OSMANLI VE CUMHURİYET AYRILMAZLIĞI

Abone Ol

Birkaç yıl önce, Kosova İslam Birliği Başkanı Recep Boya, Sırpların kendilerini Osmanlı’nın devamı olarak gördükleri için öldürdüklerini ve etnik bir temizliğe giriştiklerini söyledi. Boya, "Sırplar, Boşnaklara saldırırken, ‘Siz Osmanlı’nın devamısınız, Türk’sünüz' diye öldürüyorlardı. Bizi de Müslüman ve Türk olarak görüyorlar” demişti. Düşünün Avrupa’da bir avuç azınlık olan Kosovalıları bile Osmanlı sayan zihniyet belki resmi söylemlerinde bunu dile getirmiyorlar ama düşünceleri budur. Aslında bu gerçeği kimse inkâr edemez biz ne yaparsak yapalım Avrupa Devletleri Türk Devleti’ni Osmanlı’nın devamı saymaktadırlar. Biraz hafızamızı yoklayacak olursak; Lozan görüşmeleri sırasında bırakın imzacı devletleri gözlemci devletler bile; “….siz Osmanlı Devleti’nin devamısınız ve o’nun borcunu da ödeyeceksiniz,” diye baskı yaptılar. Siyasal ve kültür anlayışta Osmanlı’nın devamı olduğumuz, doğrudur. İşte size bu görüşü destekleyecek birkaç örnek; Erzurum kongresi ve Sivas Kongresi kararlarında bile; “Milli irade padişahı ve halifeyi ve pay-i tahtı kurtaracaktır.” Kararlığında olmamız zaten buna bir dayanaktı. Ayyıldızlı bayrağı bile değiştirmeden kabul ettik. Gerek Avrupa Devletleri ile gerekse diğer komşularımızla olan antlaşmaları başta 1639 yılında İran’la yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması’nı kabul etmemiz bile başlı başına Osmanlı kültüründe ayrılamayacağımızın ispatıdır. Ayrıca “Osmanlı’da” “Cumhuriyet’e” kalan sosyal ve kültürel kurum ve kuruluşların yanı sıra adli, idari, askeri ve emniyet teşkilatının devamı da en açık bir örnektir. Kurtuluş Savaşı sırasında, Türkiye, Suriye'yi işgal eden Fransa ile masaya oturdu ve Ankara'da 1921'in 20 Kasım'ında bir ''ön barış antlaşması'' imzalandı. Fransa, antlaşmanın 9. maddesiyle Osman Bey’in dedesi Süleyman Bin Kaya Alp’ın mezarının bulunduğu Caber Kalesi'deki,''Türk Mezarı’nın Türk toprağı olduğunu, Türkiye'nin malı olarak kalacağını ve mezara Türk bayrağı çekileceğini kabul ediyordu. Türkiye'nin yeni sınırları 1923'ün 24 Temmuz'unda Lozan'da son şeklini alırken Fransız heyeti bunu aynen kabul etmiştir. Yani Suriye'nin kuzeyinde ve Fırat nehrinin sol kıyısında kalan bu kalede 1921 yılından beri Türk bayrağı dalgalanmaktadır. 1845 yılında kurulan Polis Teşkilatı, 1868 yılında Sultan Abdülaziz döneminde “Meclisi Vâlây-ı Ahkâmı Adliye” olarak kurulan Yüksek Mahkeme Cumhuriyet döneminde halen Danıştay olarak devam etmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerini kuruluş tarihi M.Ö. 2009 yılına kadar götürülmüştür. Osmanlı Devletler Topluluğu fikri, kimi gazeteciler, siyasetçiler ve devlet adamları tarafından zaman zaman tartışılan bir meseledir. Kurulması düşünülen bu birlik, ilk aşamada siyasî bir hedef taşımasa da, pek çok ülkenin Müslüman toplumlara karşı tavrını etkilemesi bakımından önemli bir etken olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlıdan aldığı miras ile bir zamanlar Osmanlı yönetimi altında yaşamış olan milletleri kültürel ve sosyo-ekonomik olarak ilgisi ve etkisi altına almak zorundadır, bunu da başaracak güçtedir. Manevi olarak çok zor bir miras devraldı Cumhuriyet... Devralınan maddi borç dışında, manevi yüklemle yoğun yoksulluk devraldı, gerilik devraldı, ilkellik devraldı... Bunlardan “maddi” anlam yüklenenler hariç gerisi tamamen ağır manevi miras yüküdür. Bunun tam karşılığı Ortaçağı devir almaktı... Böylesine ağır bir miras karşısında Mustafa Kemal ve arkadaşlarını bekleyen iki önemli iş vardı; Vatanı kurtarmak, Sonra milleti kurtarmak... Vatanı kurtarmak, hemen hemen imkânsız bir olaydı; paylaşılmış Osmanlı coğrafyasından geriye kalan ana yurt Anadolu da işgal altındaydı... İç ve dış düşmanlar seferber olmuşlardı; Türk varlığını Anadolu’dan silmekti hedefleri! Mustafa Kemal ve arkadaşları bunun farkındaydılar; en yakın mesai arkadaşlarından gelen “yabancı manda” tekliflerin hiç birini kabul etmedi; kendine ve milletine inandı, güvendi ve imkânsızı başardılar; milletin desteği Allahın yardımı ile başardılar... Bu, dünyada görülmemiş, görülemeyecek bir mucizeydi... Sonuçta en belirgin olarak görülen bir mucizeyi yarattılar... Vatanı kurtardılar... Ama milleti kurtarmak, yani Ortaçağdan Yeniçağa çıkarmak, aydınlanma dönemini başlatmak, oku-yazar yapmak kolay değildi... Hele Padişahın “tebaası” olan halkın sadece “ümmeti” sayıldığı bir toplumu “millet” yapmak, padişahın “kulu” olan halkı “yurttaş” yapmak, “birey” yapmak çok zor bir işti Halk ümmetti, millet oldu... Devlet bir ailenindi, milletin oldu... Vatan bir aileye aitti, milletin oldu... Millet “kul”du “birey” oldu, “yurttaş” oldu... Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı sonrası, Asya ve Afrika’daki devletler onu örnek aldılar. 2005 yılında Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika, zamanın Dış İşleri Bakanı şimdilerde cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’e şu sözleri söylemişti: “Osmanlı Devleti’nin bıraktığı boşluk doldurulamadı. Güçlü ve hoşgörülü Osmanlı düzenine her zamankinden çok ihtiyacımız var. İngiltere eski sömürgeleriyle Commonwealth’i kurdu; sömürge düzenini devam ettiriyor. Osmanlı bizi asla sömürmedi; niye biz Osmanlı düzenini devam ettirmeyelim? Biz, Osmanlının parçasıyız. Biz Cezayirliler, Osmanlıyı Cezayir’e davet ettik, ama gitmesini istemedik. Osmanlı Milletler Topluluğu’nu kuralım…” Tarihini doğru okumuş bir devlet adamı Buteflika! Bakınız bugün gerek Mısır gerek Filistin, gerekse Asya, Afrika ve Avrupa’daki Müslümanlara ve Türklere yapılan haksızlıklara yine Türkiye Cumhuriyeti Devleti ses çıkarmaktadır. Balkanlardaki huzursuzluk, Kafkaslardaki belirsizlik, Ortadoğu’da sürüp gelen savaş, ancak ve ancak bir zamanlar buraya egemen olmuş Osmanlı modeliyle ve Cumhuriyet aşığı, Osmanlı torunlarıyla giderilebilir. Eski Ankara Belediye Başkanı, Bilecik mebusu ve Atatürk’ün çocukluk arkadaşı Asaf İlbay anılarında şunları yazar; “Bir Balkan Birliği’ne lüzum vardır. Beni bırakınız, partinin lideri olarak Balkanlarda bir geziye çıkayım. Balkan devlet adamları ile bir bir konuşayım. Bir Balkan Birliği kurmalıyız. Dünyanın ufuklarında kara bulutlar görüyoruz. Balkan Birliği kurulabilirse bir Avrupa Birliği’ne yol açılır. Batı Devletleri’nin de ergeç birleşmesine zorunluk doğar” demiştir. Bir zamanlar Osmanlı kültürünü yaşayan devletleri bir arada toplamak isteyen Mustafa Kemal olmuştur. Ne yazı ki, bu durum pek az kişi tarafından bilinmektedir. Acaba Balkan Paktı, Sadabat Paktı ve Bağdat Paktı hangi amaçlarla kurulmuştur. Bütün bunlar bir araya getirildiğinde Avrupa bugün ile dünü karşılaştırdığında elbette bize, “Osmanlı’nın devamısınız,” diyecektir. İşte Avrupa bu nedenle Mustafa Kemal’i ve onun kurmuş olduğu devleti kabullenememişlerdir. Kısacası; Cumhuriyet kurulunca sanki Osmanlı’yı ayak tutan millet yok mu oldu; hayır tam tersine kurucusu olduğu milletiyle ve anavatanı ile yine yukarıda belirttiğimiz gibi, Osmanlı’nın birçok kurum kuruluş ve antlaşmalarını olduğu gibi kabul edilmiştir. Osmanlı Hanedanlığı’na son verdik, Osmanlılıkta kurtulduk diyenlere de; Osmanlı Hanedanlığına son verildi Osmanlılık bitti diyenlere de bir çift sözüm var. Devlet felsefesi ile hanedanlığı birbirine karıştırmayalım. Roma’da veya Fransa da olduğu gibi “sadece rejim” değişmiştir. Osmanlı Devleti’nde görev alan yöneticilerin binlercesi hatta, aynı unvanlarla makamlarına devam etmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti gücünü, birlik ve beraberliğini “Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda” sembolleştirmiş ise; Bırakın Avrupalılar bize ister, Osmanlısınız desinler, Selçuklusunuz, Gaznelisiniz desinler fark etmez. Zaten biz tüm dünyaya bu forsun üzerinde olan devletlerin “devletin devamlılığı esasını” kabul etiğimizi ilan etmişiz. Ben bunlarla da gurur duyarım. Yeter ki biz “Osmanlı Cumhuriyet ayrılmazlığı” kültürünü kabul edelim. Bu bize yeter.