Milletlerarası siyasî meselelerde yanlış değerlendirmeler, hamaset duygunun tezahürü neticesi meydana gelen böylesi yanlışlar karşısında hissi açıdan değerlendirmelere gidilerek, yanlış politikalar uygulanması vs. Türkiye’ye her daim zarar getirmiş ve bizler bu yanlışımızı düzeltebilmek için, dış politika açısından bazı değişiklikler meydana getirmez, yeni bir sayfa açmazsak, politik yanlışlar hanesi her geçen gün daha da artacaktır!.. (Adriyatik’ten, Çin’e kadar Türklük!, Azeri Soydaşlarımızın hakları vs.) böylesi konular hayati meselelerdir ve bilmek lâzımdır ki, üçüncü devletler de böylesi hayati meselelerde kendilerine göre değerlendirmeler yapar, kendi millî menfaatleri paralelinde hareket ederler!.. Millî Menfaat neyi öngörür: (Böylesi hayati meselelerin, “kapalı kapılar ardında görüşülmesin!”. Zira aksini tatbik etmek; hasım veya düşman olmayan devletleri dahi huzursuz kılar!..) Şöyle bir bakalım, bu konuda emperyalist devletler nasıl hareket etmekte ise bir görelim: (Emperyalist, koca bir ülkeyi yutuyor: “Biz, halkı kurtarmaya geldik!” diyor. Filistin’de nice masum insan öldürülüyor: “halkımız saldırıya uğradı!” deniyor.) Biz ne yapıyoruz!... Böylesi hassas konuları: “İç siyaset malzemesi” yaparak, doğrudan halkımızı kandırmayı başarı sayıyoruz!?.. Kandırmayı diyorum zira; ama bilerek, ama bilmeyerek de olsa, yaptığımız budur!.. Dolayısıyla; bu davranışımızı temelden değiştirmemiz elzemdir. Hem de, mantık çerçevesinde, durumu analiz ederek!... Diyelim ki, bu idealimizi tahakkuk ettirebilmeye kalkışanlar oldu. İdealimiz uğruna savaşacağımız ülkeler hangileri olacak?... Hemen arz edeyim: (Federal-Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere Krallığı, İsrail, Fransa, İtalya, Almanya, Kıta-Çin, Kanada, vs.) Bu saydıklarımın çoğunluğunda “Nükleer Silâhların, bombaların, roketlerin” envai çeşidi mevcuttur. Dolayısıyla; Bizlere böyle bir ortam bırakabileceklerini hiç sanmıyorum!.. Velev ki, öyle bir imkân sağlanabilmiş olsun. Bunun bir tek adı olabilir: (ÜÇÜNCÜ CİHAN HARBİ). Dolayısıyla, böyle bir savaştan sonra: “Ne Dünya Türklüğü ve ne de Dünya Milletleri” diye hiçbir şey kalmaz. Yânî, böylesine kahredici bir savaşın sonucu, hiçbir millete, hiçbir şey kazandırmaz ve kazandırabilmesine de imkân kalmaz!.. Dahası, böylesi bir ideal yerine gelse dahi, Türkiye’mizin olumlu açıdan kazançlı çıkabileceğine inanmak, farklı değerlendirmelere göre yorumlanabilir. Zira, dünya Türklüğü birleştiğinde, Türkiye’mizin; birleştiren unsurun neresinde yer alacağı önemlidir; “başında mı, ortasında mı, sonunda mı?...” Tabiiki, başındayız diyemeyiz.. Zira, Kafkaslarda gelişen olaylar, yânî, Batılı Devletlerin, “Kafkasları külliyen ele geçirebilme sevdasıyla”, Türk Devletlerini, bir şekilde ele geçirebilmeye çalışmaları; Azeri-Ermeni ihtilâfını, Türkiye’ye karşı güçlü bir koz olarak dilediklerince değerlendirebilmeleri vs. Bizim Kafkas Türk Devletleri politikamızda onları; “Türki Devletler” şeklinde görüp, öyle değerlendirmeye kalkışmamız ve bilhassa “ticari kazanç” faktörünü ön plânda görerek, bilhassa iş sahası üzerinde durmamız ve de Kafkas Türk Devletleri ile münasebetlerimizi siyasilerimiz yerine “işadamlarımızın” mezkûr devletlerle münasebetlerimizi yönlendirmeye kalkışmaları vs. Bizim Kafkaslardaki politikamıza siyaset alânında hiçbir kazanç sağlamamış ve sadece “Ermenistan’a posta koymanın” dışında hiçbir gelişme sağlanamamıştır!.. Dahası, Federal Rusya’yı, hele Putin gibi bir Lideri olan bu ikinci dev ülkeyi, sırf ABD gözü ile değerlendirdiğimiz için hakiki çehresini göremediğimiz bu ikinci süper devleti hiç mi hiç hesaba katmadık!.. Bütün bu hususlar bilhassa dikkate alınması icap eden önemli faktörlerdir. Hem de üzerinde derin derin düşünülmesi şart olan faktörler!... Gelelim, ordumuzun günümüzün teknik gelişmelerinin meydana getirdiği olağanüstü silâhlar açısından dikkate alınması icap eden durumuna!.. Dünya orduları içinde, “Harp sanatını” en alâ şekilde bilen ve uygulayabilecek kapasitede özellikleri bulunan bir eşsiz askeri güçtür!.. Nitekim bu hususta hemen hiçbir ülkenin itirazı yoktur. Olmadığı da, özellikle ABD’nin bizim askerimizden faydalanmaya çalışmasıyla açıklıkla görülmektedir. Ancak hemen her olumlu puanımıza rağmen, bir husus var ki en büyük eksiğimiz odur ve aynen şudur: Silâh sanayimiz yeterli olmadığından, bilhassa modern vurucu güç açığımızın süratle kapatılmasıyla; “ileri askeri platform” satışlarını İsrail’in ihtiyatla değerlendirme görüşünü, basın kanalıyla duyurması ve ayrıca “Ermeni İddialarını” İsrail Parlamentosu’nda görüşüleceğine dair açıklama yapması, bizim bu açığımızı bir an evvel hâl yoluna sokmamızı icap ettirmektedir!... Yanlış anlaşılmasın. Bu önerimizin muhtemel bir “Türkiye-Ermenistan” savaşı ihtimali ile hiçbir şekilde âlâkası yoktur ve zaten; Azerbaycan kullanılarak, Türkiye’yi, Ermenistan’a karşı sürüklemek isteyenler olmuştur. Lâkin, ne Türk Devleti ve ne de Türk Askeri böylesi bir harekete sıcak bakmamış ve Ermenistan’ın hâline acımış, bir acı da Türkiye katmak istememişti!.. Baştan beri yazdıklarım bir gerçektir. Hem de üzerinde hassasiyetle durulması icap eden bir gerçek!.. Ülkemizin dış politikasını, iç politika gözü ile değerlendirmemiz, ülkemize, Osmanlı’nın son yılları da dahil, hiçbir zaman hayır getirmemiştir ve bu tarihi belgelerle sabittir!... Şimdi münevverlerimizin içinde en akıllıları hangileriyse, açıkça soruyorum: Türkiye’mizin bir an evvel her açıdan kalkınarak: (ABD, Federal Rusya, İngiltere, Fransa ve Kıta Çin) gibi: “Birleşmiş Milletler Teşkilâtı”nda, birinci derecede “Veto” hakkına sahip olması mı önemli, yoksa “Dünya Türklüğü’nün birleşmesi” konusu mu?.. Bilindiği gibi: “Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nda oy çokluğu ile alınan bir karar, yukarıda adlarını saydığım devletlerden birisi kalkarak ‘hayır vetosu’ kullanırsa, ekseriyetle varılan sonuç geçerli sayılamaz.” Teşkilâtın kuruluşunda bu faktör esas alınmış ve teşkilâtın tüzüğüne işlenmiştir. Yânî, biz dahil; yukarıda adı geçmeyen hiçbir Birleşmiş Milletler Üyesi ülkenin vetosu, Süper Devletler derecesinde güçlü sayılmamaktadır!... Peki bu açık nasıl kapatılabilir?.. Hiç mi hiç fazlaca düşünmeye lüzum yoktur ve uygulanması icap eden aynen şudur: (Ağır-Silâh Sanayimizi) her açıdan işler duruma getirebilmeliyiz. Büyük yatırımları olan işadamlarımız, fabrikatörlerimiz vs. iş sahalarındaki çalışmaların bir saatini, “Ağır Silâh Sanayimizin” geliştirilebilmesi çalışmalarına tahsis etmelidir. Silâh yapımında, doğrudan bizdeki bilim adamları ve teknisyenlerimizi görev başına getirmemiz de elzemdir. “Dünya Türklüğü rüyası” yerine: (Hemen her sahada başarılı ve güçlü bir Türkiye’miz olması ve böylesi bir Türkiye’nin sadece çevresindekiler değil, aynı zamanda bütün Cihanın; sayıp, taktir ettiği, Türk adını duymaktan gurur duyduğu bir Türkiye’miz olması daha âlâ olmaz mı!... Yânî; “Adriyatik’ten Çin’e” hülyası yerine gerçek ve güçlü bir Türkiye olması. Evet daha âlâ olmaz mı!.. Hiç bu düşünüldü mü?... Yüksek müsaadelerinizle hayır diyeceğim. Zira şayet düşünülmüş olsa, bizim bu satırları yazmamıza lüzum kalmazdı!... Demem odur ki, Aziz Milletimizi, hele böylesi bir karmaşık dönemde basit de olsa, bu bilgilerden yoksun bırakmamız, en azından Türkiye’mizin yarınlarına tutulan ışığı söndürmek demektir!.. Saygıdeğer okuyucularım, yeni bir makalede buluşabilmek dileğiyle, hemen hepinize mutlu tatiller diliyorum efendim. Not: (Bu makale, 9 Mayıs 2010 Pazar) tarihinde yazılmıştır.