Yapamadıklarına, yaşayamadıklarına iç geçiriyordu bir kısmı. Pişmanlıklarına, kırdıklarına üzülüyordu. Hayatın kısalığı karşısında boş geçirdiği vakitlere hayıflanıyordu. Ama kimse pişman değildi savaşta olmaktan. Herkesin yüreği daha bir büyümüştü. Kazanmak gibi bir gaye ile çatışıyordu.
Kazanmak... Neyi, niye ve kime karşı? Hayatın en önemli kavramlarından biriydi aslında kazanmak. İlk gün itibariyle bu öğreti ile hayata hazırlanıyorduk. Büyük balık olma zorunluluğuyla. Korku en büyük düşmanımız olmakla beraber, içimize yerleşen en büyük duygu olmayı da beceriyordu. Yalnız kalmaktan korkuyorduk. Zayıf olmaktan, güçsüz kalmaktan, ezilmekten korkuyorduk. Düşmekten... Düşersek kanayacak dizlerimizden korkuyor, annemize sığınıyorduk, tüm çocukluğumuzla.
Çocuk kalmaktan korkarken zamanla büyümekten korkmaya başladık. Aşık olmaktan korktuk. Aşk acısının ıstırabı devreye girdi bu defa. Kaybetmekten korkmaya başladık. Sevdiklerimizi, sevenlerimizi büyük bir bencillikle yanımızda istedik ve sırf ölümden korktuğumuz için sevdiklerimizden uzaklaştık. Kendimizden korkmaya başladık bu defa. Tehlikeli boyutlarda düşünebiliyor olmanın korkusu sardı benliğimizi. En korkunç şeylerle doldurduk içimizi. En ıstıraplı dar vakitlerde ihtiyacı olan insanlara sırt çevirmeyi büyük bir pişkinlikle öğrendiğimizi fark ettiğimizde kendimizden müthiş korktuk.
Vicdan! Girdi devreye. Onun sayesinde bazı şeylere ket vurmayı becerebildiysek ne ala! Beceremediysek vay halimize... Korktuk! Düşüncelerimizden, yüreğimizden, dilimizden korktuk. Kemiği yok ki dedik, istediğimizi söyledik. Kırdık mı? Üzdük mü? Demeden gelişi güzel savruldu yakıcı sözler. Yüreğimize laf geçmiyor dedik. Aşk ıstırabı çektirdik, çektiğimiz acıları çekmeyenlere çektirmek adına! Toy yüreğimizi zaman içinde öyle gelişi güzel kullandık ki, olgunlaşacağı yerde dolgunlaştı ama içi kof kaldı.
Ağlamanın büyüsü, biz büyüyünce kayboldu. Küçükken en ufak şeyler canımızı acıtıp, ağlatabilirken; büyüdükçe kocaman acılar karşısında direnmeyi öğrendik. Korktuk! Tehlikeli boyutlara ulaştırdığımız bu yüreksizliğin temelinde yatan en önemli şeyin vicdan olduğunu unutarak körü körüne dünyaya bağlandık.
Durmadan konuşan insanların, konuşmadan durmayı öğrendikleri vakit devreye vicdanın gireceğini bilmeden, fütursuzca konuştuk. Mükemmeliyetçiliği öğretmeye çalışanların ne kadar mükemmel oldukları kuşku götürmezdi!
ÖMRÜ ELİMDE KALDI
Sazın tellerine vurur oldum
Gözlerim görmez oldu
Yanık buğday tenini
Gel de geleyim
Sev de seveyim
Terk edilmez bu yüksek minareli şehir gayri
Sevilir de,
Yine de varılmaz yârin
Gül kokan varlığına.
Dalımdan indi yapraklar
Birer birer
Bekledi gelecek baharı
Gün; oysa
İçimde doğdu.
Yârin adından gayrı
Tattı her bir baharı.
Soluksuz kaldı dokunuşlar
Sessiz, baharsız, cansız.
Elime aldım bir çiçek
Ömrü elimde kaldı
Ömrü yüreğimde
Ömrü gözlerimde
Ömrü...
Öm..
...
Melda Zirek
Sevda Kaçsın Çayınıza.