Stockholm, Aalborg, Rimini ve San Diego! Bugün tam oradaki kültürel mozaikten bahsedecektim, ama dün gece susmak bilmeyen bildirimler aklıma geldi ve bu sabah maillerime baktım. Bakmaz olsaydım! 

Neye niyetliydim, neye kısmet oldu. Durum böyle cereyan etse de, yazacağım yazının gidişatı evrildi, çevrildi! Pek çok kişi tarafından okunmayan bir yazar olarak yine masama kuruldum. 'Bugün ne yazsam da okunmasa acaba?' diye iç geçirirken, o güzelim mailler için teşekkür ederim. O anın sonrasında birdenbire neden anlaşılamadığımı ve okunmadığımı yazmam gerektiğini düşündüm. Şimdi izniniz ile başlıyorum, ama öncelikle şu çamaşırları bir asayım. 

Normalde bu köşe haftada bir gün yeşillenmek zorunda, ama bazı zamanlar bizler de yaprak döküyor, ediyoruz. Bu sıralar baskılar arttı. Ki biliriz bu hep var olan bir şeydir. Pek âlâ da bunu farkındayız. Fakat bazı dönemler duraksama yaşama sebeplerimizin başını bunlar çekmez. Birçok sebebi vardır elbet. Başta bir Ahmet Hakan kadar okunmadığım için şanslı sayıyorum kendimi. Düşünsenize, sabah olup uyandığınızda hesaplarınızı bir açıyorsunuz sizi hiç tanımayan, etmeyen, görmeyen, duymayan bir takım insanlar tarafından küfür yağmuruna tutulmuşsunuz. Mail kutusu mutfaktaki çöp kutusu ile at başı! O an Alaska'da başınızdan aşağı sıcak su kütlesi dökülüyormuşçasına hissedersiniz. Bu gayet tüyler ürpertici bir şey olsa gerek, ama şimdi bir de şu bulaşıkları bir yıkayayım. 

Şimdilik yolun epey başındayım. Buna rağmen bazı çevrelerce eleştiri oklarına maruz kalıyorum. İtiraf edeyim, bu beni bazen mutlu ediyor, evet, ama bazen gerçekten can sıkıcı şeylere şahit oluyorum. Hâl bu ki; benim onları okuyacak vaktim bile olmuyor! Tıraş dahi olmadığım zamanların eşiğinden geçiyorum. 'Şaka şaka! O kadar da değil!' demek isterdim, ama ne yazık ki diyemiyorum. Öyle ki; pek yoğun olduğumu herkes biliyor. Pekiyi, eleştirir geliştirir mi? Evet, ama eleştiri nasıl yapılır? Düşünedurun, ben de bu arada tıraş olup geleyim.

Üslubu beğenmezsin, pekiyi. Tanımlarda yanılsama duyarsın, pekiyi. Yazılanların hissiyattan uzak olduğunu iddaa edersin, ki edebilirsin de, ona da pekiyi, ama bazı cümleler garip geliyor bana, kusura bakmayın da şimdi. 'Yazdıklarından bir şey anlamıyorum!' demenin ne gibi bir açıklaması olabilir ya hu? Eh, şimdi anladım işte neden okunmadığımı! Meğer pek karmaşık yazıyormuşum. Haydi, öyle olsun bakalım. Pekiyi, bu geçerli bir sebep mi? Değil, değil. Demek ki aynı şeyleri okumuyor, hayata aynı pencereden bakmıyoruz. Ki neden bakalım, öyle değil mi? 

Pek âlâ da, bilimsel bir dil ile de kaleme alınabilir bir yazı. Ya da daha güncel, daha sıradan bir dil ve üslup ile. Fakat beni anlamıyor iseniz, neden okumaya çalışıyorsunuz? Bir örnek vermek istiyorum. 'Akademisyenler kimsenin okumadığını ve okumayacağını bildiği halde, neden akademik kitap yazıyor?' sorusuna gidiyor aklım. Bu da bunun kadar absürt bir parodi, ama mail kutumu görseniz, ağlarsınız. Ee, şimdi ne yapalım dersiniz? Ne istiyorsun ponçik okur?

Her birimizin hayata karşı açılan çeşitli pencereleri var. Ve bu pencereler bizim hayata karşın duruşumuzu yansıtıyor. Aynı gökyüzünü paylaşıyor, aynı metroya biniyor, aynı yollardan geçiyor ve hatta belki de metrobüste cama yapıştırmama sebep olabiliyor iken, daha ne istiyorsun? Bunlar pek güzel şeyler, çünkü farklılıklarımız yok denecek derecede az bir durumda. O halde, bırakalım da en azından fikirlerimiz hür olsun. Ne de olsa pek çok tarafından okunmayan bir yazarın sahip olduğu bir dokunulmazlığı vardır. Bir şeyler anlatacağım diye de ocakta yemeğin altı tuttu. Alacağın olsun! 

Ve unutmadan; pek ilgili olmasam, etmesem de, bu topraklarda yaşayan herkesin bildiği bir söz vardır. Nasrettin Hoca demiş ki; herkes haklı, sen de haklısın!