"... Zeynep Nine, bir zaman uzun uzun düşünmekle geçti. Olduğu yerde ağırlaştı. Dudakları derin bir ye'sle bükülerek uzun ve dolaşık bir Türk nağmesiyle yanık yanık şunları söyledi: "Gün karardı, gece yere süzüldü,/Issız illerde yürekler üzüldü. Baykuş öttü, ses yok gamlı derede/Kara toprak söyle yavrum nerede" Evet yukarıdaki paragrafta anlatıldığı gibi Balkanlar'da, Trablusgarp'ta, Yemen'de, Hicaz'da, Kudüs'te ve hasılı üç kıtada Türkler savaştılar. Bugün Osmanlı yeryüzü haritasından çekildi çekileli hâkim olduğu bölgelerde huzur ve sükûn olmadı. Bilakis günden güne bölge halkları birbirini boğazlar oldu. Önemli tarihi belge ve hatıralardan yola çıkan ve akademik bir derlemeye tabi tutan Ydr. Doç. Dr. Nesime Ceyhan, Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya savaşlarındaki insanlık dışı uygulamalara, 'Osmanlı Dağılırken Ağlayan Hikâyeler' başlığıyla dikkat çekiyor. Nesime Ceyhan titiz ve bir o kadar mühim ve dikkate değer bir çalışma yapmış. Kutluyorum. 'Osmanlı Dağılırken Ağlayan Hikâyeler' adlı kitap serisi fikri Ceyhan'ın aklına 2006'da tamamladığı 'İkinci Meşrutiyet Devri Türk Hikâyeciliğinde Tema' başlıkla doktora tezini hazırlarken düşüyor. 1911 Trablusgarp Savaşı, 1912-13 Balkan Savaşları ve 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı'nda yaşanan gerçek hikâyeleri yeni yazıya aktarıp kitaplaştırmayı kararlaştırıyor. Önceliği Balkan Savaşları hikâyelerine veriyor Ceyhan. Tespit edebildiği 66 hikâyenin 29'unun yer aldığı serinin ilk kitabı 'Balkan Savaşı Hikâyeleri'nin ilk baskısı Selis Kitaplar yayınevi tarafından geçtiğimiz Temmuz ayında piyasaya sunuldu. İkinci sıradaki Trablusgarp Savaşı Hikâyeleri de geçtiğimiz Kasım ayında çıktı. Bu kitapta ise Ceyhan'ın, Osmanlı matbuatına yansıyan 26 hikâyeden yeni harflere çevirdiği 25 hikâye neşredildi. Hikâyelerden birinin ismi "Türk kanı" ismini taşıyor. İlk paragrafta da alıntı yaptığım gibi (s.162-163) Ahmet Necmettin'in, Halka Doğru, da yayımlanan (1913) tarihli yazının son sayfasında (s.166) şu cümlelerle Türk kanı anlatılıyor; "Türk oğlu kavgadan asla kaçmaz, kahpe düşmanın önüne çıktığı zaman her şeyi unutur. 'Allah' dedikçe yer gök zıngır zıngır sallanır. Ulu dağlar inler... Cenk zamanında, tehlike sırasında Türk kanı damarlarında rahat etmez. İşte biz gidiyoruz. Allah yardımcımız olsun, millet duacımızdır. Bize başka bir şey lazım değil. Bunun üzerine hepsi birbirine sarıldılar, büyük bir safvet ve itimatla bu üç yiğidi selamladılar, kapıdan çıkarken hepsinden fazla müteessir görünen Zeynep Nine hazin bir hilm ve sükûn ile: -Git, diyordu; sen de git..." İşte Türk kanı bu demekti. Sorgusuz, sualsiz, millet namına, Allah namına ölmek... Nesime Ceyhan'ın eline sağlık. Yazar; tarihî vesikalarla, göçler arasında en fazla acının, savaş sebebiyle mecburen meydana gelenlerinde hissedildiğini ortaya koyuyor. İnsanların doğup büyüdükleri toprakları, daha iyi imkânlara kavuşmak için değil, katliama kurban gitmemek için terk etmeleri acıların en acısı. Ancak tarihte yaşananların önemi ya da etkinliği, ne kadar gündemde tutulduklarıyla yakından ilgili. İşte, Ermenilerin 1915'te Anadolu'dan tehcir edilmesi (mecburi göç) bugün bile hâlâ taptaze. Üstelik Batılı ülkelerde yapılan lobi faaliyetleriyle tehcirin adı. Son olarak Fransız Meclisi de, 'Anadolu'da Ermenilere soykırım yapılmamıştır' diyenlere para ve hapis cezası öngören kanun teklifini kabul etti. Oysa Türkler yani Evlad-ı Fatihan, 18'inci yüzyılda ve 19'uncu yüzyılın başlarında göçlerin en acısını tatmıştı. Trakya'nın doğusuna, en nihayetinde de Anadolu'ya kaçamasalar, onlar da milyonlarca kardeşleri gibi katledileceklerdi. Peki, tarihteki tehcirlerden sadece biri, onlarca ülkenin meclisinde nasıl da bir 'soykırım' diye tescil ettirilebiliyor? Buna karşılık Türkiye, kendi tezlerini niye algılatamıyor dünyaya? Aslında bu soruların siyasi, ekonomik, kültürel ya da konjonktürel yaklaşımlar içeren pek çok cevabı olabilir. Ama biri var ki, hepsinden daha gerçekçi: Biz tarihi tarihin derinliklerine gömüyoruz; yani yazmıyoruz. Sözlü tarih çalışmalarıyla nesilden nesile aktarmıyoruz. Bu yüzden Evlad-ı Fatihan'ın Balkanlar'da uğradığı katliamlardan bırakın dünyayı; Türkiye'nin genç kuşağı bile habersiz. 1990'larda Sırpların, Boşnak Müslümanlara reva gördüğünden daha da beterdi belki Bulgar, Rus ve Yunan katliamları. Balkan savaşlarındaki mezalimi ve Osmanlı dağılırken ağlayan hikâyelerin büyük kısmında, bilhassa Bulgar ve Yunanların Balkanlar'daki Müslüman köylerinde yaptıkları katliam gözler önüne seriliyor. Öyle bir vahşet ki bu, kundaktaki bebeğe, yatalak hastalara ve yaşlılara bile acınmıyor. Kadınların ırzına geçiliyor. Mukaddes mekânlar tahrip ediliyor. Trablusgarp, Kuzey Afrika'da yer alan, yüzü Akdeniz'e dönük, stratejik bir mekândır. 1551-1912 arası tam 361 sene Osmanlı topraklarının bir parçası olmuş ve merkezle daima uyum içinde bulunmuştur. İtalyanların "Bir deniz gezintisi" olarak isimlendirdikleri ve birkaç gün içersinde düşeceğine inandıkları Trablusgarp toprakları, tarihin cesaret dolu altın harflerle yazdıkları sayfalarına ilave yapacak tarzda kahramanda müdafaa edilmiştir. Bilhassa Mustafa Kemal ve Enver Beylerin direnişçileri yönlendirmeleri tarihe geçeçek niteliktedir. Amerikalı Profesör J. Mc. Charty ne diyor: "Araştırmaya başladığımda hep Batı'da Ermeni ve Rum katliamı olduğundan söz edilirdi. Ama 1829 ile 1923 yılları arasında 5 milyon Türk ve Müslüman Balkanlar'da ölmüştür, öldürülmüştür." Yazar Necibe Celhan'ı böylesine önemli ve tarihi olayları neslimiz için kaleme ortaya çıkardığı için ne kadar teşekkür etsek azdır. Her iki kitabı da okurken geçmişimizi bilip, geleceğimize ona göre şekillendirme hayali kurma dileğiyle iyi okumalar diliyorum. "Balkan Savaşları Hikâyeleri", "Trablusgarp Hikâyeleri", Yrd. Doç. Dr. Nesîme Ceyhan, Selis Kitaplar.