‘Osmanlı yeniden doğuyor!’ tuzağı
Dünyamızda yeni yeni kutupların oluşmaya başladığı bir dönemde, Çin’in küresel ekonomik lder olacağı 2016 öncesinde BAD, Ortadoğu’nun enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrolü altına alarak Büyük Okyanus’ta bayrak gösterme telaşı içinde. O nedenle, yakın bir gelecekte, Ortadoğu’da etkileri uzun süre devam edecek hareketlenmelerin yaşanması bekleniyor. Bu hareketlenmeler, bölgenin bir elemanı olarak, bizi de etkileyecektir. Bu yazımızda, olası bu gelişmeler bağlamında, Kuzey Irak yönetimi ile Türkiye arasında yaşanmakta olan yakınlaşmadan ve olası sonuçlarından söz edeceğiz.
PKK'nın Türkiye'den Kandil'e çekilmeleri sürecine ilişkin Erbil'de temaslarda bulunan Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, bölgeden “Irak Kürdistanı” olarak söz ettiğinin farkında olduğunu belirterek, "Benim böyle bir derdim yok. Osmanlı dönemindeki haritada bile Kürdistan'dı. Bu tabuları aşalım" demiş.
Aman dikkat! Osmanlı döneminde "Kürdistan", bir idari bölgenin adıydı. Bugün, I. Körfez Savaşı (1990) sonrasında 36 paralel boyunca pasta dilimi gibi bölünen Irak'ın kuzeyinde, Çeçiç Güç'ün kanatları altında oluşturulmuş tam teşekküllü bir devlet yapılanması var. Batılıların yüzyıllık düşü olan “Büyük Kürdistan”ın çekirdeğini oluşturacak tarihteki ilk Kürt devleti, bağımsızlığını ilan etmek için uygun bir zaman kolluyor. Bu ayrıntıya dikkat etmezsek, kendimizi bir anda "Büyük Kürdistan"ı hayata geçirmek için kolları sıvamış olanların safında buluveririz.
“BÜYÜK KÜRDİSTAN” ve “VAAD EDİLMİŞ TOPRAKLAR”
Sürekli okurlarımız hatırlayacaklardır, Batılıların düşledikleri "Büyük Kürdistan", Rusya'nın sıcak denizlere uzanmasını engellemek, Anadolu Türkleri ile onu besleyen ana kaynak olan Türkistan coğrafyasının bağlantısını kesmek üzere planlanmış bir paravandı. Enerjinin bütün ülkeler için yaşamsal önem kazandığı günümüzde, bu paravanın, Rusya'nın ve Türkiye'nin saf dışı edilerek İsrail'in Ortadoğu'nun en güvenilir enerji terminaline dönüştürülmesi gibi bir işlevinin de olması arzulanıyor. Zamanla ekonomik olarak İsrail'e bağımlı hale gelecek "Büyük Kürdistan", Uzun vadede doğal olarak "Vaad edilmiş topraklar"a dönüşebilecektir.
Kırım Savaşı'nı, bu savaşın Osmanlı ekonomisinde açtığı yaraları, Osmanlı'nın yüzyıllar boyu vatanlaştırdığı Balkan coğrafyasından nasıl sökülüp atıldığını hatırladığımızda, bu söylediklerimizin bir paranoya ya da bir komplo teorisi olmadığını kolayca görebiliriz. ABD ordusunun ve NATO'nun resmi yayın organlarında yayınlanan haritalarda, Türkiye'nin bir bölümünün "Büyük Kürdistan" toprağı olarak gösterildiğini, “Arap Baharı” öncesinde Ortadoğu’yu ziyaret eden ABD eski Dışişleri Bakanı Rice'ın, "Bölgede 22 ülkenin haritası değişecek" dediğini hatırlamayanınız var mı?
Aman dikkat! "Dış politikada sürekli dostluklar ya da sürekli düşmanlıklar yoktur; yalnızca çıkar ilişkileri söz konusudur." Bilinçli olarak kurgulanmış bir küresel ekonomik kriz sonrasında III. Dünya Savaşı'nı yaşadığımızın bilincinde olmamız gerekir. Küresel çapta söz sahibi olmak isteyen devletler arasında çok boyutlu bir savaş yaşanmakta, dünyamızın siyasi haritası yeniden şekillendirilmektedir.
ANADOLU COĞRAFYASININ STRATEJİK ÖNEMİ
Dünyanın yeniden parsellendiği, yeni kutupların oluştuğu bir dönemde çok dikkatli olması gerekir. Jeopolitik ve jeostratejik açıdan dünyanın en önemli bölgelerinden biri olan Türkiye gibi bir ülkenin atacağı her adım geleceği açısından çok önemlidir. Anadolu, tarihi İpek Yolu'nun Batıya açılan kapısı olmasının yanı sıra, çeşitli dönemlerde, değişen koşullara paralel olarak, yalnızca ekonomik açıdan değil, pekçok yönden önemli bir coğrafya olmuştur. Küresel kriz sonrasında, tüm ülkelerin enerjiye olan ihtiyaçlarının arttığı bir dönemde, Kafkasya, Balkanlar ve dünya enerji kaynaklarının yüzde 65'ine sahip Ortadoğu üçgeninde yer alan ve üç tarafı denizle çevrili, enerji dağıtım yolları üzerinde bulunan Anadolu'nun öneni daha da artmıştır.
Anadolu tarih boyunca, ticaret yollarının, kültürlerin, inançların, fatihlerin, imparatorların gelip geçtikleri bir coğrafya olmuştur. Üç büyük semavi dinin küresel olmalarında Anadolu topraklarını rolü inkar edilemez.
Anadolu coğrafyasını hedef alan stratejik planlamalar tarih boyunca sürmüştür. Küresel aktör olma çabasında olan ülkeler, tarihin her döneminde Anadolu coğrafyasını kontrol altında tutmaya çalışmışlardır. O nedenle, emperyalist ülkelerle Anadolu'da yaşayanların çıkarları çoğu zaman çatışır. Anadolu coğrafyasında yaşamanın bir bedeli vardır; Anadolu'yu yurt bilenlerin rahat uyuma gibi bir lüksleri yoktur. Türkiye'yi yönetenlerin küresel aktör olma çabasında olan ülkelerin olası hedeflerini göz önünde tutarak karar almaları gerekir.
Kürt sorununun giderek farklı bir boyut kazandığı bir dönemde Irak'ın kuzeyi ile Türkiye arasında yaşanan ekonomik gelişmeler, iki ülke arasındaki sınırın giderek silikleşmesine neden olmaktadır.
"PKK terör örgütü hangi koşullarla Kandil'e çekilecek?" tartışmaları sürerken, petrol arama ve işletme anlaşmaları, boyutu giderek artan ekonomik ilişkilerle Türkiye ile Irak'ın kuzey parseli arasındaki sınır, iki ülke topraklarını ayıran hat olma niteliğini kaybetmektedir.
"Bunda ne kötülük var?" denilebilir..
İlk bakışta iki komşu ülkenin ilişkilerini geliştirmesi sevindirici bir durum olarak değerlendirilebilir. Fakat, Türkiye'nin Kuzey Irak yönetimiyle yakınlaşmasının kimleri neden rahatsız ettiğini ve bu yakınlaşmanın olası sonuçlarını çok iyi değerlendirmemiz gerekir.
Esad'la kapışmadan önce Suriye ile olan siyasi sınırımız da giderek belirginsizleşmişti. Suriye ile vizeleri kaldırarak balayı dönemi yaşadığımız dönemde Hatay, iki ülke rasında oluşan bir ortak eyaletin yönetim merkezine dönüşmüştü. Türkiye'yi bölgesel bir güç olarak öne çıkaran bu durum küresel elitlerin bölge ile ilgili planlarına aykırı olduğundan rahatsızlık yarattı ve Suriye ile can ciğer kuzu sarması iken birden düşman kardeşler oluverdik. Suriye'yi bir iç savaşa sürükleyerek Irak'a çeviren bu gelişme, Türkiye'ye, yakın ve uzun vadede ne gibi bir kazanç sağlayacaktır?
"OSMANLI YENİDEN DOĞUYOR!"
Türkiye'nin, Irak merkezi hükümeti ve Suriye'nin kanlı bıçaklı olduğu bir dönemde, Kuzey Irak yönetimi ile bu derece yakınlaşmasını, "Türkiye 'Büyük Kürdistan' projesinin bir elemanı mı yapılmak isteniyor?" sorusunu akla getirmektedir.
Çözüm sürecinin belli bir aşamasında Kuzey Irak'ın Türkiye'ye eklemleneceği ve "Hani Türkiye bölünecekti? Bakın Osmanlı yeniden doğuyor!" denilerek çözüm sürecine karşı olanların dirençlerinin kırılacağı ciddi ciddi konuşulmaktadır. Hatta, Türk ordusunun korumasına alınacak Kuzey Irak'ın Suriye ile birleştirileceği de aynı senaryonun devamı olarak anlatılmaktadır.
"Türkiye büyüdü, Osmanlı yeniden doğuyor" derken, demografik dengelerin değişmesinin vereceği bir ilhamla BM'ye yapılacak plebisit başvurusu sonrasında, Türkler kendilerini Anadolu'nun orta yerine hapsedilmiş olarak bulabilirler. Yani, Sevr'i kendi elleriyle hayata geçirmiş, kendi iplerini kendi elleriyle çekmiş olurlar.
I. Körfez Savaşı'ndan bu güne bölgede yaşanan gelişmeleri altalta koyduğumuzda, bu anlattıklarımızın paranoya ya da komplo teorisi olarak değerlendirilmeyecek kadar ciddi uyarılar olduğu kolayca anlaşılacaktır.
Olamaz diyenlerin, öncelikle Irak Petrol Yasası'nın ve Irak Anayasası'nın kimler tarafından Irak Meclisi'ne tasdik ettirildiğini irdelemeleri gerekir.
Kağıt üzerinde yaratılan sanal değerlerin egemen olduğu bir ekonomik küresel düzende, ateşli silahlar yerine sanal alemde üretilen silahların kullanıldığı siber savaş döneminde, konvansiyonel donanımlarla bir imparatorluk kurmağa kalkışmak, Don Kişot'un yel değirmenlerine saldırmasından farksız bir çaba olacaktır.
Amacımız, hedefimiz, Osmanlı'yı canlandırmak değil, Osmanlı'nın küllerinden var ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin birliğinin ve bütünlüğünün korunması olmalıdır. Bu, yalnız Türklerin değil, bu toprakları vatan bellemiş herkesin görevidir. Emperyalist ülkelerin, kendi çıkarları dışında, Türk'ü ya da Kürt'ü sevmek, Kürtlere devlet kazandırmak ya da Osmanlı’yı canlandırmak gibi bir kaygıları yoktur; bunu hiçbir zaman unutmayalım.