Maalesef tanımıyoruz!.. Atalarımızı, kahramanlarımızı okumuyoruz. Onları anlamıyoruz. Düşüncelerini öğrenemiyoruz. Dünya görüşlerinden bi haberiz. Neden sürekli, yılmadan, her seferinde tekrar Devlet kurma çabaları olmuş anlamıyoruz. Birlikte, bir arada yaşama sevdalarını anlamıyoruz. Adaletli bir hayat için Devlete önem vermelerini anlamıyoruz. Ve elbette alt soya bakışları nasıl bir şeydi? Bilemiyoruz... Bir çoğumuzun hiç fikri yok... Çünkü, tekrar ediyorum “okumuyoruz”.

Ondan sonra da ‘Ya satsam ne olacak! Ben parama bakarım! Hayatımı yaşarım! Bir daha mı geleceğim dünyaya?’ Deyip topraklarımızı yabancıya, Arabistan’lıya, Katar’lıya, Mısır’lıya, Pakistan’lıya, Tunus’luya satmakta sorun görmüyoruz.

Ey güzel kardeşim! Ey toprağını yabancıya satan arkadaşım; Senin alt soyun yok mu? Çocukların, yeğenlerin yok mu? Çocuklarının çocukları, onların da çocukları olmayacak mı? Ne demek “Bir daha mı geleceğim dünyaya?”! Geleceksin tabi... Sen gitsen de genin, kanın, canın, soyun burada olacak... Satmakta nedir? Yoksa soyun mu yok? Alt soysuz musun?

Senin baban, deden, hatta onun babası, dedesi senin gibi düşünseydi! İngiliz’iyle, Fransız’ıyla, İtalyan’ıyla, Yunan’ıyla savaşmasaydı! Devretmek üzere aldığı emanet için, soyu için, senin için kanını dökmeyi, ölmeyi göze almasaydı! ‘Ya boşver çocukları, alt soyumu!’ Deyip, ardından ‘Bir daha mı geleceğim dünyaya?’ Deyip kendi mayası olan toprağı, seni bir kere bile sorgulamayan, seni düzenli olarak besleyen o canım toprağı, dışkıyı, gübreyi çiçeğe, meyveye çeviren toprağı, her türlü kötülüğü iyiliğe çevirmeyi kendine görev edinmiş toprağı, dünyayı çeşitli renklerle süsleyen, sofralarını lezzetlendiren toprağı, bizlere karşı her dönem cömert olmuş bu bereketli toprakları satıp, satıp yeseydi... Yediği kabı satsaydı... Tüketse, tükenseydi... Babasından, dedesinden devretmek üzere aldığı emaneti, sana devretmeyip emanete hıyanet etseydi. Hoş olur muydu? 

Olmazdı elbet... Ve hatta daha kötüsü!.. Şimdi sen buna cevap bile veremezdin. Muhtemelen olmazdın... Ya da ırgat olup, kendi toprağın olmazdı...

Peki neden şimdi, çocuklarımıza devretmek için bize emanet edilmiş, bu kutsal emanetlerimizi, toprağımızı, arsa paylı konutlarımızı yabancılara satıp yiyoruz?.. Neden geleceğimizi, çocuklarımızın hakkını nakte çeviriyoruz? Sonra da o para ile Alman’ın arabasını, Amerikalının, Korelinin telefonu alıyoruz. O toprak senin baban, atan... O sattığın toprağı sana emanet edip, aynı toprağın altına girdi ve o da bugün toprak oldu... Nasıl elin varıpta satabilirsin atanı?..

Neler neler gördü bu coğrafya ve binlerce yıllık kadim tarihimiz... Ama hızlıca, çabucak beka sorunu yaratacak, kısa sürede asimile olmamızı sağlayacak, atalarımızdan aldığımız gen yapısına kadar değiştirecek, maneviyatını, toprağını, yeri gelince şeytan diye andığın ‘para’ ile değiştiren bir nesil hiç görmedi tarihimiz!..

Nedir o Trabzon’un, Urfa’nın, Hatay’ın, Adana’nın, Kocaeli’nin, İzmit’in, Bursa’nın, Tekirdağ’ın ve daha birçok ilimizin hali?.. 

Gerçekten insani vasıflarımızı yerine getiriyor muyuz? Okuyup öğreniyor muyuz? Atalarımızı tanıyoruz muyuz? Tarihimize bilinç katıp talihimize yön verebiliyor muyuz? Maneviyatımız ne durumda? Babalarımızdan, dedelerimizden soylarını devam ettirdiği için memnun muyuz? Siz devraldığınız soyu devam ettirmek istediğinizden emin misiniz? 

Düşelim artık toprağın yakasından... Bırakalım onu ellere satma çabalarını... 

Tam tersine onunla barışık kalalım. Onunla işbirliği yapalım. Toprağı garip kimyasallar ile zehirlemeden, hatta onu her seferinde biraz daha onararak işleyelim. 

Unutma! Toprağa ne verirsen o da sana onu verir. 

Ona güzel ve sağlıklı bakarsan o da sana sağlık, huzur verir. Ona hormonla, kimyasalla bakarsan o da sana hastalık, kanser verir. Toprak ektiğini biçtirir. Ona verdiğini çoğaltıp, geliştirir sonra da sana geri verir.

Topraksız kalmanın ne demek olduğunu tarih bize birçok defa anlattı. 

Gelin ceddimiz gibi toprağımıza sahip çıkalım. Asla ama asla yabancı bir şahsa satmayalım. “Yahu küresel bir dünyada yaşıyoruz.”, “Her ülkede daire satılıyor.” diyen olabilir. O zaman bizde en fazla İngiltere’nin yaptığı gibi 50, 70, 80, 100 yıllığına kullanım hakkını kiralayalım. Yabancı ortaklığı olan şirketlere satalım. Ama gidipte Filistin’in yaptığı gibi şahıslara satmayalım. Çünkü bu tarz satıştan barış içinde bir dönüş olamıyor. Dünya İnsan Hakları hukuku çerçevesinde şahıslardan konutu, toprağı geri almak kolay olmuyor. Zorlayıp, yaptırımla alsan da davaları yıllarca sürüyor ve ayrıca hukuki yaptırımların ağır sonuçları oluyor.

Gel sen yapma! Toprak gibi bir masumu satma! Ki yaradılışı gereği senin verdiğini çoğaltıp sana geri verdiğinden, o da seni misliyle satmasın!..