Aslında insanlık tarihinin varoluşundan bu güne, Türk’ün ayak bastığı her coğrafyada kurmuş olduğu her devlet vatan parçamız, milletimizin onuru, gururu olmuş, bu gazi topraklar uğruna; nice koç yiğitler hayatlarını seve, seve feda eylemiştir.

 1071’den beri Anadolu’daki varlığımızı, ayak izlerimizi silmek isteyen küffara karşı açılan bayraklarımızın altında kahramanca savaşan atalarımızın kılıç şakırtılarının, kahramanlık türkülerinin hala işitildiği yaşanmışlıkların, sadece bu son yüzyılına dahi baksak: 

 Biz Türklerin hayat hakkımızı savunmak, ata yadigârı topraklarımızı elde bulundurabilmek adına, dünya milletleri karşısında öylesine şanlı direnişler sergilediğimiz, öylesine büyük mücadeleler verdiğimiz görülür ki; tarihin unutmaz hafızası, bu mücadelelerle birlikte; kan ve can bedeli ödeyerek kazanılmış nice muhteşem zaferlerimizi de anlatır.

 4000 yıldan beri vermiş olduğumuz bu mücadelenin, tarihe kazınmış özgeçmişimizin ön sözü daima ‘Önce Vatan’la’ başlamış; 

 Türk Milleti vatan sevdası uğrunda neler yapabildiğini, yapabileceğini tarihin unutmaz hafızasına kanıyla, canıyla nakşetmiş; 

 Son sözü ise:

 ‘’Vatan Sana Can Feda’’ ile bitmiştir.

 Onun içindir ki, Türk’ün bükülmez bileğinin, yenilmez yüreğinin güç kaynağında daima devletine olan sadakati, bayrağına olan düşkünlüğü, milletine olan bağlılığı ama hepsinden önde geleni; vatan sevdası olmuştur.

 Dünyanın hangi coğrafyasında yaşarsa yaşasın, kendisini böylesine büyük bir milletin, Türk Ulusunun ayrılmaz bir parçası olarak gören her yurttaşımız bunun gücüyle, gururuyla, onuruyla yaşamış; yaşamaya devam edecektir.

 Ancak bu sarsılmaz, yıkılmaz güç birlikteliğimiz üzerinde özellikle 2000’li yılların başından itibaren büyük bir oyun oynanmaya başlanmış, 1999 ekonomik krizinin aşıldığı, son asırda yaşadığımız en büyük deprem faciasının yaralarının sarıldığı, terör belasının adeta kökünün kazındığı bir dönem yaşanırken; 

Sanki sihirli ama zehirli bir değnek dokunmuşçasına; ‘’Milenyumlu Yıllarla’’ birlikte vatanımızın üzerinde yeniden kara bulutlar dolaşmaya başlamıştır!

 Cumhuriyetin kuruluşundan 2000’li yılların başına, ülkemiz pek çok badireler atlatmış, pek çok kritik süreçlerden geçerek bu çalkantılı dönemlerden başarıyla çıkmasını bilmiştir.

 ‘10’ların İzleriyle Türkiye’ kitabımda anlatmış olduğum bu uzun süreç sonrasında kaleme almış olduğum; ‘Kırılmadık Ne Kaldı- Zaman Asla Kaybolmaz 2002-2015’ isimli kitabımda da bu yıllar arasında yaşanan olayları kronolojik bir sırayla, tarafsız bir gözle analiz etmiş, bu dönemde yaşanan önemli olayları anlatmıştım.

 ‘Önce Vatan’ adını vermiş olduğum kitabımın bu bölümünde ise; vatanımızın son 15 yılına damgasını vuran çok önemli olayların analizini yaparak tarihe not düşmek istiyorum.

 Yapacağım analizin öznesinde; vatan kavramımız olacaktır. Çünkü tarihin her döneminde Türk Milletinin önceliği vatanını korumak, kollamak olmuştur. 

 Doğru olan da budur.

 Yaşam gücümüzün kaynağı da, vatan topraklarımızdan gelmekte değil midir?

 Geçmişten geleceğe, nesillerden nesillere kalan her ne varsa:

 Öncelikle günü yaşayan genç kuşaklara, tüm bu değerleri sarıp sarmalayan vatan bellediğimiz bu topraklara, asırlık bir çınar ihtişamıyla dimdik duran Cumhuriyet Türkiye’sine emanet değil midir?

 Onun içindir ki, kimi siyasi kıstasları değil; sadece yaşanan, vicdanımıza kazınan gerçekleri, tarihe not düşen olayları esas alacağım.

  Tarihin hafızasına kaydolan gerçekler; bize ders olabilecek olaylarla dolu olduğu halde; biz bu yaşananlardan gereken dersi çıkartamıyorsak eğer, gelecek kuşaklara yol gösteren nedir? Ne olacaktır?

 Tarihin unutmaz hafızası değil midir? 

 O nedenledir ki; vicdanımıza kazılı gerçekler, tarih sayfalarına da yol gösterendir.

 Tarihin 4000 yıllık derinliklerinden gelip; bugün Türk’ün kim olduğunu, asırlara nasıl yön verdiğini, çağ açıp çağ kapattığını, o muhteşem geçmişimizi tarih sayfalarından okuyarak, günümüzde yaşananlarla nasıl mukayese edebiliyor, nasıl ki yol haritamızı yeniden çizmemiz gerekliliğini görüyorsak; bunu tarih yazıcılarına borçlu olduğumuzu unutmamak gerekir.

 Ama tarihi gerçekleri saptırmadan, tarihi yeniden yazdığını söyleyip de; tarih sayfalarına yaşanan gerçekleri değil de, kendi gerçeğini yazmadan!

 İşte bu bakış açısıyla değerlendirdiğimizde;

 2000’li yılların ilk çeyreğinin sonunda Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yaşanan en önemli sorun; Türk Milletinin giderek kutuplaşan bir görüntüye büründüğüdür.

 Büyük Türk Ulusunun bu yaşlı gezegende kurmuş olduğu her devletin önceliğinde milletimizin ‘vatan sevgisi’ olmuştur.

 Ben bir tarih yazıcısı değilim.

Ancak aşağıda okuyacağınız bölüm; 27 yıldan beri yazan kalemimin ardında kalanların, tarihin unutmaz hafızasına kaydolmuş olayların, tarafsız bir gözlemle yapılmış analizidir.

Hem gerçeklerin dili, hem gönlümden yansıyan duyguların ama en çok da vicdanımın sesiyle…