ÖLÜM ŞEHR’İNDE ŞAMATA-SÂZ, AVÂZ!...

Abone Ol

Eyüp: Bizans döneminde sur dışında bulunan (nekropol) mezarlık bölgesinde önemsiz bir yerleşim merkeziydi. Bizans’ın, Kosmidion’u... Haz.Eyyûb el-Ensârî Halid bin Zeyd’in kabrinin keşfi ve buraya külliyenin inşa edilmesiyle artık, ebed-müebbed, kadîm bir İslâm beldesi haline gelmiştir. “Şerefü’l-Mekân Bi’l-Mekîn,” denilmiştir. (Mekanın şerefi, o mekân’da bulunanların şerefiyle mütenasiptir.) 

Eyüp, hayat ile memat çizgisinin sık sık kesiştiği ve zaman zaman, mematın baskın geldiği bir Mübârek Belde’dir. 

OSMAN’LI SULTANLARININ KILIÇ KUŞANDIKLARI KUTLU BELDE: 

Kılıç Alayı, Osman’lı Pâdişah’larının tahta çıkmalarından sonra kılıç kuşanmaları münasebetiyle yapılan törenlere denilir. “Taklid-i Seyf, takallüd-ü şemşîr,” de denilen kılıç takmayı, kılıç kuşanmayı, Asr-ı Saâdet’e, Abbâsî’lere, Selçûkîlere ve Osmanlı’nın Kurucusu Osman Gâzî’ye kadar götürenler varsa da, Saltanat’ın ana sembolü haline gelmesi, ufak-tefek, ba’zı farklılıklarla Sultan Vahidüddin’e kadar gelmesi, Sultan 1. Ahmed ile başlamıştır. Sultan 5.Murad hastalığı sebebiyle kılıç kuşanmamış, 2. Mustafa’nın da kılıç kuşanıp-kuşanmadığı tespit edilememiştir. Kılıç kuşanma merasimlerinde en önemli safha, yeni Pâdişah’a kimin kılıç takacağı ve hangi kılıç’ın takılacağı hususu idi. Cülûs’dan (tahta çıktıktan) bir-kaç gün veya bir hafta sonra icra edilen Takallüd-ü Seyf işini ba’zen tarikat şeyh’lerinin, fakat ekseriyetle Şeyhulislâmın veya nakibüleşrafın yaptığı bilinmektedir. (Nakîbüleşraf döneminde, Seyyid veya Şerif, Evlâd-ı Resûl’den en yaşlısı ve en i’tibarlısı olan şahıslar). 

Kuşatılan kılıç ise, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferinden dönüşünde beraberinde, İstanbul’a getirdiği ve Topkapı Sarayı içinde Mukaddes Emânetler Dairesinde muhafaza edilen, Haz.Peygamber’e nisbet edilen, veya Haz.Ömer’e, ba’zen de, Osman Gâzî, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selîm gibi pâdişahlara atfedilen kılıç’lardan birisi veya ikisi, yeni pâdişah’ın arzusu üzerine kuşatılırdı. 

Taklid-i Seyf, Takallüd-ü Şemşîr Merasiminin icrası: Yeni Pâdişah sabah namazından sonra Topkapı Sarayı Harem Dâiresine açılan kapılardan “perde kapısından”, çıkıp, atla sahildeki Sinan Paşa Köşkü’ne gelir, burada üç fenerli Saltanat Kayığına binip, yanında silahdar, çuhadâr, rikâpdâr ve öteki musâhip ağlar olduğu halde, deniz yoluyla Eyüp’e hareket edilirdi. Saltanat Kayığını Dârüssaâde ağası ve diğer ba’zı saray ağalarının kayıkları ta’kip ederdi. 

Eyüp’te, daha önce karayoluyla gelen devlet ricâlince karşılanan Pâdişah Sadrâzam ve Dârüssaâde ağası tarafından kayıktan alınır ve öğle namazının kılınıp önceden oradaki konaklardan birinde hazırlanan yemeklerin yenilmesinden sonra, Eyüp Sultanın Türbesine gidilirdi. Bu sırada “buçukçu” denilen vazifelilerin, yeni Pâdişah adına çil çil akçeleri etrafa saçmaları bu merasimin gereklerindendi. 

Pâdişah’ın Eyüp’ten Saraya dönmesi genellikle karayoluyla olurdu, aksi de vâid idi. Ba’zen de karayoluyla gelinir, deniz yoluyla dönülürdü. 

Nitekim, Sultan 2. Abdülhamîd Han, Taklid-i Seyf için Eyüp’e deniz yoluyla, Saltanat kayığı ile gitmiş karadan dönmüştür. Kılıcı kuşanıp merasim tamamlandıktan sonra beyaz bir Arap atına binerek Edirnekapı’dan şehre girmiş, Fatih Sultan Mehmed ve Yavuz Sultan Selim ile burada medfûn babası Sultan Abdülmecid’in türbesini de ziyâret etmiş, ardından Şehzâdebaşı, Beyâzid ve Divanyolu güzergahını ta’kiben Topkapı Sarayına gelmiş, burada bir müddet dinlendikten sonra, Saltanat Kayığı ile Dolmabahçe Sarayı’na dönmüştür. 

Kılıç Alayı, Taklid-i Seyf, Tekallüd-ü Şemşir, merasimini dile getirmemin iki sebebi vardır; İslâm âleminde, Osmanlı’da, kılıç kuşanmanın muadili Hıristiyan âleminde ve Batı ülkelerinde, “Taç Giyme Yortusu”dur. Batı’daki Taç Giyme merasimleri nasıl büyük tantana-gürültü ve şamata ile gerçekleştirilirse bizdeki Kılıç Kuşanma Merasimleri, tam bir sükûnet ve vakar dahilinde yapılırdı. Taklid-i Seyf Alayına dâhil zevat ister karadan, ister deniz’den, hangi yolu tercih etmiş olursa olsunlar, Haz.Halid’in huzuruna yaklaşıldığında tam bir sükûnet içinde ve tam bir vakar halinde olurlardı. Bu sükûnet huzur ve vakar, huzurdan ayrılıp Eyüp sınırları terkedilinceye kadar devam ederdi. Osmanlı Devlet-i Aliyye’miz’de, konaklar’da, ticârethâne’lerde, kıraathânelerde, Tekke ve Zâviyeler’de, hayatın olduğu bütün mekânlarda görünen bir yerde eşsiz bir Hat San’atı eseri olarak bir levha göze çarpardı. “Edep Yâhû!,” 

“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucûrat 49/2) 

“Allah’ın Resûlünün huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.” (Hucurât 49/3) 

(Resûlullah’ın huzurunda yüksek sesle konuşmak yasaklanmıştır. Bundan maksad Haz.Peygamber’in huzurunda münasebetsizce bağırıp çağırmayı ve sesi yükseltmeyi önlemektir. Bu ayet-i Kerime nâzil olduktan sonra başta, Haz.Ebû Bekr Efendimiz olmak üzere Sahâbe’nin çoğu Resûlullah’ın huzuruna bilmeden sesimizi yükseltiriz endişesiyle ağızlarının içine küçük çakıl taşları koyarak girerdiler. Sahâbe’den Sâbit bin Kays âdeten yüksek sesle konuşuyor olmasından dolayı, Haz.Resûl’ün huzurunda konuşursa amelinin boşa gideceği endişesiyle Huzur-u Risâlete girmemeye çalışırdı. Haz.Peygamber onu çağırarak âyetin kendisiyle alakalı olmadığını müjdelemiş ve bu hassâsiyyeti dolaysiyle kendisini cennetle tebşir etmiştir. 

Ashab’ın bu âyet-i Kerime’den ders aldığı gibi, Müslümanlar da ders çıkarmışlar, Ashab’ın, ulemâ’nın, Mürşid-i Kâmillerin, seyyid’lerin, gerçek şeyh’lerin huzurunda yüksek sesle konuşmamışlar, konuşulmamasını tavsiye etmişler. Bir mürîd Mürşidin sağlığında yanında nasıl sessiz, sâkin ve Kemâl-i Hürmetle davranıyorsa, irtihalinden sonra da kabrinde-türbesinde aynı davranması lâzımdır. Asgarî Edeb’in gereği budur. Ölüm Şehri Eyüp’te 1980’li yıllara kadar kıraathâneler’de lokantalar’da, börekçi dükkânlarında özel büro ve evlerde yoldan geçenlerin, dışarıdakilerin duyabileceği kadar radyo-televizyon açılmaz, özel müzik yayını yapılmazdı. Yüksek sesle konuşmanın bile edeb’e aykırılık oluşturduğu, huzur, vakar ve sükûnet şehri, Eyüp’te, maiyetinde, binlerce mürşid, şeyh, ricâlüllâh, âlim, müderris, şeyhulislâm ile birlikte, Mihmendâr-i Peygamberî Haz.Ebû Eyyûp el-Ensâri Hazretlerinin huzurunda, ancak fısıltı ile konuşulması gerektiği ve yüksek sesle konuşmanın açıkça edepsizlik olduğu açık ve net iken, bir devlet kurumu olarak, T.R.T. kanallarından birisinin, sâz, avâz, çengi ile ve muhtelif şaklabanlıklar yapılarak iftar programı yapması hazindir. Bir başka kanal, Eminönü, Yeni Cami’i’n revaklı, şadırvanlı, fıkıh hükümlerine göre mescidin iç mekânına dâhil, son cemaat yerinde iftar programı yaparken bu bölüm tamir edildiğinden bu yıl, programını, Yeni Cami’in Bâniyesi, Hadîce Turhan Sultan’ın ve diğer Hanedân mensuplarının medfûn bulunduğu Türbe’nin duvarında yapması da çirkin ve yakışıksızdır. 

Hani, yıllar boyu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, cami’i’lerin ibâdet dışında kullanıldığını, ba’zı cami’lerin depo, at ahırı, asker kışlası olarak kullanıldığını söyleyen bizler değil miydik? Şimdi, cami’lerin birer tiyatro sahnesi gibi, televizyon stüdyosu gibi kullanıldığında, ticarete-reklâm’a âlet edildiğinde, bu mekânlarda sâz, avâz, çengi, işret icra edildiğinde niçin sesimiz çıkmıyor? 

Sultan 2.Abdülhamîd Han’ın, Taklid-i Seyf, Takallüd-ü Şemşîr, merasiminden bahsetmişken, benimle birlikte, pek az sayıda kişinin bildiği bir sırrı sizlere ifşa edeyim. Sultan Abdülhamid’in Kılıç Kuşanma alayın hemen arkasındaki Saltanat Kayıklarından birisinde, Devrin Mürşid-i Kâmil’i, Sahib-i Zaman ve Müceddid, Salahuddîn İbn-i Mevlâna Sirâcüddîn Hazretleri bulunuyordu. Yine Cum’a Selâmlığı sırasında, Yıldız Cami’i’nde Ermenilerce bomba patlatıldığında da, Mürşidi yanındaydı ve kendisini çıkışta bir-kaç dakika bekleten oydu. Bilindiği gibi, Salahuddîn İbn-i Mevlâna Siracüddîn Hazretleri, Silsile-i Zeheb’in, Silsile-i Saâdât’ın 32. Halkası olup, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’lerinin ve Sultan 2. Abdülhamîd’in mürşidi idi...