Osmanlı’nın boşalttığı, daha doğrusu Osmanlı’nın terkettiği, aslında Osmanlı’nın ister istemez çekilmek zorunda bırakıldığı Ortadoğu; 1918’den beri, o gün bugün lâyık olduğu idareye kavuşamadı, kavuşturulamadı. Osmanlı’yı Ortadoğu’dan uzaklaştıranlar, Osmanlı’yı dünya haritasından silenler, onun yerini bir türlü dolduramadılar.

     İçten dıştan kumandalı, sözde, iğreti ve sığ devletçikler kurdurdularsa da; bu da istenen neticeyi hâsıl etmedi. Doymayan hırslar, zabtu rapta alınamayan kuvvetler; kuvvetli oldukları için daha fazla hak talep etmeye kalktılar. Kendi kurup, kendi besleyip büyüttükleri devletlerin varlığını bile çok görmeye başladılar. Kendi yörüngelerinde olduğu halde, varlıklarına tahammül edemez bir duruma geldiler, onları yutmak konumuna düştüler.

     Ortadoğu; petrol kaynaklarının yoğunlaştığı bir bölge olduğu için, hem ABD hem de AB’nin daha fazla iştahını çekmekte. 20-30 sene sonrasının hesapları, bugünden görülmek istenmekte. Yarınlara ortaksız bir şekilde çıkmanın plân ve programını yapmaktalar. Saltanat ortak ve şerik kabul etmediği için; hem ABD hem de AB, Ortadoğu’da tek başına kalmak istemektedir.

     20-30 yıl sonra kuvvetli bir Türkiye; güçlü bir İran; istikrara kavuşmuş bir Irak; yarın Süveyş’in bekçisi olacak bir Mısır’ın varlığı; şimdiden AB ve ABD’nin geleceklerini; karanlık ve puslu görmelerine yol açıyor. Şimdiden bu devletlerin defteri dürülmek isteniyor.

     AB, ABD’nin vesayetinden kurtulmak istiyor. Avrupa kendi kendine yeter olmak istiyor. Bir daha ABD’ye muhtaç olmak istemiyor. ABD’ye karşı minnet duymaktan kurtulmak istiyor. 

     Nitekim bunun için Nato’da oldukları halde, ona ihtiyaç duyurmayacak bir Avrupa Ordusu’nun kuruluş aşamalarında adım adım ilerliyor.

     Fakat AB’nin daha doğrusu AB’nin patronları hükmünde olan Almanya ve Fransa’nın damarlarında, onları yaşatacak kan akmıyor. Yani teknik ve medeniyetin kanı mesabesinde olan petrolleri yok. İşte bu açıklarını kapatmak için, her biri Ortadoğu’da bir köprübaşı edinmek istiyor.

     Ortadoğu kendi hegemonyalarında olsun istiyor. Ortadoğu devletleri kendi güdümlerinde kalsın arzu ediyor. Bundan dolayı özellikle Türkiye’yi karıştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

     Her türlü yıkıcı ve bölücü faaliyetlerin ardında yer alıyor. Utanmadan yüzümüze gülebiliyor. Tavşana kaç tazıya tut politikasını yüzsüzce tatbik ediyorlar.

     AB’nin Ortadoğu’ya yerleşmesini istemeyen ABD de, yıkıcı faaliyetlere içte dışta destek veriyor. “Yeni oluşumlar; AB’nin değil, olacaksa benim güdümümde olsun ve olmalı” diyor. Bu maksatla her türlü yer üstü, yer altı faaliyetleri gizli açık yürütüyor. Maalesef, Türkiye’ye karşı bu faaliyetini de -yeri geldikce- tehdit unsuru olarak kullanıyor.

     Ayrıca, Ortadoğu’da asıl söz sahibi olmak isteyen biri var ki, sanki ortalarda yok gibi. Ama asıl perde gerisinde ipler onun elinde. Yani İsrail’in. 

     Evet, ABD’yi harekete geçirici asıl gücün kaynağı İsrail Devleti’dir.

     Çünkü, Ortadoğu’da kuvvetli bir İslâm Devleti’nin varlığı uykularını kaçırıyor. Yerinde rahat uyuyamıyor.  Bu yüzden Irak’a saldırıyı herkesten çok o istiyordu. Çünkü zâlimdir. Zâlim ise korkak olur. 

     Bu yüzden Irak’a saldırıyı isteyenlerin ve hattâ Irak’a saldırıyı başlatanların veya başlatacakların başında o geliyordu. Çünkü sınırsız emelleri vardı. Çünkü Nil’den Fırat’a kadar büyük İsrail Devleti peşindeydi ve peşinde.   

     Çünkü GAP’ta ve GAP’ın suladığı uçsuz bucaksız topraklarda gözü vardı. Hâlen de var.

     Nitekim kurduğu hayaller sebebiyle; alt yapı çalışmalarını başlatmış durumdaydı.

     Sinsi sinsi, dolaylı yollardan Güney Doğu Anadolu’da toprak edinmeleri, arazi alımları; bunun en büyük göstergesi olarak bugün bile karşımıza çıkmakta.

     İsrail’in nasıl büyük hedefler peşinde koştuğunun (2003), bunu gerçekleştirmek için, dünyanın süper gücü ABD’yi emellerine nasıl âlet ettiğinin -şüphesiz- farkındaydık ve farkındayız.

     Irak’a saldırmak isteyişin sebepleri -o zamanlar- o kadar çoktu ki, anlatmakla bitmez. Saymakla tükenmez.