Adama okuması için kendi çıkarmış olduğumuz mahalli gazetemizden uzatıyorsun; önce şöyle bir bakıyor "nedir, yenir'mi, koklanır'mı, acaba patlar mı" sonra dönüp suratına "niyetin ne, beni mi zehirleyeceksin" dercesine bakar!
Toplum ne yazık ki yiyecek-içecek türünden bir nesne gördüğü zaman balıklama dalıyor. Dinamit lokumu uzatsan ona bile atlayacak. Mitinglerde bile insanları böyle hediye ve paralarla tavlayıp alanları dolrmuyorlarmı? Hep kızlar tavlanacak değil ya! İktidar uğruna, bir oy için zavallı insanlarımız kandırılmıyor mu?
Dilenci duruma düşürülen bu gariban insanlarımız,kendi istençlerini bir avuç nohut, bulgur, fasulye ya da bir torba kömüre satmıyorlarmı? Halbuki biz karşılığında hiç bir şey beklemediğimiz, sadece okuması için verdiğimiz gazeteyi ya zoraki alıyor, ya da hiç almıyor.
Okumayan bir toplumuz gerçekten! Daha henüz o mertebeye erişememişiz. Marketin girişine 1-2 hafta öncesinde kitap reyonu açtılar. Her tür kitaptan var. Her gittiğimde orayı bir kolaçan etmeden geçmem.
Biraz da bazılarını açar incelerim ki beni gören bir kaç kişi daha gelir de bakar diye!
Fakat nafile orada Şahin den başkası yok. Bunu şunun için söylüyorum: Genci-yaşlısı bu insanlar da hiç mi okuma merakı yok!
İşe giderken bazen ağırdan alırız.Üşeniriz! Hatta bir şeyi öğrenmeye üşeniriz. Öğrenme isteği, ön şart olmasa da okumak için gerekli. Bu istek çok küçük yaştan aileden başlar.
Ta Osmanlıdan beri gelen yerleşik geleneklerimiz. Geleneksel toplum demek okuyan-yazan değil, fazla düşünmeden ezberleyerek öğrenen ve öğreten, sözlü kültür geleneğine sahip kişilerin oluşturduğu toplum demektir. Ta o zamandan beri okumak sadece icazet (diploma), imtiyazlı olmak ve mevki sağlamak demekti.
Ülkemizde matbaa yobazlara rağmen 18. yüzyıl başlarında kurulduktan sonra da bir yy. boyunca basılan kitap sayısı ne Avrupa ne de Rusya'nın basım tarihi kitapları ile hiç bir zaman mukayese edilemeyecek fakirliği içinde idi. Sayısal olarak 19. asırda 3-5 bin civarında, 20. yy. da bu sayı ancak 35-40 bini bulmuştu. Az okuma illetinin en belirgin özelliğinden biri de geçmiş yüzyıllardaki çocuk kitaplarının çok az sayıda olmasıdır.
Osmanlı toplumunda çocuk okutmak demek, ailedeki okumuş ebeveyninin katkısından çok, çocuğa çarşıdan giysi almak gibi bir sorumluluktu.
Ünlü tarihçi sayın İlber Ortaylı, "Toplumumuzda okuma, yabancı dil öğrenmek, eleştirici bir dünya görüşüne yönelmek ve çevreyi incelemek bilincinin elde edilmesi olarak anlaşılmamıştır, halen de anlaşılmıyor.Kuşaktan kuşağa aydın olarak kurumlaşan bir sınıfımız yok.
Bu toplum, çocuklarını okuyarak büyüten ve çocuk okumaya yönelik bir edebiyatı yaratabilen bir toplum değil. Litteras denen yazılı kültürün, okumaya dayanan eğitimin verilemediği bir toplumda, hiç kimse "bu asır başka asırdır" diye bilgisayarların mucizeler yaratmasını beklemesin. Aslında böyle bir gelişme çürük temele gökdelen dikmek gibisinden garip ve tamiri mümkün olmayan sonuçlar da yaratabilir"diyor.
Eline aldığı gazeteyi bile sadece spor sayfasına göz atmak için tutan bir babayı gören çocuk nasıl okusun ki? Okumayan bir toplumuz, bürokratımız, sanatçımız, doktorumuz, hakimimiz, iş adamımız, askerimiz, sivilimiz, bilginlerimiz ve de öğrencilerimiz maalesef az okuyor.
Okumuyoruz ama bizler tüm olumsuzluklara rağmen hep yazıyoruz!