlara karşı verdiği şiddetli tepki nedeniyle kısa süre sonra istenmeyen kişi ilan edilmesi ve diplomatik kariyerinden vazgeçerek ABD’yi terk etmesi ile tanınır.

Sivas Kongresi'nde Mustafa Kemal Paşa’nın dış politika danışmanlığını yapmış; IV. dönem Meclis-i Mebûsan'da ve TBMM 1. Dönem'de Ankara Mebusu olarak yer almıştır.

1862'de babasının görev yapmakta olduğu Midilli'de dünyaya geldi. Babası, 1848 Devrimlerine katıldıktan sonra hareketin başarısızlığa uğraması üzerine 1854 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na iltica etmiş ve Müslümanlığı kabul ederek "Nihat" adını almış Polonyalı Seweryn Bielinski idi; Osmanlı hariciyesinde hizmete girmişti. Annesi bir İngiliz hanım idi; din değiştirmemişti. Doğumunda kendisine "Alfred Bilinski" adı verildi. Uzun bir süre bu ismi taşıdı; ancak daha sonra kendi isteği ile Müslümanlığı seçerek "Ahmed Rüstem" adını aldı.[1] İlköğrenimini İzmir’deki İngiliz Mektebi'nde; lise öğrenimini İstanbul Kadıköy’de Frer Mektebi'nde tamamladıktan sonra Avusturya’da Siyasal Bilgiler eğitimi gördü. İstanbul'a döndükten sonra bir süreliğine Galatasaray Lisesi'nde derslere girdi

1881'de Hariciye Nezâreti'ndeki kariyerine başladı ve Osmanlı Devletinin Bulgaristan Komiserliği'ne Fransızca mütercimi olarak atandı.
1884 yılında Washington’daki Uluslararası Meridyen Konferansı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nu temsil etti.[3]
Atina (1886), Londra (1890) ve Bükreş (1890) sefaretlerinde çeşitli görevler aldıktan sonra 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'na fahri yüzbaşı rütbesi katıldı ve savaş sonrasında Osmanlı Devleti tarafından Yunan Muhârebe Madalyası ile ödüllendirildi.

1898'de ABD'ye elçi müsteşarı olarak atandı. Oradaki meslektaşlarının yolsuzluklarını Bâb-ı Âli'ye şikayet etti. Şikayeti dikkate alınmayınca Osmanlı sefirlerinin şafat içindeki yaşamları hakkında yazdığı bir makeleyi Londra'da çıkarılan London Daily News gazetesinde yayımladı. Bu olay üzerine devlet sırrını ifşa etmiş muamelesi görerek İstanbul'a dönmesi istendi. Ahmet Rüstem Bey ise geri dönmeyip Londra'ya (1903) ve oradan İskenderiye'ye geçti. 1903-1909 arasında hariciye mesleğinden uzak kalan Ahmet Bey, Mısır'da JönTürk gazetelerinde gazetecilik yaptı.
 
İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra yurda dönen Rüstem Bey, 1909’da ABD'ye maslahatgüzar olarak gönderildi. Ertesi yıl, dürüstlüğü ile tanınmış bir kişi olduğu için Paris elçiliğindeki bir yolsuzluğu soruşturmakla görevlendirildi. Bu konudaki raporunu Paris büyükelçisi Naum Paşa vasıtasıyla Hariciye Nazırı Mehmed Rifat Paşa'ya iletti.


 


Paris Başkonsolosu Lütfi Bey'in soruşturması görevinden sonra Rüstem Bey 1911 yılında büyükelçi sıfatıyla (kimi kaynaklarda Çetine'ye 13 Aralık 1911'de orta elçi olarak görevlendirildiği ifade edilmiştir.[7]) Karadağ Krallığı'ın başkenti Çetine'ye tayin oldu. Krallığın kurucusu olan I. Nikola'nın huzuruna 4 Mart 1912'de kabul edildi.

1912'de Birinci Balkan Savaşı çıkınca er olarak Osmanlı ordusuna gönüllü yazıldı. 1914'te babası gibi Müslümanlığı seçti, “Ahmet” adını aldı. 1914'te cepheden döndükten sonra yeniden ABD’de görevlendirildi.

Ahmet Rüstem Bey’in Hariciye’deki son görevi, Washington Büyükelçiliği idi. Washington'daki daha önceki Osmanlı sefirleri "orta elçi" statüsünde olduklarından Türkiye'nin ilk ABD büyükelçisi Ahmet Rüstem Bey'dir.24 Haziran 1914'te başlayan görevi 9 Ekim'de ABD'den ayrılmasıyla son bulmuştur.

Ahmet Rüstem Bey'in Amerika'daki ilk faaliyeti Yunanistan'a satılmak istenen iki zırhlının satışını engellemeye çalışmak oldu. Türkiye- Yunanistan arasında güç dengesini etkileyecek olan bu zırhlıların Yunanistan'a satışını engellemek maksadı ile ABD Başkanı Woodrow Wilson ile görüştü. Satışı durduramadı ancak Wilson'ın satılan gemilerin savaş amaçlı kullanılmayacağı konusunda Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos'tan güvence almasını sağladı.

Rüstem Bey büyükelçiliği sırasında Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeni Kırımı yaşandığı yolunda ABD basınında yürütülmekte olan propaganda kampanyasına karşı tepki olarak diplomatik kuralları bir yana bıraktı ve 8 Eylül 1914 tarihli Evening Star Gazetesine protesto amaçlı sert bir demeç verdi. Bu demeçte Büyük Britanya'nın ve Fransa'nın sömürgelerinde yerlilere, Çarlık Rusyası ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nda azınlıklara karşı uygulanan baskı ve işkencelerden örnekler verdi. Bizzat ABD'nin siyahilere karşı tutumuna ve Filipinler'de halka yaptığı baskıya dikkat çekti.

Özellikle o dönemde Filipinler'de olağan bir ceza yöntemi olarak uygulanan ve ABD gündeminde tartışmalara neden olan "su işkencesi" (water torture) metotları üzerinde durdu. Türkiye'de bunların yaşanmadığı belirtti. Açıklamaları Başkan Wilson'u ve ABD yönetimini kızdırdı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın özür dileme talebini reddeden Ahmet Rüstem Bey, ABD tarafından "istenmeyen kişi" (persona non grata) ilan edildi ve ABD'yi terk etmesi istendi. Ahmet Rüstem Bey, 9 Ekim 1914'te bir İtalyan vapuru ile ABD'den ayrıldı ve İstanbul'a döndü. Bir daha herhangi bir diplomatik görev almadı.

I. Dünya Savaşı’nın sona ermesi üzerine başlayan işgaller üzerine Anadolu'da örgütlenen direniş hareketi içinde Ahmet Rüstem Bey de aktif olarak yer aldı. Adana Vilayeti Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti'nde görev aldı. Avrupa gazetelerinde Osmanlı lehine yazılar yayınlattı.

Çağrılmış olmadığı halde Sivas Kongresi'ne katılan Rüstem Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın dış siyaset danışmanlığını üstlendi. Heyet-i Temsiliye danışmanı ve çevirmeni olarak Fransa temsilcileri ve Amerikalı General James Harbord ile yapılan görüşmelere katıldı. Sivas'ta kolordu komutanları toplantısından sonra hazırlanan tutanağı o da imzaladı.

Kongreden sonra Mustafa Kemal ile birlikte Ankara'ya geldi. Meclis-i Mebûsan seçimlerinde Ankara milletvekili seçilerek İstanbul'da Meclis-i Mebusan'a katıldı. Meclis-i Mebusan İstanbul'un işgali ile dağıtıldığında İtalyan yetkililerin yardımı ile Antalya’ya kaçtı. Oradan Ankara'ya dönerek Büyük Millet Meclisi'ne girdi.
Nemrut Mustafa Divanı olarak anılan İstanbul'da kurulmuş askeri mahkeme tarafından 11 Mayıs 1920'de idamına karar verilen, aralarında Mustafa Kemal'in de bulunduğu 7 kişiden birisi idi.

Heyecanlı mizacı ile tanınmıştı. Çankaya Köşkü sofrasındaki bir tartışma nedeniyle, Mustafa Kemal Paşa'yı düelloya davet eden Ahmet Rüstem Bey, bu olay nedeniyle "Atatürk'ü düelloya davet etmiş tek kişi" olarak anılır. Alınganlıkları sebebiyle zamanla Mustafa Kemal'in yakın çevresinden koptu. Alfred Rüstem Bey’in Atatürk’e Düello teklif etmesi hikayesi ise şu şekilde tarihte yerini almıştır…

Heyet-i Temsiliye üyelerinin çorba, pirzola, irmik helvalı bir menüyle ziyafet çektikleri bir akşam Alfred Rüstem Bey de oradadır. Yemek arasında sigara içerken Atatürk kendisine, dostane bir şekilde pirzoladan sonra sigara içmemesini, daha sırada helvanın olduğunu söyler. Alfred Rüstem Bey ise Paşa’nın bu dostça önerisini bir hakaret sayar ve sofrayı terk eder. Ardından dönemin milletvekillerinden Mazhar Müfit Kansu’ya Atatürk’le düello yapmak istediğini, silah seçme işini de Paşa’ya bıraktığını söyler. Mazhar Müfit Kansu da anılarında bu olayı şöyle anlatır:


“Ben hayretle Rüstem Bey’in yüzüne baktım: — Düello mu? — Evet. — Paşa’yı öldürmek mi istiyorsunuz? — Hayır, bilakis ben ona zarar vermeyeceğim, ben öleceğim veya yaralanacağım. Bu suretle haysiyetim muhafaza edilmiş olacak. Bunun üzerine yarım saat kadar münakaşa ettik. Rüstem Bey’i kandırmak mümkün olmadı. Ben derhal Paşa’nın odasına gittim, akıl ve mantığın kabul etmediği, Rüstem Bey’in bu çocukça ve mecnunane teklifini, şaka ve alay tarzında bir ifade ile Paşa’ya anlattım, her ikimiz birer kahkaha salıverdik. Mustafa Kemal Paşa: — Ne oldu bu adama, çıldırdı mı? Ben: Aklından biraz zoru var galiba, bugün ne olmuş bilmem. Mustafa Kemal Paşa: Demek ben de şahitleri tayin edeyim, öyle mi? — Sade o kadar değil, silah intihabı da size aitmiş, bunu da intihab ediniz. Rüstem Bey’e tebliğ edeceğim. — Acaba hangi silahı tercih etsek? — Bence modern bir silah olsun. — Yani ne demek? — Süpürge sopası demek. Uzun kahkahalarla bu görüşmeye nihayet verdik. Odama geldim. Rüstem Bey bekliyordu. — İntihap ettiği silah nedir? — Modern bir silah, şimdiye kadar düelloda hiç kullanılmamış bir silah. — Neymiş o? — Süpürge sopası. Nihayet Rüstem Bey’e pek ciddî olarak dedim ki: —Rüstem Bey, evvela sizi tahkir eden yok. Saniyen, bu hareketiniz şayi olursa arkadaşlar arasında kazandığınız mevki ve hürmeti kaybedersiniz. Salisen, böyle firengâne hareketler, sizi biz milliciler arasında fena bir mevkie düşürür ve hatta aramızdan geldiğiniz yere, yani İstanbul’a avdetinizi icap ettirir. İşte o zaman sizi bilenler arasında kovulmuş damgasıyla fena bir şöhret almış olursunuz. Odanıza teşrif ediniz de, müsterih olunuz, cereyan etmiş bir mesele yoktur. Kemafıssabık işimize bakalım. Rüstem Bey, biraz daha sözü uzattı ve nihayet bana da dargın bir şekilde odadan çıktı. Akşam yemeğine de gelmedi, ertesi gün gerçi göründü ama, hep çatık çehreli idi.”

9 Eylül 1920'de milletvekilliğinden ayrılarak Avrupa'ya gitti. Mustafa Kemal Paşa'nın önerisiyle kendisine “vatana hizmet” tertibinde milletvekili maaşına denk bir maaş bağlandı. Hayatının geri kalanında bu maaş ile geçinen Ahmet Rüstem Bey, Türkçe dışında altı dil bilmenin avantajını kullanarak Avrupa gazetelerine Kurtuluş Savaşı'nı ve Türkiye Cumhuriyeti'ni savunan yazılar yazmayı sürdürdü. Ayrıca, Türkiye ile ilgili kimi resmi girişimlerde bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından görevlendirildi(Örneğin İçişleri Bakanı Câmi Bey ile birlikte Roma'da önemli temaslarda bulunmak üzere görevlendirilmesi).
1935'te Viyana'da hayatını kaybetti.

Ahmet Rüstem Bey, Beyaz Saray’ı ziyaretinde, yerde serili ay yıldızlı halıyı görmüş ve kıyâmeti koparmıştı: “Bu yere serdiğiniz ve çiğnenmesini istediğiniz halı, benim memleketimin şerefidir. Üzerinde hem dinî inancımızın hem de bayrağımızın ay yıldızı var. Onun yeri, ayakların altı değil, ellerin erişemeyeceği yükseklerdir. Bu halı buradan kaldırılana kadar, sarayınıza adım atmam mümkün olmayacaktır.”
Rüstem Bey’in kâtiplikten büyükelçiliğe uzanan diplomatik hayatındaki çıkışı sadece bu da değildir. Bu ve buna benzer çıkışlarında o, sadece vatanseverliğin değil, cihanşümullüğün de güzel örneklerini vermiştir. Rüstem Bey, Osmanlı’ya yapılan haksızlıklar karşısında ilk çıkışını, Evening Star’da müthiş bir beyanatla yapmıştı. Demişti ki: “Cezayirlileri mağaraya doldurup dumanla boğanlar, Hint isyanında insanların ağızlarına barut koyup ateşleyenler, Filipinliler’i su işkencesi ile katledenler ve zencileri linç edenler Batılı değil mi? Bu barbarlıklar Osmanlı’nın yaptığı iddiâ edilenlerden daha mı azdır?” Rüstem Bey’in bu çıkışı, hem Başkan Wilson’u hem de hükümeti kızdırmış, Amerika ile Osmanlı münasebetlerini kopma noktasına getirmişti. Başkan, Dışişlerine tâlimat verecek ve gazetelerde yayımlanan sözlerin kendisine ait olmadığının bizzat Rüstem Bey tarafından özürle açıklanmasını isteyecekti. Ne var ki Rüstem Bey, “özür” yerine, bu defa âdeta “muhtıra” verecek ve diyecektir ki: “Benim Amerikan hücumlarına karşı memleketimi koruduğum açıktır.  Ben vatanıma, Amerika Birleşik Devletleri’ne ve nihâyet insanlığa karşı mânevî vazifelerimi tamamiyle yapmış olduğuma vicdânen müsterih bulunuyorum.” Bununla beraber karar iletilir ve denir ki: “Beyânatınız ve yazılarınız için pişmanlığınızı ifade ederseniz, Başkanımız bunları görmezlikten gelmeye mütemâyildir.” Ancak cevap bir hayli serttir: “Hükümetimden benim mezûniyetimin bağışlanmasını istemek, mecburiyet hâline gelmiştir. İstanbul’a 15 gün içinde dönecek, ama söylediklerimden aslâ dönmeyeceğim.” Sadrâzam Sait Halim Paşa’ya çektiği 9 Ekim 1914 tarihli telgrafında kullandığı bu cümle, Amerika’daki diplomatik mücâdelenin, ne denli mühim olduğunu ortaya koymaktadır: “25 Ekim’de İstanbul’da olacağım. Şayet o tarihe kadar benden bir haber alınmazsa, âkıbetimi araştırınız.”


Osmanlı tarihinin kapanan sayfalarında, son haysiyetli paragraflardan birini teşkil eden Rüstem Bey’in, Osmanlı Hâriciyesi’nde ilk mühim vazifesi de, yolsuzlukları araştırmak olmuştu. Yayınlanmış eserleri şunlardır :
La Guerre Mondiale et la question turco-armenienne (1918)
English version by Stephen Cambron[10]
La Crise Proche-Orientale et la question des Détroits de Constantinople (1922)
La Paix d'Orient et l'accord franco-turc, "L'Orient et Occident" (1922)
The Great War and the Turkish-Armenian Question - Firsthand Account of a Witness, Manzara Verlag, Offenbach am Main (2018)