Dil… Bizlere bağışlanmış önemli organlardan biri…

Düşünsenize mucize gibi… Derin bir nefes alıyoruz. Ardından nefesi dışarıya üflerken, aralara farklı farklı sesler katıyoruz. Ve bu seslere bir anlam yükleyebiliyoruz. 

Ve bir nevi üflemenin ardından en olmayacak fikirlerimizi, en karman çorman düşüncelerimizi başkalarına aktarabiliyoruz… Başkaları ile fikir alış-verişinde bulunuyoruz, gelişiyoruz. Ama kendi dilimizin dokusu ile gelişiyoruz.

Nörolojik olarakta bu yönde yapılmış araştırmalar; Konuşulan dilin, zekânın farklı kıvrımlarını harekete geçirme de önemini belirtiyor. 

Mesela “sondan eklemeli” bir dil ile “çekimli” bir dil arasında ciddi düşünce farklılıkları oluşuyor. Mesela Türkçe’deki gibi geçmiş zamanı anlatan yüklemin sonuna “-de, -da, -dü, -do, -du, -di, -dı” gibi, farklı farklı seçenekler eklenerek farklı anlamlara dönüştürülebiliniyor. 

Ama mesela ingilizce de bu söz konusu değil…

İki harf ile kelime anlamı bu denli değişebilen toplumların zeka yapısı, olaylara bakışı da farklılık gösteriyor. Yaşadığı toplumdaki olumlu ya da olumsuz olaylara göre bu zekayı olumlu ya da olumsuz da kullanabiliyor… 

Ama olaylara bakış, diğer diller ile mutlaka farklılık gösteriyor.

Örneğin, araba ile yavaşça giderken, bir anlık dalgınlık ile kaldırıma çıkmış ve lastiği yarılmış bir araba düşünelim… 

Bizler ilk olarak “Oooo lastik patlamış” ya da “yarılmış” deriz. Yine aynı şekilde bir İspanyol’da bu tepkiyi verir. Ama gel gelelim bir İngiliz’e, bizim kurduğumuz bu cümleyi anlatamayız bile!.. İngiliz için, lastik kendi kendine patlamaz ve patlatan kişiyi, cümle içinde görmek ister. Ve “Bu adam lastiği patlatmış” der. Hükümde bulunur. Böylece ne yapar? İleri de bu durum suç kabul edilirse, suçun sahibini de belleğine yerleştirir… “Kaza” ifadesinin düşüncesindeki anlamı, konuştukları dil ile bağlantılı olarak bambaşka bir yere oturmuştur.

Türkçe’miz bu tür küçük dalgınlıklara “Kazadır olur, hepimizin başına gelebilir” yaklaşımı gösterirken… İşi tatlıya bağlarken, “kişiyi” cümle içinde kullanıp belleklere yerleştirmez… Hatıralar da sadece “kaldırıma çıkan arabanın, patlayan lastiği” kalır. Ama özellikle çekimli diller; Sanki bununla ilgili, ileri de olabilecek takip için kişiyi tanımlar. Ve cümlesinde geçirir, belleklere yerleştirir… Hatıraların da “o kişi” de kalır…

Aslında konuştuğumuz dil, yaşadığımız olayların ilk muhakemesini, mahkemesini yapar. İlk bireysel “yargı mekanizmasıdır”. Ve toplumların yazılı ya da yazılı olmayan kurallarına yön verir. 

Diller, zenginliğini çok çok uzun zaman içinde kazanabilir. Konuşulan dil yıllar içinde gelişir. Dilin kullanım süresi uzadıkça insana yaklaşım keyiflenir, hoşgörü artar. Ama aynı gelişim ile oluşmuş zeka kıvraklığı, koşullara göre yine tam tersi durumlar getirebilir… 

Tarihçi ve araştırmacılara göre Türkçe’nin geçmişi 7 bin yıldır.  

Konuştuğumuz dilin yapısı, kullanım süresi düşüncelerimizi, yaşamımızı kesinlikle şekillendirir. 

Hergün sağdan soldan çeşitli söylemler duyuyoruz. Bazısı tutarlı, bazısı tutarsız… Ama bu söylemler bir şekilde kafamızın içine giriyor, düşüncelerimizi etkiliyor. İşte bunları harmanlayıp lezzetli bir yemeğe dönüştürmek bizim aşçılığımıza, ustalığımıza, bilincimize, eğitimimize bağlı…

Mesela bugün Merkez Bankası politika faizini %14’ten, %12’ye düşürdü. Ciddi bir indirim. Paranın fiyatı biraz daha düşürüldü…Gayet pozitif bir dil ile anlatıldı. 

Ama diğer yandan piyasada yeterince parada yok… Şirketler tahsilat yapamıyor. Çalışanların bir kısmı maaşlarını zamanında alamıyor. Krediler ödenemiyor. Temerrüte düşen, iflas eden şirketler her geçen gün artıyor. Piyasada para bulmak çok zor. Ama ne var ki herkesin arayıpta bulamadığı paranın fiyatı da düşürülüyor… Ve bu sayede enflasyonun düşeceği umut ediliyor… 

Umut önemli tabi… Ama gerçekler de gözardı edilmemeli…

Düşünsenize bir “kitap” almak istiyorsunuz… Ama kitap âdeta yok satıyor… Arıyorsunuz ama herkes aradığı için bulmak neredeyse imkânsız… Kitap basılıyor ama yetişmiyor, hemen bitiyor. Talep çok… 

Normal koşullarda ne olur? Talebi olan ürünün fiyatı da artar… 

Ama yazar çıkıyor, beklenmedik bir şekilde kitabın fiyatını düşürüyor.  Bu elbette normal bir durum olmayacaktır…

Talep gören ama piyasada az sayıda bulunan, bu kitabın fiyatı düşürülürse kısa sürede mafyanın eline geçer, hatta karaborsaya düşer… Ve derhal, sahibini de umursamadan fiyatı çok çok daha fazla yükseltilir…

Faiz oranını, paranın fiyatını belirlemek, kişilerin değil, piyasa koşullarının işidir… Aksi, devalüasyona davettir…

Geçmişte kullanılmış ama bugün kullanılmayan bazı enteresan diller var… “Rakam” telaffuzları yok… Evet yanlış okumadınız… “Bir, iki, üç” dillerinde yok… Konuşurken rakam kullanmıyorlar. Haliyle düşüncelerinde de yok… Rakamsal hedefleri, iddiaları da yok… 

Para yok, oyun yok, kumar yok, manipülasyon yok, hile yok… 

Ohhh ne güzel, huzur çok!..