“Sabır insanı gerçeğe, gerçekse; Hz. Allah’ın adaletine götürür.” Mesleğimizin kıdemli emektarları günümüzde “Dinazor ya da Duayen” nevinden sıfatlarla anılmaktadır. Bilindiği gibi “Duayen”; diplomat topluluklarında en yaşlı olana atfedilen bir sıfattır. Kökü ise “Lâtince”den gelir. Bizde en büyük gazetcilik unvanı: (Şeyhül-Muharririn) sıfatıdır. Hafızamda kaldığı kadarıyla, mezkûr unvanı son alan Gazeteci; Gazeteciler Cemiyeti eski Başkanlarından Merhum Burhan Felek üstadımız olmuşlardır. Tabii o yıllarda: (Dinazor’lar, Duayen’ler) gibi kulaklarımızı rahatsız eden yakıştırmalar veya sıfatlar yoktu!... Bir de bizleri Amerikalılaştıran tabirler veya yakıştırmalar vardır. Bunlardan başta gelenlerden biri ise; ABD-Sineması’nı dünyaya tanıtmakta değil; tamamen kabul ettirip hemen her ülkeye ABD kültürünü hiç baskı yapmadan benimseterek sokabilmelerini kolaylaştıran taktiklerinin başta gelenlerinden o malûm (OSCAR) sinema mülâfatıdır. Nitekim, Türk-Sineması’nın hemen her dalında, her yıl yapılan yarışmalarda dağıtılan ödüllerin açıklamalarında ve basınımızda çıkan haberlerde şöyle tabir kullanılmaktadır: (SİNEMA “OSCARLARI”nda drama dalında en iyi kadın oyuncu vs.) Peki, “Oscar” adı neyin simgesidir diye sorulsa? Cevaben: Bunun “Amerikan-Sineması”nı temsil ettiğini bilmeyen yoktur diyebiliriz. Peki o zaman da şu sual akla gelmez mi: (Acaba, bizler de mi Amerikalıyız?!...) Dahası: (EDEBİYAT DALINDA OSCAR SAYILAN NOBEL ARMAĞANINI bu yıl şu yazar aldı vs.) “Nobel Armağanı”, “30 Aralık 1896’da, Stockholm’da açıklanan vasiyetnâmesiyle, Alfred Nobel (1839-1896) adına, “Nobel Ödülleri” kuruluşu meydana getirildi; çok şükür, varlığı hâlâ devam etmektedir. (Ağustos 2010) Sıra Oscar-Armağanı’na gelince, (Heykelcik) adıyla sunulan ilk armağan; “6 Mayıs 1929” tarihinde, “1927-1928” yıllarının en başarılı filmlerine verildi. Mezkûr heykelcik (Oscar) adını ise (1931) yılında almıştır ve sinema dışında hemen hiçbir konu ile alâkadar olmaz. Şimdi bu duruma göre, öncelik hakkı kimin: Nobel’in mi, Oscar’ın mı?.. Hâni; Dünya artık ABD’li ya, tabii ki Oscar’ındır. Her ne ise geçelim... Gelelim bilhassa biz Türkiye-Ermeni’lerini yakından âlâkadar eden ve “11 Ağustos 2010 Çarşamba” tarihli “MİLLİYET” Gazetesinde Sayın Hasan Pulur’un: (Ağrı mı? Ararat mı?) başlıklı makalelerinden, özetlediğim önemli pasajları aynen geçiyorum: (Pazartesi günü Milliyet’te bayraklı iki fotoğraf vardı: “Ermeni asıllı Amerikalı ve Kanadalı dağcılar” izinleri olmadığı hâlde, Ağrı Dağı’na tırmandılar, Ermenistan ve Dağlık Karabağ Bayrakları diktiler.” Bereket versin “Ararat” dememişler. Hem deselerdi ne olacaktı? Hiçççç! Herkes her şeye o kadar alıştı ki, kimsenin kılı kıpırdamıyor. Olanlar bize olmuş!... 1970’li yıllar, “Milliyet yazı işlerinde iki ekip çalışıyor: Gündüzcüler, gececiler. Biz o tarihte gündüz ekibindeniz, İsmail Cem yurt dışında eğitimini tamamlayıp gelmiş, gazeteci olmak istiyor; Abdi İpekçi’nin amcasının oğlu, bir gazetenin nasıl çıkarıldığını görüyor, öğreniyor; biz sıkışınca kendisinden yardım istiyoruz, özellikle “İngilizce, Fransızca” çeviriler için.. Yazı İşleri’nin sıkıntısı, resim altları, İngilizce fotoğrafların altına Türkçelerini yazmak... Sanıyoruz (Nuh’un gemisi’yle) ilgili bir fotoğraftı. İsmail Cem için çocuk oyuncağı üç satır... Meğer başımıza ne büyük dert almışız. İsmail Cem, Ağrı Dağı’nda çekilen fotoğraf altının çevirisini yaparken, aslına sadık kalarak (ARARAT DAĞI) demiş, biz dâhil herkes atlamış; ertesi günü kıyamet koptu. Gazetenin telefonları felç, protesto edenler, küfredenler, hainler diye bağıranlar... Niye? Çünkü Ağrı Dağı’nın Ermenice adı “Ararat” Dağı. Ne Ermeniliğimiz kaldı, ne hainliğimiz. Sayın Hasan Pulur, mezkûr konuyu muhtelif açılardan yorumlarken finâli şu satırlarla noktalamışlar: Alışacaksınız, bunlara alışacaksınız; artık o dağa (Ağrı) demek zorunda da değilsiniz, komşularınız (Ararat) diyorsa, siz de öyle diyeceksiniz. “Hrant Dink” katledildikten sonra, “Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hırant’ız!” diye haykıranlara karşı mısınız? Hepimiz Ermeni’ysek, hepimiz Hırant’sak Ağrı Dağı da, “Ararat” olsa ne yazar! Bir haber daha: Ermeniler, Çankaya Köşkü’nün arazisinin de bir Ermeni’ye ait olduğunu söyleyerek dava açacaklarmış... Çankaya köşkü ile daha bir çok yerin sahipleri de Ermeniymiş... Bari oldu olacak, bir de Anıt-Kabir için dava açsalar....) Sayın Hasan Pulur ne buyuruyorlar: Ermeniler Çankaya Köşkü bir Ermeni’ye aittir iddiasını ileri sürmüşler. Dahası daha bir çok yerin sahibi de Ermeni imiş. Bari oldu olacak, “Anıt-Kabir” için de dava açsalar... diyorlar!.. Sayın Pulur! Baştan beri yazdıklarınızda: “Ermeniler” deyip durmuşsunuz!... Lâkin, hangi Ermeniler oldukları hakkında tek bir açıklama yapmamışsınız!?... “Kafkas Ermeni’si mi, Osmanlı Ermeni’si mi, Amerikan Ermeni’si mi, sizin gibi vatandaş olan Türkiye-Ermeni’si mi vs.” Hangisi!?.. Evet! Hangisi?... Ağrı-Dağı’nın asıl adının “Ararat Dağı” olduğunu Cem İpekçi, sizin tabirinizle açıkça yazmış. O hâlde mesele yok. Peki bu şamata niçin? Neden! Ermeni’ye küfretmek veya ettirmek, Türk adına layık olmayan bazı sadist hamasetleri memnun kılacak diye; Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı kadim Türk-Ermeni’lerine küfrettirmek, onları horlamak, adam yerine koymamak, Türkiye’ye ne kazandırır veya neler kaybettirir. Hiç düşünüldü mü?... Düşünülmemiştir. Zira, “Azeri soydaşlarımız” hemen hepimizi adeta efsunlamışlardır... Ermeni adının karıştığı hangi mesele, hangi vak’a olursa olsun, yeter ki, nevi kötü veya Türkiye’ye karşı bir yönü bulunsun. Hemen gazetelerimizin baş sahifelerinin, en üst köşelerinde büyük puntolarla arz-ı endam ettirilir!.. Sayın Pulur iyi bilirler: (Türkiye’de “Demokrasi” vardır. Türkiye Batı standartlarına uygun bir idare sistemi uygular. Ancak, “Ermeni” adı söz konusu oldu mu, derakap durum değişir ve “Ermeni adı küfürle eş değer taşır...”) Sayın Pulur, bu nâçiz makalem iki sayı devam edecektir. Şayet lütfeder okursanız, bir çok gerçeklerle karşı karşıya kalacaksınız. İki sayı da; “Milliyet Gazetesi”ne sizin adınıza postalanacaktır. Saygılarımla. Not: Bu makale: (11 Ağustos 2010 Çarşamba) tarihinde yazılmıştır.