“Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir.” (Konfüçyüs) Kitap okumayan ve onlarla dost olmayanlar, hayatı okumada, olup bitenlere ve kendilerine yön vermede zorlanırlar. Günümüzdeki genel insan de tipi budur zaten: edilgen, pasif konumda seyirci... Fakir halkın ekmek derdinden başka bir şey düşünememesi anlaşılabilmektedir; fakat üniversite gençliği dahî ders notları dışında pek bir şey okumamakta... Okuyan insanlar ise bilinçsizce/gelişigüzel ve yanlış tercihlerle okumaktalar. Şuurlu ve sağlıklı okuma eylemi olmayınca da, siyasî, içtimaî ve iktisadî bakış açılarından uzak, dünyası dar ve loş, düşünceleri sığ ve öteye geçmez, özgür ve özgün kimliğini oluşturamamış, hâkim siyasî havaya kapılan insanlar yığını oluşmaktadır... Okumayanların “iki günleri bir”dir, dolayısıyla ziyandadırlar... Okumayanlar kendilerine, olaylara ve hakikatlere yabancıdırlar. Okuyan insan ise hayatı anlamlandırır, tanımlar, ayakları yere sağlam basar; çünkü ferasetle ve basiretle (isabetli) bakar olaylara... Okuyan, güzelliklere kapı aralar, adım atar, yeni düşünce ve tecrübelerle farklı boyutlar katar yaşamına. Devamlı kendini yeniler ve inançlarını diri tutar. Zihnindeki müphemleri anlaşılır kılar. Çünkü okuyan bilmediğini bilir. Okunacak kitabın seçiminde dikkatli olmalı; herkesi arkadaş edinmediğimiz gibi, kitabın da dost olanını seçmeliyiz. Faydalı bir okuma içinse, okuma esnasında aktif olmalı ve düşünsel melekelerimizi zinde tutmalıyız. Bu haftaki yazımda Prof.Dr. Mustafa Nutku Bey’in “En Sevgiliden Gelen En Uzun Mektup” başlıklı yazısı konumuzla alakalı olduğu için siz aziz okurlara takdim ediyorum: “Beş yaşında kadar gözüken küçük çocuk, etrafındaki kendi kendine sessizce bir şeyler okuyan büyüklerine sırayla göz gezdirdi. Sonra, bir an durgunlaştı ve aniden boşalıp: “-Ben niçin okuyamıyorum?” diye hıçkırıklarla ağlamağa başladı. Büyükleri, şefkatle onu teskine çalıştılar. Aslında ne kendisinin ne de büyüklerinin, bu mevzuda bir hatasından veya ihmalinden bahsedilemezdi. Genellikle çocuklar okuma-yazmayı, altı yaşını bitirdikten sonra kaydoldukları ilköğretim okulunun birinci sınıfındayken öğrenirlerdi. Okula gidememiş erkekler askerdeyken, kadınlar ise okuma-yazma kurslarında okur-yazar hale gelirlerdi. Fakat gene de, o küçük çocuğun : “-Ben niçin okuyamıyorum?” diye hıçkırarak ağlaması, insana tesir ediyor ve bir şeyler anlatmağa çalışıyordu. Bir köy ilkokulu öğretmeni, talebelerini okumaya ve yazmaya alıştırmak için;“-Bulduğunuz her yazıyı okuyun ve bulduğunuz her boş kağıdı yazıyla doldurun..” tavsiyesini tekrarlarmış. İslâm’ın ilk emrinin “Oku!” olduğunu bilen çoktur: “Yaratan Rabbi’nin adıyla (ve Rabbin adına) oku.”(Alak Suresi, 96/1). Bu ayette, “-Neyi?” sorusunun cevabı olacak bir nesne bulunmadığından, O’nun rızasına uygun olan bütün okumaları da içine almaktadır. Bulduğu her yazılı kâğıdı okumanın Allah’ın (c.c.) “Oku!” emrine dâhil olduğunu söyleyebilmek, mümkün değildir. Ancak, bu tavsiyenin okuma-yazmağa karşı direnci kırmak ve köy çocuklarının bu mevzudaki atâletini gidermeğe faydası olabilir. Bütün mülk, tesir, fiil, Allah’a (c.c.) aittir. İnsanın elindeki ve onunla dünya hayatı boyunca imtihan olduğu tek şey: “Seçmek”tir (irade-i cüz’iyyesi ile). Her şeyi okumamalıdır. Okumak, akıl midesini doldurmaktır. Mideye her şey, rastgele doldurulmaz; seçim yapmak şarttır. Çünkü doldurulan şeylerin bazısı gıda olsa da; bazısı zehir, bazısının hazmı güç, bazısı da obezite (şişmanlık) yapıcı olabilir. İnsanın okumağa en fazla istek duyabileceği yazılı metin: “Sevgiliden gelen mektup”tur. Okuma biliniyorsa; bu mektup, kalp atışı hızlanarak, yudum yudum içer veya teneffüs eder gibi okunur, koklanır, öpülür, muhafaza edilir. Okumasını bilmeyen bir ana, sevgili oğlunun askerden veya uzak bir yerden gönderdiği mektubunu alınca ne kadar çok sevinir; eline alır, öper, koklar, satırları üzerinde göz gezdirir ve hemen onu kendisine okuyacak birini bulup, okunanları sevgi gözyaşlarıyla dinler. Sevdiklerinden gelen mektupları bizzat kendisi okuyabilmek için okuma kursuna giden yaşlı analar da çoktur. Düşünecek olursak, Allah’ın (c.c.) mâsivâsını (O’nun haricindekileri); Allah’ın (c.c.) hüsün, kemâl ve ihsânının gölgelerinin gölgesi, mecazî ve çok küçük tecellileri için sevip, o muhabbet sebebi sıfatların asıllarına en yüksek derecede sahip olan Allah’ı (c.c.) sevmekteki ihmalkârlık ve O “Hakikî Sevgilinin bize gönderdiği uzun mektubu olan Kuran’a karşı alâkasızlık; ne kadar tezat, haksızlık, vefasızlık, katı kalplilik ve yabanîlik değil midir? Bugün Kur’an okudunuz mu?”