Ölüm doğada ki bütün varlıkların ortak özelliği. Bitki, hayvan, insan, tabiat ve kâinat bir gün ölümle tanış olacak. Bunların içinde sadece insanoğlu bu dünyadan başka bir âleme (Tüm semavi dinlerin ortak görüsü) göç ediyor ki, bunun adına ölüm deniyor. İnsanoğlu binlerce yıldan beri ölümü yok edemedi. Onu öldüremedi. Her gün, dünyaya veda eden ortalama 300 bin kişinin şahitliği bize bu ölümsüz gerçeğini hatırlatıyor. Çok azımızın özlediği, çoğumuzun tarafından istenmeyen ölümden hiçbirimiz kaçamıyor. En kudretli devlet başkanları, en yiğit savaşçılar bile onun karşısında boyun eğdiler. En bilgiç doktorlar kendilerini kurtaramadılar. Ne ilk çağın ölümsüzlük şurupları, ne de günümüzün en modern tip teknikleri hayatın bu amansız takipçisiyle baş edemiyor. Bütün insanlara eşit davranan ölüm; mevki, meslek, servet, şöhret, ırk, din, yaş ve cinsiyet farkı gözetmeden bütün kapıları çalmaya devam ediyor. Yani ölüm yok olmak değil, sadece bu dünyadan başka bir dünyaya göçmek var. Böyle olmasaydı şair der miydi; “Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber;/Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber” (Necip Fazıl Kısakürek).Yine Mevlana hazretleri ölümü düğün gününe benzetir. Hazret, “Şeb-i aruz” yani sevgiliye buluşma günü olan ölümü özlemle beklediğini söylemiştir. Yunus Emre ise; “Ölümden ne korkarsın, korkma ebedi varsın.” diyor. Ölümü anmak, çok fazla hatırlamak toplum içinde pekiyi karşılanmaz. Ancak her an o bizimledir, ne zaman ve nerede yakalayacağı belli olmaz. Hazırlıklı olmak hepimizin görevi olsa gerekir. Bir kere her ölüm erken ölüm olarak görülür. 70–80 yaşında anne-babamız veya nine-dedemiz vefat etse yine erken ölümdür yakınları tarafından. İnsanın sevdiği birini kaybedince onun hakkında yazmak bir hayli zordur. Ancak bu yazıyı önce kendimin ibret alması, şair ve yazar Olcay Bey’e bir vefa ve dostlara bir hatırlatma olarak kaleme aldım. Bayramın bitimi ve 12 Eylül 2010 referandum günü aziz dost, şair ve yazar Osman Olcay Yazıcı hakka yürüdü. Allah gani gani rahmet etsin, ailesi ve yakınlarına başsağlığı diliyorum. Cenazesinde yüzlerce seveni onu yalnız bırakmadı. Osman Olcay Yazıcı orta yaşlı biriydi. Daha eldi yedi yaşına yeni merdiven dayamıştı. Aziz ve kıymetli dost, şair-yazar Osman Olcay Yazıcı Beyefendiyi yaklaşık onbeş yıldan beri tanıyorum. Kendisi bir şair ve yazar olmakla birlikte aynı zamanda bir aksiyon adamıydı. Gördüğü haksızlığa tahammül edemez behemehâl itiraz ederdi. İtirazı öyle cılız ve yasak savar kabilinden değildi. Öfkeliydi, aceleciydi ve birazda kavgacıydı. Onun bu sıfatları biraz Karadenizli oluşundan ve fıtratından da kaynaklanıyordu. Hak ve hakikatin alaya ve ayaklar altına alınmak istendiğinde ‘mukaddes öfkesini” gösteriyordu. Olcay Yazıcının dostları kaviydi. Onların bazıları hiç şüphesiz şunlardı; Yavuz Bülent Bakiler, Ekrem Kaftan, Dursun Gürlek, Mehmet Nuri Yardım, Cafer Vayni, Mahmut Çetin, Saadettin Kaplan, Mehmet Fatih Can, Kemal Çiftçi, Mehmet Uyar, Ünal Bolat, Bestami Yazgan, Yusuf Bilge, Yusuf Dursun, Enver Durmuş, Hakan Çebi. Ahmet Yüter. Osman Olcay Yazıcı mert ve aynı zamanda sert biriydi. Önemseyip anlattığı pek çok şeyi orijinal ve kendine mahsus bir üslupla anlatırdı. Anlatırken sanki karşısındakini kelimelerle dövecekmiş bir gibi yapardı. Onu ilk tanıyanlar bu nasıl konuşma diyebildi. Ancak O’nu tanıdıkça onun yöntemini öyle olduğunu ve içten gelerek ve inanarak anlattığı sonucuna varırlardı. Mehmet Nuri Yardım’ında işaret ettiği gibi, “Olcay Yazıcı tam inanmış bir mümindi.” Yusuf Bilge’nin belirttiği gibi; “O kendini, yüreğiyle taşralı, beyniyle evrensel bir insan olarak tanımlıyordu. Karınca misali Nemrut’un ateşini söndürmek için yola çıkmıştır.” Ünal Bolat’ın ifadesiyle, “O, atom karıncaydı.” Hüseyin Öztürk'ün yazdığı gibi MÜSİAD'tan bir hamlede işten çıkartılmıştı. Halbuki MÜSİAD'a ve ÜTESAV'a büyük hizmeti geçmiş ve önemli projelerini İTO değerlendirmiş. “Erdemli İşadamı” deyimini ilk dillendiren Olcay Yazıcı'ydı. MÜSİA'ın da marşını yazmıştı. Olcay Yazıcı iyi bir eşti. Ailesine ve çocuklarına bağlıydı. Onların üzerine titizlikle titrerdi. Dört yaşındaki oğlunu kendi ideali doğrultusunda yetiştireceğini bana birkaç kez söylemişti. Olcak Bey dostlarıyla görüşmekten büyük haz alan biriydi. Bu çerçevede Ekrem Kaftan ile çok içten sohbetlerinden bahsederdi ve Kaftan'ın kendisine açıldığını, kitap ve şiirleriyle ilgili sürekli istişare halinde olduğunu anlatmıştı. Dursun Gürlek'in sözünü dinlerdi. Hatta son referandumda Dursun Bey'in işareti yönünde oyunu kullanacağını söylemiş. Ancak oyu kullanmak nasip olmadı. Yedi Renk Ajansından İsrail ve Kemal Beylerle iletişim halindeydi. Ajanstan gelen bazı metinlerini zaman zaman düzeltirdi. Sanırım en çok uğradığı yerlerden biri de Mehmet Nuri Yardım'ın müdürlüğünü yaptığı Kubbealtı Vakfı'ydı. En önemli adreslerinden biriydi. Yazarlar Birliği'nin son İstanbul Başkanlığı seçimlerinde birlikte hareket etmiştik. Ancak işinden olur diye açığa çıkamamıştı. Son zamanlarda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın konuşma metinlerini bazen tamamen hazırladığını bazende düzeltiğini söylemişti 'İstanbul Kültür Başkenti 2010' etkinliği çerçevesinde. Tarih ve Düşünce Dergisi ve Biyografi Analiz dergilerinde birlikte yazmıştık. Zaman zaman bu çerçevede sohbetlerimiz oldu. Özellikle MÜSİAD'da çalıştığı yıllarda Saffet Yılmaz'ın yanına uğradığımda mutlaka Olcay Bey'i de ziyaret eder, genel bir durum değerlendirmesi yapardık. Her defasında, “Hoca daha sık gel” demeyi ihmal etmezdi. Kendisi bir gönül dostuydu. Dostlarıyla gerçekten tam dost ve tabiri caizse düşmanlarıyla da tam düşmandı. Olcay Yazıcı’nın şiir ve nesir eserlerinde özellikle dini ve milli kaygılar öne palana çıkar. Eserlerini kaleme alırken bir kanevce gibi inceden inceye nakşeder, şiir ve nesir yazılarını uzun uğraşlar neticesinde çıkartırdı. Şiirlere ve yazıları kendine mahsus orijinal, yerli ve toplumu aydınlatıcı mahiyettedir. Osman Olcay Yazıcı, şair ve yazar olduğu kadar iyi bir gazeteciydi. Uzun yıllar gazetelerin çok çeşitli servilerinde ve özellikle de kültür-sanat sayfasında çalıştı. Yani gazete mutfağını bilen ve çalışan, üreten, haber yazan, mülakat yapan bir kimseydi. Ben kendim adamı Osman Olcay Yazıcı'nın hemen hemen her eserini kalemimle destekledim. Tanıtıcı yazılar yazdım. Yaşarken de yukarıdaki cümlelere benzer ifadelerle onu okuyucuya ve kamuoyuna takdim ettim. O zaman çalıştığım bir günlük gazetede tam sayfa mülakat yaptım, kendisi ve eserleri üzerine. O açıdan müsterihim. Ancak O'nun ölümünden sonra bile en yüksek tirajlı gazetelerimizin kültür-sanat sayfalarında yasak savarcasına iki sütuna ölüm ve cenaze haberleri yayınlandı. Yaşarken yaptıkları gibi. Yazıcı, bir mücadele ve aksiyon adamıydı. Sözü ile özü bir bütündü. Özgüveni fazlasıyla gelişmiş ve medeni cesareti fevkalade biriydi. Söyleyeceği bir mesajı her ortamda söyleme cesaretine sahipti. Dostlarına karşı şefkat ve merhametli, düşmanlarına karşı ise öfke ve hiddetliydi. Riyadan, yalandan ve yardakçılıktan katiyen hoşlanmazdı. Hâsılı gök kubbemizden bir güzel Osman Olcay Yazıcı geldi ve hoş seda bırakıp gitti. Osman Olcay Yazıcı'ya Allah'tan bir daha rahmet duasıyla O'nun yapısını ifade eden “Mağlupların Destanı” şiirini kısaltarak siz aziz okurları Allah'a emanet ediyor Yazıcı için fatiha göndermenizi istirham ediyorum: Mağlupların Destan/Olcay Yazıcı Ay yüzlü bebeklerden sızıveren bu kan ne? Niye gül üretmezler, silah yaparlar anne?
 Yakıyor yüreğimi zâlim Nemrut ateşi Karanlıklar kralı, gölgeliyor güneşi Sevinçler uç verirdi içimizde her Nisan Dünyayı neden böyle cehennem eder insan?
 Hani sevgi ve barış, hani hürriyet vardı Hani eşkiya yanke, hümanistti, uygardı? Kızgın kum fırtınası: Ebrehe ve Ebâbîl Moğol’a, Hülâgu’ya rahmet okutan sefil Mahzun belde Ümmül Kasr; elemli, yıkık Basra Ey A’zam, ey Cüneydî, lânet olsun bu asra! Dâru’s selâm esrarı yansılanır sahrada Bağdat bir şehir değil, Şark’ın kalbi orada
 Cân ne ki, cânân ne ki, cihândan geçer âşık Doğar mutlak yeniden Muhammedî bir ışık Geylânî dergâhında özümsenen âlî-nûr Özlenen emin diyâr, elbet bir gün bulunur Dicle’nin acıları, Sümeyye lâlesidir Ağıt değil bu şiir, zâfer meşâlesidir! Istıraplı hasret var, ruhu ezen kederde Zorbaları ürküten, o sultan-devlet nerde? Ölüm başlangıçtır der, erdemliler, erenler Bu hikmetten habersiz, evrene yön verenler! Kutlu gök ekin gibi, dirilecek bedenim Tetiği sen çeksen de, bil ki kazanan benim! Uyan İbrâhimoğlu, kimyanı iyi tanı Direniş türküsü bu, mağlupların destanı!