Hani demiş ya şair, "biz şimdi ölsek: en fazla kahvede çaylar soğur.." diye. Fukara işçi ölümleri sıradan olduğundan, kimse çayını bile soğutmuyor kahvede. 

Çay içilirken seyrediliyor haberler ve bir sonraki haberle unutuluyor ölenler.

Hatta  haberlerde bile yer almadığı çok oluyor.

Neticede fukara ölümü!

Nurullah Karakuş. 17 yaşında. 

İstanbul Ümraniye'de geri dönüşüm toplama merkezinde çalışırken plastik öğütücü makinesinin içine düşerek yaşamını yitirdi. 

Eminim bu haber bir çoğunuzun gözünden kaçmıştır. 

Ve muhtemelen bu haberlerde. 

Mustafa Çelikbaş. 35 yaşında. İki çocuk babası.

Kocaeli Gebze OSB de çalıştığı fabrikada döküm kazanının patlaması sonucu ağır yaralanmıştı.  Hastanede yaşamını yitirdi. 

Taner Nasuhoğlu. Daha 19 yaşındaydı. 

Zonguldak Kilimli Gelik"te ruhsatsız işletilen maden ocağında meydana gelen göçük sonucu yaşamını yitirdi. 

Selçuk Yazgan. 38 yaşındaydı.

Ardahan Çataldere Köyünde Salduzlar Beton A.Ş ye ait taş ocağında meydana gelen patlama sonucu Zonguldaklı üç arkadaşıyla birlikte yaralanmıştı. Hastanede yaşamını yitirdi. 

Ünal İncekara. 41 yaşındaydı. 

Burdur Karamanlı da sera yapımında çalışırken kullandığı demir çubuklardan birinin yüksek gerilim hattına temas etmesi sonucu elektrik akımına kapılarak yaşamını yitirdi. 

Bayram Okumuş. 22 yaşındaydı.

Tekirdağ Kapaklı da dış cephe kaplaması için çıktığı iskelede 10 metre yükseklikten düşerek yaşamını yitirdi. 

Ahmet Altın. 52 yaşındaydı. 

Ankara Kozan da çalıştığı inşaatın 4.katından düşerek yaşamını yitirdi. 

Levent Şanlımeral 54 yaşındaydı.

Trabzon Büyükşehir Belediyesi taşeron işçisiydi. 

Ortahisar da kanalizasyon hattında temizlik çalışması yürütürken düştüğü 120 cm çapındaki çukurda akıntıya kapılarak kaybolmuştu. Cenazesi 1 km uzakta bulundu.

Muhammet Esat Güneş. 19 yaşındaydı. Meram Edaş işçisi. 

Konya Karatay da şirkete ait kamyonetin elektrik direğine çarpması sonucu yaşamını yitirdi. 

Nurullah Karakuş. 17 yaşında. 

İstanbul Ümraniye'de geri dönüşüm toplama merkezinde çalışırken plastik öğütücü makinesinin içine düşerek yaşamını yitirdi. 

Tüm bu sıraladığım işçi ölümleri Mayıs ayı içinde yaşandı. 

İşçi Sağlığı ve İş Güvenli Meclisi'nin verilerine göre, bu yılın ilk dört ayında yaşamını yitiren işçi sayısı 545'e ulaştı. Mayıs ayı verileri henüz açıklanmadığı için net bilgi veremiyorum. 

Sadece dört aylık bir zaman dliminden bahsediliyor. 545 İnsan, 545 can ve bunların çoğu ihmal sonucu ölmüş. Halk deyimiyle pisi pisine ölüp gitmişler.  Bu gerçekten korkunç bir durum. 

"Nerede nasıl geleceği belli olmaz işçi ölümünün"

Bazen metrelerce yerin altında bir maden ocağında.

Bazen bir kamyon kasasında onlarca tarım işçisini bir arada götürür.

Bazen şantiyedeki naylon çadırın yanması ile.

Bazen bir tersanede.

Bazen de bir köprü inşaatının elli metre yüksekliğinden düşerek. 

Soma'da maden patladığı zaman içimiz kan ağlıyordu. Meydana gelen ölümlerle birlikte alınmayan önlemler daha fazla yer alıyordu sözde duyarlı basında. 

Halbuki, o zaman Bakan iftar için soma'ya gittiğinde ve  "Burası dört dörtlük, her türlü önlem alınmış." dediğinde basın ayakta alkışlamıştı. Patlama meydana geldiğinde bu alkış tutanlar konuştu sadece orada nasıl önlem alındı da maden çöktü diye. 

Ölen madencilerin cesetleri çıkıp, kontrol edildiği zaman yaşam odasının olmadığını yazdı herkes. Üstelik, bundan ders çıkartılmadı ve diğer madenlerede konmadı. 

İşin acıklı tarafı ise, ölen madenci yakınlarına "Sizin eşiniz, çocuğunuz, kardeşiniz artık şehit olmuştur" dendi. Sanki o insanların acısını dindirecekmiş gibi. Evet, maden kazasında ölen kişi dinen şehit sayılan birisiydi ama kusuru örtmek için bu yolu seçmekti acıklı kısım. 

Ülkemizin dört bir yanında İşçiler iş kazalarıyla can veriyor. İlgililer, yetkililer birbirini suçluyor, işçiler iş sahibini suçluyor, medya günah keçisi arıyor, aileler feryat figan. Sonrası mı? sonrası yok. Ölen ölüyor. Ölen işçinin yerini aylarca sıra bekleyen yeni işçi alıyor. Üretim devam ediyor. Para akışı devam ediyor. 

Burası ucuz ölümler diyarı Türkiye. 

Halbuki bu konuda baya yasa, yönetmelik var. Ama sadece yasayı yazıp ortaya koymakla olmuyor bu işler işte.

Bizde kim takar yaptırımı, yasayı mantığı var, atın ölümü arpadan olsun atasözlerimiz  var. 

İş vereni rant peşinde, az maliyetle ne çok  kazanırım diye ciddi bir iş güvenliği uygulamasına yanaşmıyor. İşçinin kafasına vur çalıştır. Koşullar şuymuş buymuş umurunda bile değil. 

Üstüne de yaptırımları uygulamaktan sorumlu devletin memurunun, müfettişinin umursamazlığı, bas imzayı gitsin mantığı yok mu, işte böylece iş güvensizliği halkası tamamlanmış oluyor. 

Dönen rüşvetler, kayırmalar, siyasi menfaatler için yapılan rezilliklerde cabası. 

Paki ya tüm bu hengamenin için de canını hiçe sayarak çalışan işçi ne diyor?

Ekmek parası abla. Çalışmayalımda çoluk çocuk aç mı kalsın?

Sakat kalayım, öleyim ama işimden olmayayım. 

İşte hayat bu kadar acımasız.

Ve maalesef insanımız bu kadar değersiz.