Aslında güzel bir erdemdir ‘oldurmak’; insanın yaşadığı hayata yön vermeye çabalaması, hedefler belirleyip istikrarla sebat etmesi. Bu insanı, rüzgârın önünde kuru bir yaprak gibi oradan oraya savrulmaktan, dış güçlerin karşısında virgül gibi eğilmekten, hiçbir alanda emek vermeden sürekli konfor alanında kalmaktan, içten dışa gelişmek varken dıştan dışa kabuk değiştirmekten korur. 

Mücadele etmektir ‘oldurmak’, kendine inançtır, içsel bir güçtür, kolay kolay pes etmemektir, hayatta her şeyin mümkün olduğuna inanmaktır, emeğe saygıdır. 

Çalışkan insanın yöntemidir ‘oldurmak’, başkalarının bir şeyler yapmasını beklemek yerine, dümeni ele alıp geminin kaptanı olmaktır. Eskilerin tabiriyle ensesi kalın olanlara, elleri nasir tutanlara göredir. 

Oldurmanın gölgesidir yerine göre hırs yerine göre öz şefkat yoksunluğu… Biraz ileriye götürürsek karşımıza çıkabilir takıntılar ve belki mükemmeliyetçilik. İnanç olarak baktığımızda ise teslim olamamaya, ruhen bağlanamamaya yatkındır.

Oldurmak ve oluruna bırakmak, yapmak ve olmak terazisinin bin bir yansımasından biridir. O nedenle hayat ne oldurmak için kendini yormaya gelir ne de oluruna bırakıp kendini salmaya, harekete geçememeye.

Her birimizin dinamikleri, değerleri, hayat amacı ve zevkleri farklıdır bu da parmak izlerimiz gibi herkesin kendine münhasır bir merkezinin ve dengesinin olmasına neden olur. Ahmet beyin yaşamında oldurması gerekenlerle oluruna bırakması gerekenler, Ayşe hanımınkine uymaz. Kişinin bunu kendi başına deneyimlemesi, zaman zaman başkalarının tecrübe ya da bilgilerinden yola çıksa da hep kendine varması gerekir. Bu kadar sübjektif bir değerlendirmesi olan dengede olma durumunun da egomuz tarafından manipüle edilmesi elbette kolaydır. Elimizi uzatmaya cesaret gösteremediğimiz şeylere ‘oluruna bıraktım’, neredeyse takıntı haline getirdiğimiz artık hayatımızdaki misyonunu doldurmuş şeylere ‘oldurmalıyım’ mazeretleri kaçınılmaz olur.

Aslında sübjektif de olsa değerlendirmesi basittir. Gerek oldurma ya da oluruna bırakma olsun, gerek olmak ya da yapmak, dengede olup olmadığımızı kendimize soracağımız birkaç soru ile anlamak mümkündür;

Kendimizle kaldığımızda huzurlu muyuz?

Seçimlerimizde gerçek miyiz?

Hayatımıza kabul ettiğimiz canlılar ve nesneler ile ahenk içinde miyiz?

Neden sonuç ilişkisindeki yaşamımızda, nedenleri yaratacak gücümüzün farkında mıyız? Bu gücü korkmadan cesurca kullanabilmekte miyiz? Sonuçları her hâlükârda taşıyabilecek sorumluluğa ve olgunluğa sahip miyiz?

Yapmak da olduğumuz şeylere ara verebiliyor, bu arayı sakinlikle değerlendirebiliyor muyuz?

Yapmakta olduklarımız, olduğumuzla uyumlu mu?

Bağımlılıklarımız / bırakamadıklarımız var mi?

Cesurca ilerlediğimiz hedeflerimize, verdiğimiz emekte kendimize karşı merhametli miyiz?

Bütünsel olarak sağlığımıza saygı duyup özen gösteriyor muyuz?

Dürüst olmamak, her şekliyle negatif bir özellik olup insana en büyük zararları veren, onu özünden en çok uzaklaştıran şekli kendine dürüst olmamaktır. Ne kadar acı olursa olsun, ne kadar büyük bir mücadele gerektirirse gerektirsin, kendimize verdiğimiz dürüst yanıtlar bizi er ya da geç merkezimize götürecektir.