Dolaylı yollardan etkisini azaltmak, yetkisini kısmak istiyorlar. Bunu da bizlerin eliyle yaptırmanın binbir plan ve desîsesi içinde uğraşıp duruyorlar. Bu uğurda sinsice çalışıyorlar.

Binaenaleyh oyuna gelmeyelim. Cilalı sözlere kulak tıkayalım. Olur olmaz sözlere kanmayalım. Çünkü zehir bile altın kupa içinde sunulur.

Unutma! Tuzak câziptir, çekicidir. Düşmeye gör, kurtulması imkânsız olabilir. Ayağını denk al! Yoksa son pişmanlık fayda vermez.

Kim ne derse desin. Bu milletin iki dayanağı var. Önce Allah, sonra Türk Ordusu.

Emin olun, haklı veya haksız ordu bazan gidişatı frenlemese; ülke kaosa, karışıklığa sürüklenir.

Kimi siyasîlerin muhakemesizlikleri, soyut düşünmeleri, zaman ve zemini kollamamaları, sadece doğru düşündüklerine inanmalarıyla yetinmeleri, aşırılığa kaçmaları, sırf idealist olup, ideal davranmaları, realist olmayışları ister istemez ordu engeline takılıyor.

Çünkü idealist olmak kolay, realist olmak zordur. Biri yapamayacağı şeyin peşine düşmek; diğeri yapabileceği şeyin arkasından gitmektir. Biri irade edemeyeceğini temennî etmek; öteki irade edebileceğini istemektir.

Ordunun ikaz ve uyarıları ise düşülecek aşırılıkları önlüyor. Adımların temkinli atılmasını sağlıyor. Böylece gelişmeleri kıvamında tutuyor. En azından tedrîc kanunu dışına çıkan veya sürüklenenleri kendine getiriyor. Tabii ve doğal mecra ve seyrinde kalmasını temin ediyor.

Bu suretle, insanların zamansız ve yersiz zuhurat karşısında gösterecekleri hazımsızlık, kabulsüzlük önlenmiş oluyor. Bunun sonucu olarak çıkması muhtemel ve olası huzursuzluk, taşkınlık ve karışıklığın da önüne geçilmiş oluyor.

Gerçi politikacı, davasından vazgeçmiyor. Hedeflediği politika doğrultusunda faaliyetini yürütüyor ve yürütmeli de.

Sadece bugünden yarına ihtiyaç duyulan hayatî / yaşamsal geçişler, lüzumlu yenilikler ve yapılanmalar; yumuşak bir şekilde gerçekleşiyor. Ağır ağır ve zararsız şekilde. İşte bu Türk Ordusu sayesinde oluyor.

Azîz okur! Eve, fırtına da girmek ister, güneş de. Biri pencere camını kırarak, zorla, tahrip ederek girmeye kalkışır. Öteki camı mamı kırmadan, pencereyi söküp atmadan sessiz sedasız girer.

Başka bir ifadeyle; fırtına asık bir çehreyle girmek ister. Bu yüzden tepkiyle karşılanır, girmemesine çalışılır. Girse de hoş karşılanmaz. Zoraki tahammül olur ancak.

Güneş ise mütebessim bir çehreyle, güler yüzle girer. Tebessümü yüzünden eksik olmaz. Yüzü sıcaktır. Isıtır. Kabul görür. Hoş karşılanır ve benimsenir.

İşte Türk Ordusu, bir bakıma Türkiye’de fırtına estirmek isteyenlere karşı tavır koymak zorunda kalan millî bir müessese ve kurumdur. Ancak görevini yerine getirmektedir.

Velhasıl Türk Ordusu, her türlü aşırılığın önünde millî bir seddir.

Haklı olarak diyeceksiniz ki, doğru mu bu? Aslında doğru değil elbet. Fakat neylersiniz ki, yakın tarihimizde taşlar yerinden oynatılmış bir kere. Devletin seyri çok değişik mecralarda akmış.

Akıtılmış, ölçü elden kaçmış, kaçırılmış. Âdeta bir fetret, bir geçiş devri yaşanıyor hâlâ. Çok dikkatli olunmak, tedbiri elden bırakmamak zorundayız.

Elbette hepimize düşen görevler var.

Ama caydırıcılık gibi bazı vasıflar;

Söyleyin Allah aşkına başka kimde var?