Bir ağacı tanıtmak iki şekilde olur. Tohumu gösterip anlatarak, ağacı gösterip anlatarak. Öğretmen tohum hükmünde olan mevzuyu izah, tefsir / açıklama, yorum, teşbih / benzetme, istiare toprağında feyizlendirmeli, dallanıp budaklandırıp meyve verdirmelidir. Sadece tohumu göstermek; dersi kuru ve cansız yapar. Açıklamalar ve benzetmeler, dersi; câzip / çekici, zevkli ve canlı bir hale getirir. Öğretmen konuyu; tohumu göstererek değil; dallı budaklı, meyveli bir ağacı; gözler önüne sererek anlatmalı.

     Öğrenci, hamur yoğuranın önündeki un gibidir. Söz de su gibi. Öğretmen hamura ne kadar su gerekiyorsa, o kadar su dökmeli. Öğretmen de, öğrencinin anlayışı nispetinde konuyu işlemeli.

     Öğretmen; gece gündüz, kendisi için olmasa bile, öğrencileri için çalışmalı. Onların soracağı bir sorunun altında kalmamalı. Kalırsa vazifesini / ödevini lâyıkı veçhile / lâyıkı şekilde yapmamış olmanın ızdırap ve acısını duymalı. Öğrenciyi kendi dalında, içtimaî / sosyal mevzu ve konularda;  sağa sola yalpalamaya fırsat vermeyecek şekilde yetişmeleri ve bunun için, gereken bilgilerle donatılmaları için, evvelemirde kendisinin donanmış olması gerektiğini hiçbir zaman unutmamalı. 

     Çocukları eğitmek; onları kendimize benzetmek demek değildir. Onları, gerektiği gibi yetiştirmektir. Hz. Ali’nin: “Çocuklarınızı yarınlara göre yetiştiriniz.” veciz sözünü  öğretmen her zaman hatırlamalıdır.

     Hz. Peygamber; tebliğ edeceği / duyuracağı bir hakikat ve gerçeği beyan etmezden önce, dikkatleri çekecek, merak uyandıracak, soru sorduracak bir üslûp kullanırdı. Böylece zihinleri hazırladıktan sonra, esas hakikatin tebliğine / sunumuna geçerdi. Bu metot ve usul sayesinde öğretilenlerin; zihinde kalması sağlanmış olurdu.

     Öğretmen talebeye değer vermeli. Öğrenciyi adam yerine koymalı. Öğrencinin iyi tarafına hitap etmeli. Problemli  çocukları ihmal etmemeli. Onlara da normal çocuklarmış gibi davranmalı. “İyisin iyisin.” diyerek iyi olacağını ummaktan asla vazgeçmemeli. Nitekim umulmayan taşın baş yardığı çok görülmüştür.

     Öğretmen; kırılmaz, gücenmez, alınmaz; âdeta hissiyat ve duygulardan tecerrüt etmiş / sıyrılmış bir robot gibi olmalı.

     Öğretmen her derse girişte, sanki ilk defa giriyormuşcasına  duyacağı bir heyecanla sınıfa girmeli. Talebenin ilk defa karşısına çokıyormuşcasına, tertemiz hislerle, sevgi dolu bakışlarla, sınıfa adımını atmalı. 

     Öğretmen asla kızmayacak. Asla sinirlenmeyecek. Serapa / baştan başa sabır, vekar ve ağırbaşlılık içinde bulunacak. Öğrenciyi rencide edici / incitici lâfız ve söz asla sarf etmeyecek.

     Üç sınıf talebe vardır: 1. Vasat / ortanın üstünde, 2. Vasat / ortanın altında, 3. Vasat / orta. Öğretmen orta tabakaya hitap etmeli. Eğer 1. Grubun derecesinde dersi anlatırsa, üçte ikisi dersi anlamaz. İkinci gruba hitap ederse, 1. Grubun nazarında istihza ve alaya sebebiyet verir. Öğretmen 3. Gruba hitap etmeli. Ki her gruba faydalı olsun.

     Dersin keyfiyetini öğretmen iyi belirtmeli. Yani derste öğrencinin neyi görmesi gerektiğini öğrenciye hatırlatmalı. Dikkatini iyice çekmeli. Öğrencinin isteneni görmesini sağlamalı. Öğrenciyi teyakkuz / uyanık hale getirmeli. Uyarmalı. Tabiri caizse, zihnen alarma geçirmeli. Öğrenciyi dersi dinler hale getirmiş olduğu için, artık derse başlayabilir. 

     Öğretmen talebenin bakıp görmesini, duyup işitmesini, bilip anlamasını sağlamalı. Çünkü bakıp da görmeyen, duyup da işitmeyen, bilip de anlamayan talebe; mâlûmat sahibidir ama ilim sahibi değildir. Zira çok şey bilmek mâlûmattır ama, az bildiğini çok iyi bilmek. Yani içselleştirmek; işte ilim budur.

     Öğretmen kötü söylerse, iyi öğrenciler de gücenir, kırılır. Öğretmen iyi söylerse, kötü öğrenciler de memnun olur. Tasavvuf ehli “Işığı söndür!” demenin bile, incitici bir algı doğuracağı endîşesiyle, bu isteklerini şöyle ifade ederlerdi: “Oğlum ışığı dinlendir.” Ne ince bir davranış değil mi?

     Öğretmen “Bâtıl (yanlış) şeyleri iyice tasvîr, safi zihinleri idlâldir (bozar).” düstur ve prensibini de unutmamalı.