Obama Türkiye’ye hangi gözle bakacak?

Abone Ol

Müslüman, göçmen, yoksul ve siyah derili düşmanı, “Sen zencisin, Amerikalı olamazsın, sen bir gizli Müslümansın, sen komünistsin” diyenlerin ve özellikle de ABD ‘nin İran’ı vurmasını isteyen İsrail lobisi ile silah sektörünün ve çok tutucu bir Hristiyan mezhebi olan Mormonların      desteklediği Romney karşısında Obama, yoksulların, kadınların, siyah derililerin, Hispaniklerin, kendisini “öteki” olarak hissedenlerin oyunu alarak ikinci kez seçildi, ABD’nin 45. Başkanı oldu. Seçilmesi halinde bölgemiz ve Türkiye açısından sıkıntılar yaratacak İsrail yanlısı bir politika izleyeceği bilindiğinden, Mitt Romney’in kaybetmesi Türkiye’de de memnunluk yarattı.
Yeni dünya düzeni, ABD yatırım bankaları bünyesinde özel olarak yetiştirilmiş CEO’lar eliyle üretilen akıl almaz miktarda toksik varlıklar kullanılarak yaratılan küresel krizin narkoz etkisi altında gerçekleştiriliyor ve bu küresel krizi açıklamada, ömrünü kestirebilmekte klasik ekonomi bilgileri yetersiz kalıyor. ABD’de yönetimlerin ekonomiyi tam olarak kontrol altına alabildiklerini söylemek mümkün değil.
Seçim propagandaları sırasında ne Obama ne de Romney, başkan olduklarında ekonomiye nasıl yön verecekleri, dış politikada nasıl bir yol izleyecekleri  konularında somut birşeyler söyleyemediler. Siyasal ve sosyoekonomik gelişmeler dikkatle incelendiğinde görülüyor ki, yeni dünyanın geleceğini ülkeler değil, ABD ekonomisinin omurgasını oluşturan dev bütçeli küresel şirketler şekillendiriyor ve küreselleşme rüzgaları eşliğinde, bu şirketler üzerinden, ülkelerin sınırları giderek belirsizleşiyor.
Günümüzde yaşanmakta olan savaşların kime, hangi ideale hizmet ettiği net olarak konuşulmuyor, tartışılmıyor.. Bu bağlamda, 2008 verdiği sözlerin bir çoğunu tutamayan Obama’nın, bu kez ne kadar sözünde durabileceği, ABD ulusal güvenlik kararlarından ve ABD ekonomisinin omurgasını oluşturan üç büyük sektörün çıkarlarından ne ölçüde bağımsız hareket edebileceği merak konusu.

OBAMA’NIN SÖZLERİ VE ABD GERÇEKLERİ
Obama seçmenlerden oy isterken şöyle diyordu:  
“Eğer bu ülkenin vaat ettiklerinin yalnızca bir azınlığa ait olduğuna inanmıyorsanız bu seçimde sesinizi duyurmanız gerek.
Eğer bu ülkede yönetimin en çok parayı verene sonsuza kadar borçlu olduğuna inanmıyorsanız bu seçimde tepkinizi göstermeniz gerek.”
 “(…) Bizim savaşımız dünyanın gördüğü en geniş orta sınıfı ve en güçlü ekonomiyi yaratan değerleri bu ülkeye yeniden kazandırmaktır.”
Obama bu sözleriyle ABD’li seçmenlere dünyanın kaderini oyladıkları uyarısında bulunuyordu. Obama güzel şeyler söylüyordu, ama bu sözler ABD gerçekleriyle ne kadar bağdaşıyordu?
“Obama ikinci döneminde neler yapacak, Romney gelseydi neler olabilirdi?” tartışmaları arasında gerçeği gözden kaçırmamak adına şu noktanın altını önemle çizmek isteriz: ABD seçim sisteminin ayrıntılarını, ulusal güvenlik kavramının kapsamı, ABD ekonomisinin omurgasını oluşturan üç ana sektörün (petrol, silah ve ilaç) partilerin oluşumu ve adayların belirlenmesi, propaganda programlarının organize ve finanse edilmesi, bu uluslararası şirketlerdeki İsrail lobisinin parasal ağırlığı, derin devlet politikalarının sürekliliği, şeçilen başkanların bu politikalara uyma zorunluluğu, yeni seçilen başkanların, Beyazsaray’daki ilk otuz gününde, bu politikaların ayrıntıları hakkında "aydınlatıldığı" konuları bilinmeden yapılan yorumların magazin tadında değerlendirmeler olacağı unutulmamalıdır. Obama, “Nükleer silahlar sınırlandırılmalıdır” söylemi gerekçe gösterilerek Nobel Barış Ödülü aldı, ama bu rolü hakedebilme adına, barış güvercini olmayı bir yana bırakın, barış güvercini rolünü oynayabilme şansı var mıdır?
ABD'de halk, milli gelirin yüzde 80’lik bölümünü alan yüzde 1'lik azınlığın, kendi çıkarlarını korumak üzere belirlediği adayını Beyaz Saray'a göndermek üzere organize ettiği salon ve televizyon gösterilerinde figüranlık yaparken, kullandığı oy ile ülkenin kaderini belirlediği gibi bir hoşluk yaşar. Aslında seçimleri yönlendirenler, perde arkasındaki güçlerdir. O nedenle, ABD’de başkanlık seçimlerinin sonuçlarını 270 milyonluk seçmen kitlesi mi, yoksa yüzde 1’lik elit azınlık mı belirler?” sorusu çok önemlidir. ABD’de yalnızca başkanlık seçimi yapılmadı, kadın hakları, sosyal reformlar, sağlık yardımları, göçmenler gibi pekçok konuda referandum yapıldı.

ABD BAŞKANLARININ YETKİLERİNE ABARTILI ANLAMLAR YÜKLEMEK
Tabloyu, 'futbol takımlarının oluşturulması ve taraftarların maçların sonuçları üzerindeki rolü' şeklinde de özetleyebiliriz. ABAD’nin başkanlık sistemiyle yönetiliyor olmasına bakarak, başkanlara yetkilerine çok abartılı anlamlar yüklemek ABD gerçekleriyle pek bağdaşmaz. Düşünebiliyor musunuz, dünyayı yöneten bir ülkenin başkanlığına talip olan Cumhuriyetçi aday Romney, televizyon ekranlarında milyonların önüne çıkıyor ve "İran'ın açık denizlere açıldığı yer Suriye'dir" diyor! Arkadaş, sen dünya lideri konumundaki bir ülkeye başkan olmaya kalkıyorsun, bir gün olsun haritaya bakmadın mı? Hatırlayanlarınız olacaktır, G. W. Bush da seçim öncesindeki gösterilerinden birinde, kızının okuduğu okulun adını bilememişti.. Yani ABD’de, başkanlık seçimi sonuçlarını, perde akkasında derin devletin ya da dev bütçeli şirketlerin emrindeki toplum mühendisleri belirliyor. Sonuçta, 270 milyon seçmen, yetkilerini ne ölçüde özgürce kullanabileceği net olarak bilinmeyen Cumhuriyetçi ya da Demokrat adaylardan birini tercih etmek durumunda bırakılıyor.

DEĞİRMENİN SUYU NEREDEN GELİYOR?
Tabloyu bu şekilde ortaya koyduktan sonra, günlerdir gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında izlediğimiz "Obama mı, Romney mi, ya da Demokratlar mı, Cumhuriyetçiler mi?" tartışmalarının ne anlam ifade ettiği kendiliğiden ortaya çıkar. Her iki aday da propaganda gösterilerine, televizyon reklamlarına oluk oluk para akıttılar. Obama ve Romney'in seçim kampanyaları boyunca birer milyar dolar civarında para harcadıkları söyleniyor. Burada yanıtı bulunması gereken soru: "Değirmenin suyu nereden geliyor?" ABD başkanlık seçimlerinde, yeni dünya düzeninde ülkelerin yerini küresel şirketlerin almakta olduğu gerçeği bir kez daha net olarak ortaya çıkmıştır.
Perde arkasındakiler, 11 Eylül İkiz Kuleler şoku sonrasında Afganistan ve Irak'ın işgaliyle başlatılan yeni dünya düzenini hayata geçirme ve küresel kriz sürecinde yaşanan ve Amerikan imajını büyük ölçüde erozyona uğratan günahların hepsini Obama'nın sırtına yükleyip yeni bir sayfanın açılmasına karar vermiş olsalardı, sandıktan "Güle güle Barack Hussein Obama-Joe Biden, hoşgeldin Mitt Romney-Paul Riyan" sonucu çıkabilirdi.
Obama ya da Romney'in seçilmesi, ABD'nin dış polikasında, başkanın iradesine bağlı önemli değişikliklere yol açacabileceğini ummak gerçekçi bir beklenti olmaz. Obama yerine, Romney'in seçilmiş olsaydı, ABD'nin kaderinde, Cumhuriyetçi Parti içinde kadrolaşmış aşırı muhafazakarlar, ABD ekonomisinin omurgasını oluşturan silah, petrol ve ilaç sektörü ve onlarla göbek bağı olan generaller, Protestan köktendinciler söz sahibi olacaklardı. Obama’nın ya da Romney’in seçilmesi, ABD’nin dış politikasını, küresel programını önemli ölçüde değiştirmeyecektir.
Yeni başkanın kim olduğunun açıklanmasına saatler kala, "Sonuçları fotofiniş belirler" diyenler çoğunluktaydı. Sandy Kasırgası'dan ne ölçüde yara aldığı kestirilemeyen Obama'nın beyaz olmayanlardan, Latinlerden, gençlerden ve kadınlardan, ABD dışındaki topraklarda  savaşmak istemeyenlerden, Romney'in ise, Protestan köktendincilerden, işadamlarından, tekelci sermeye taraftarlarından oy alacağı söyleniyordu.
ABD'de 50 eyaletten 40'ının ne yöne meyilli olduğu, bu eyaletlerde kimin kazanacağı, kemikleşmiş oylar nedeniye, aşağı yukarı bellidir. Sunuçları Colorado, Iowa, Florida, Wisconsin, Virginia, Ohio, Nevada, New Hempshire gibi 10 eyaletteki çatışmalar belirliyor.
ABD'deki seçim sistemine göre, ülke çapında oyların çoğunluğunu kazanmak başkanlık koltuğuna oturmak için yeterli olmuyor, eyaletler bazında da oyların çoğunu almanız gerekiyor.  2000 seçimlerinde, hatırlayacaksınız, Cumhuriyetçi Bush ile Demokrat All Gore bir süre başkanlık koltuğuna oturamamış, Florida eyaletinde oyların sayımı zaman almıştı. Sonunda G. W. Bush, kardeşinin vali olduğu Florida'da seçimi, Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla, rakibini yalnızca 500 oy farkıyla kazanabilmişti.
11 Eylül 2001'deki İkiz Kuleler şokunu iyi kullanan G. W. Bush 2004'te yeniden başkan seçilmişti. "Arap Baharı"yla değişime uğrama eğilim,ne giren ve kaosa sürüklenen Libya'ya doğrudan asker göndermek yerine KAAÖ'yü devreye sokan, Suriye'de ateşteki kestaneleri Türkiye maşası ile tutmayı tercih eden Obama annelerden ve ABD dışında savaşmanın anlamsız olduğunu savunanlardan oy almış olabilir, ama  ABD'yi ayakta tutan üç büyük sektörün desteklediği Romney’in neden kazanamadığı iyi irdelenmelidir. “Obama’nın 2. kez seçilmesinde derin devletteki kamplaşmanın ne derece rolü olmuştur?” sorusunun yanıtı da önemlidir.
Son yıllarda ABD yönetiminde ekonomi ve ulusal güvenlik konularında kaygı verici bir belirsizlik olduğu, Amerikan derin devletinde kamplaşmalar olduğu, bu belirsizlik ve kamplaşmaların dünya barışı açısından tehlikeli sonuçlar doğurabileceği yaygın olarak konuşuluyordu.

ROMNEY’İN BAŞKANLIĞI HEM MÜSLÜMANLAR HEM DE TÜRKİYE AÇISINDAN BÜYÜK SIKINTILAR YARATABİLİRDİ  
11 Eylül 2001 İkiz kuleler şoku sonrasında, Cumhuriyetçi G. W. Bush'un "Haçlı Seferleri Başladı!!" haykırışları eşliğinde, yeni dünya düzeni bağlamında Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan ve çoğunluğu Müslüman olan coğrafyada yer alan ülkelerin değişim ve dönüşüm operasyonu başlatılmıştı. Çünkü, ABD derin devletine göre Amerika varlığını sürdürebilmesi için belli periyotlarla savaşmalıydı. Savaşmak için de bir düşman gerekliydi Soğuk Savaş döneminde bu düşman komünizmdi. Sovyetlerin dağılması sonrasında bu düşman, komünizme karşı "Yeşil Kuşak" olarak kullanılan İslam oldu!
 İslam ABD gözünde potansiyel terör bataklığı idi. Huntington gibi ideologların yarattığı bu düşmanın yok edilmesi konusunda Amerika'da, terörü caydırıcı politikalarla önlemeyi savunanlar ve terör bataklığını teröre eğilimli olanların ortadan kaldırılmasını savunanlar şeklinde iki cephe oluştu. ABD son 10 yılda terörle mücadeleye 690 milyar dolar harcadı. Bu rakama Afganistan ve Irak'ta yapılan askeri harcamalar dahil değil..
Yeniden başkan seçilen Obama’nın İslam coğrafyasını toptan düşman kampı olarak mı tanımlayacağı, yoksa, son dönemlerde yaptığı gibi yeni kriterler üzerinden terörist ilan edilen insanlarla, Taliban ve Müslüman Kardeşlerle ilişki kurarak bir çeşit ‘dolaylı yoldan kontrol’ politikası mı izleyeceği konusu çok önemlidir.
Obama, seçildikten sora yaptığı konuşmada, “ABD’yi petrol konusunda dışa bağımlı olmaktan kurtacağım” dedi. ABD’nin petrol konusunda dışa bağımlılığı olmadığına göre, bu sözlerini, “Düşmanlarımın ya da rakiplerimin petrol ve enerji ihtiyaçları da benim kontrolümde olacak” şeklinde okumak gerekir. Bu da, enerji kaynaklarının ve dağıtım yollarının kontrolü konusunda Ortadoğu merkezli olarak yaşanmakta olan III.Dünya Savaşı görünümlü savaşın devam edeceği anlamına geliyor.   
Bizi ilgilendiren en önemli konular, Obama’nın, daha doğrusu ABD derin devletinin İsrail, Filistin, Suriye ve İran konusunda izleyeceği politikalar olacaktır. Obama’nın özellikle Suriye’de çarpışan muhalif güçler arasında hangi fraksiyona destek vereceği, yani Suriye stratejisini Müslüman Kardeşler’e destek vermek şeklinde kuran Obama’nın, derin devletin baskısıyla, bu politikasında değişiklik yapıp yapmaması bölgemizin geleceği açısından belirleyici karar olacaktır. Bizim açımızdan önemli olan soru şu: Obama Ortadoğu ülkelerine örnek gösterdiği laik Müslüman Türkiye’ye hangi gözle bakacak?
Sözün özü, gündemimizi bir dönem daha Obama’nın, Obama üzerinden ABD derin devletinin  tutumu belirleyecektir.