İngiltere’nin Cambridge şehrinin Bar Hill köyünde 

     “Tesko” denen tek büyük alış-veriş merkezindeyim. Her gelişimde sık sık uğradığım bir yer.

     Basın ve Matbuat reyonunu temaşa ediyorum (2004).

     Bu bölümde dakikalar geçiyor, fakat seyrim son bulmuyor. 

     Epey vakit geçiyor ama ben gözümü dergi ve mecmualardan bir türlü alamıyorum.

     Renk renk, çeşit çeşit yayın ve neşriyatın çokluğu ve bolluğu göz kamaştırıyor. 

     İnanın hepsine bakmaya tâkat getiremiyorsunuz.

     Çünkü sayılamıyacak kadar çok neşriyat / yayın var.

     Çocuklar için, gençler için, hanımlar için, ilim meraklıları için, 

     Spor ve cimnastik düşkünleri için, sağlık ve tıbba meyilli olanlar için, avcılık için, 

     Arkeoloji tutkunları, aşk vurgunları, tarihe merak saranlar için yayım ve yayınlar mevcut.

     Velhasıl toplumun her kesimine hitap eder nitelikte kitap, dergi ve mecmua var.

     Her kesimin farklı hobi sahiplerine cevap veriyor. 

     Değişik hobi güdenlerin ihtiyaçlarını karşılayacak biçim ve nefasette 

     Kitaplar, dergiler rafları süslüyor.

     Gezenlere, görenlere hepsi birden  “Al beni.” dercesine 

     Ellerini uzatıp insanların yakalarına yapışıyorlar sanki.

     İşte öylesine gür bir kaynaktan beslenip rafları süsleyen dergiler; 

     İnsanlara arzı endam ediyor âdeta.

     Her birine ayrı ayrı bakmaya  imkân ve zaman bulamıyor insan.

     Üstelik bu raflar -inanın- birkaç gün içinde boşalıyor.

     Tabii yerine yenileri konulması, hiç gecikmiyor.

     Bütün bu anlatılarım gösteriyor ki, İngilizler okumayı seviyor. 

     Hem de yediden yetmişe, beşikten  mezara.

X

     Oysa bu haslet, bir zamanlar bizim de en vazgeçilmez tutkumuzdu. Alışkanlığımızdı.

     Her evde Kur’an-ı Kerîm başta olmak üzere, 

     Klâsik ve muhalledattan / kalıcı eserlerden, en az birkaç tane bulunurdu.

     Mevlid, Siyer-i Nebi, Ahmediye, Muhammediye, Mesnevî ve şerhleri veya 

     Kur’an tefsirleri yahut da halk için yazılmış menkıbe türünden kitaplar baş köşeyi süslerdi.

     Bunlar belli aralıklarla okunurdu. Hattâ kitapların ilk sahifelerinin başına; 

     Okumaya, mütalâa etmeye başladıkları tarih yazılır. Bitişi yine son sahifeye tarihlenirdi.

     Besmeleyle başlayan okuyuşlar; hamdlerle noktalanırdı.

     Ayrıca kitapların derkenarı / sayfa kenarları, 

     Önemli vak’a ve hadiselerin yazıldığı not defteri yerine geçerdi.

     Doğumlar, ölümler buraya kaydedilirdi.

     Çünkü kitap içindeki yazılar; sahifelerde çerçeve içine alınır, 

     Kitap sahifelerinin kenarları beyaz olarak kalır; yazı yazmaya elverişli bir durum arzederdi.

     Hattâ bu yüzden bazı kitapların derkenarlarına ayrı bir kitap daha yazılmış olurdu.

X

     Matbaa yokken bile binlerce hattat /elle kitap yazıcısı vardı. 

     Her biri, bir gecede bir kitabı yazma melekesine sahipti.

     Bu durum gayretin büyüklüğünü gösterdiği kadar, kitaba müştak, 

     İstekli kitlelerin de varlığını göstermekteydi.

     Çünkü Ulu Peygamber’in şu buyruğunu herkes biliyordu: 

     “Ya öğretici, ya öğrenici veya dinleyici ol. Dördüncüsü olma helâk olur, yok olursun.”

     İlâhî buyruk ise, en büyük müşevvik / teşvik edici / özendirici bir âmil ve etkendi:

     “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”