“İnsan; ihsanın / iyiliğin kölesi / kuludur.”

     İhsanın en büyüğünü ve en kıymetlisini ise, öğretmen yapar. 

     Bunun için, en büyük övgüye de o lâyık ve uygundur. 

     Nitekim Hz. Ali’nin: “Bana bir kelime öğretenin kulu kölesi olurum.” 

     Deyişini hatırlamak; bu hususta çok yerinde bir sözdür.

     Mekânın şerefi; içinde bulunandan kaynaklanır. 

     Mekâna şeref verecekleri yetiştirecek olan da öğretmendir. 

     Öğretmen; öğrencinin hakikat ve gerçekleri görmesi için; 

     Mes’elelere iman gözüyle, Kur’an’ın tâlimi ve öğretisi, nur ve ışığı ile, 

     Resul-i Ekrem’in dersiyle ve bilhassa / özellikle Allah’ın İsm-iHakîmi / Hakîm İsmi’nin keyfiyet

     Ve içeriklerinin gösterdikleriyle bakmasını sağlamalıdır.

     Yani öğretmen; öğrenciye bilgelik ruhu aşılamalı. Bilgili, iyi ahlâklı, olgun 

     Ve örnek insan olmanın yollarını açmalı. 

     Talebeyi; hikmetle, kendini tanıma bilgisi ile donatmalı. 

     Dış âlemden edineceği her bilginin; aslında kendisine kendini tanıma fırsatı verdiğini belirtmeli.

     Öğretmen; öğrencilerin sual / soru sormaktan asla, kaçınmamalarını sık sık hatırlatmalı; 

     Sorunun içeriğinden dolayı, asla tedirgin olmamaları gerektiğini söylemeli.

     Onları her zaman cesaretlendirmeli.

     Çünkü ilmin, bilmenin anahtarı sorudur. 

     Büyük bir âlime / bilgine “İlmini neye borçlu olduğunu”  sormuşlar. 

     “Bilenlerin peşinden köpek gibi koşmaya borçlu olduğunu” söylemiştir.

     Soru, bilmenin yarısıdır. Diğer yarısı cevabıdır. Tıpkı başlamanın, işin yarısı oluşu gibi.

     Kaldı ki “Merak” ilmin, “İhtiyaç” terakki ve ilerlemenin hocasıdır. 

     Zira merak eden öğrenmek ister. İhtiyaç / gereksinim duyan çalışma ve arayışa yönelir.

     Böylece dâreyn / her iki dünya saadet ve mutluluklarının kapıları açılmış olur.

     Öğretmenden istenen; kömür ruhlu Ebu Cehiller değil, elmas ruhlu Ebu Bekirler yetiştirmesidir.

     Çünkü kömürle elmas arasında; keyfiyet ve kıymet bakımından dağlar kadar fark var.

     Öğretmen; gençlerimizi sözde değil, özde insan olmaları için eğitmeli. 

     Yoksa insan suretinde hayvan olma ihtimali / olasılığı var.  

     Öğretmen dersi; ruhsuz netice ve sonuçlar verecek, talebenin şevkini kıracak, faydasız, abes

     Ve boş bilgi yığıntısı içinde geçirmekten kurtarması lâzım.

     Öğretmen sadece “Nasıl?”ı anlatır, “Nasıl?”a cevap verip de, “Niçin?”i cevapsız bırakırsa,

     Gerçi öğrenciyi malûmat sahibi yapar.

     Fakat “Nasıl?”la beraber “Niçin?” i de anlatırsa, işte o zaman talebeyi ilim sahibi kılar.

     Çünkü “Nasıl?”lara cevaplar; öğrenciye malûmat edindirir.

      “Niçin?”lere cevaplar ise, öğrenciyi ilme kavuşturur.

     “İlm bir kıl ü kal / dedi kodu imiş ancak!” diyen Fuzulî, bunu kastetmiş olsa gerek.

     Öğrenci; özellikle İlkokul talebesi, öğretmenine mutlaka, şeksiz şüphesiz inanır.

     Nitekim, okuldan gelen oğluna babası sorar: “Bugün okulda ne öğrendin bakalım?” 

     Oğlu cevap verip yanıtlar: “İki kere ikinin beş ettiğini öğrendim baba.”der. 

     Belli ki hocanın dalgınlığına gelmiş ve farkında olmadan iki kere ikinin beş ettiğini söylemiş. 

     Baba: “Oğlum demiş beş değil dört eder.” Baba ile oğlu başlamışlar münakaşaya. Sonunda oğlu:

     “Baba demiş, sen öğretmenimden daha mı iyi bileceksin? Öğretmenim beş ettiğini söyledi.“

     İşte bu; öğrencinin öğretmenine olan inanç ve güvenine güzel bir örnektir.

     Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nun kurucusu Kemal Kaya (öl. 1966):

     “Arkadaşlar! Ben başlanmış işi, bitmiş sayarım. Sizleri meslektaşım olarak görüyorum.” 

     Diyerek ilk dersine başlarmış.

     Bu başlangıç, on beş yaşlarındaki öğrencilerine ufuklar açmış...