Son dönemde özellikle de zamanlaması manidar oldubittiler ile karşılaşmaktayız..! 

Özellikle devletimizin kuruluş felsefesinin temel taşı olan medeni hukukla kadınlarımızın elde etmiş olduğu modern, çağdaş haklara yönelik ‘adına mahalle baskısı’ denen bir algı operasyonuyla yaşadığımız pek çok olay, toplumsal yaşam tarzlarımız üzerinde olumsuz etkiler yapmaya devam etmektedir.

Geçtiğimiz hafta içinde ülke gündemimizi an be an değiştiren yazılı, görsel basın haberlerine bir yenisi daha eklendi..!

Bu haber;

Meclisimizde görüşülerek kabul edilen yasaya göre; bundan böyle evlilik müessesesinin en önemli şartı olan evlenme akdinin ‘müftülükler’ eliyle de gerçekleştirilebileceği şeklindeydi…

Bu Kanun tasarısı içinde; şimdiden sonuçlarını öngöremediğimiz ama ilerleyen süreçte toplumumuzun temel yapısını oluşturan aile birlikteliğimizi nasıl etkileyecektir? 

Bunu hep birlikte yaşayıp göreceğiz…

Ancak sebep, sonuçları çok açık ve anlaşılır olan bir değişiklikle 5940 sayılı Nüfus Hizmetleri kanununun 22.maddesine ek yapılarak evlendirme memurları arasına il ve ilçe müftülüklerinin de eklendiği bu uygulamanın; özellikle kadınlarımızın önemli bir bölümü tarafından tepkiyle karşılandığı göz ardı edilmemelidir. 

Bu noktada sorgulanması gereken husus şudur:

Diyanet İşleri Başkanlığı yıllardır, 633 sayılı kuruluş ve görevleri hakkındaki kanunda belirtilen ‘’din hizmetlerini, din müesseselerini yönetir ve din görevlilerinin hizmetlerini düzenleyip denetler’’ şeklindeki görev tanımının dışına çıkarılarak neden bu sürece dâhil edilmiştir? Bu tercihin aciliyetini belirleyen net bir gerekçesi var mıdır? 

Kaldı ki ülkemizde dini hassasiyetleri olan vatandaşlarımızın medeni kanunumuza göre akdedilen resmi nikâhtan sonra ‘dini nikâh’ olarak adlandırılan merasimi yapmalarının önünde hiçbir engel yoktur. 

Vatandaşların ruhani ve vicdanı tercihi olan bu uygulama yıllardır devam etmekte ve asla itiraz edilmemektedir. 

Ayrıca hatırlanacağı gibi 2015 yılında resmi nikâh kıyılmadan imam nikâhı kıyılmasına yönelik ceza verilme uygulaması da Anayasa mahkemesince iptal edilmişti. 

Şimdi bu durumda müftüler nikâh kıyabildiğine göre siyasi irade samimiyet sınavı vermeli ve bu cezayı tekrar geri getirmelidir.

Tabiki burada asıl yapılmak istenen; din konusunda devletin tarafsız pozisyonu olan laiklik yerine, dinin, din kurumlarının toplum hayatının çeşitli kesimlerindeki yerini güçlendirerek, laik Cumhuriyetin yapısını sarsmak ise; zaten mevcut uygulamalar ile giderek gerilen toplum yapımıza, böylesi bir tercihin yarar sağlamayacağı çok açıktır.

Şu hususu da sormak gerekir! Peki, ama neden şimdi? 

Günümüzde uygulanan hatalı politikaların faturasını ödemekten kaçınanlar, hiçbir ihtiyaçtan kaynaklanmayan bu yasa tasarısını gündeme getirerek, yurttaşları cambaza bakmak durumunda bırakarak; 2019 seçimlerine hazırlık olduğu varsayılan parti içi tasfiyelere yönelik dikkatleri dağıtıyor olabilir mi acaba?

Ama gerçek neden tüm açıklığı ile karşımızda duruyor diye sormadan geçemeyiz! Nedir bu?

Kimilerince puslu havadan faydalanarak Laik Cumhuriyet surlarında bu önemsiz gibi görülen vuruşlarla gedikler mi açılmak istenmektedir?

Bu tasarıyla birlikte, değişen eğitim müfredatını da düşündüğümüzde;

Türkiye'nin Laik Cumhuriyet yapısının hukuk devleti özelliğinin, her geçen gün biraz daha aşındırılmaya çalışıldığı çok açıktır.

Türk Hukuk Sistemi içerisinde Aile Hukuku Kapsamında Değerlendirilen ‘’Evlilik’’ hukuki olarak tanımlanmıştır.  Buna göre evlilik: 

“Aynı cinsiyette bulunmayan iki kişinin hukuk düzeninin öngördüğü şekilde süreklilik hedefiyle kurdukları hayat ortaklığıdır. ”

Hukuki bir kurum olan, kanunlarla korunmuş, işleyişi belirlenmiş evlilik bağını, dünyayı dini esaslara göre tanımlayan din görevlilerin kıyacak olması; daha şimdiden toplumsal yapımız üzerinde derin bir ayrışma daha yaratmış gözükmektedir.

T.C’ ne vatandaşlık bağı ile bağlı ama farklı bir din tercihi olan yurttaşlarımızın veya kadınlarımızın erkeklerle eşit nikâh şahitliği bu çerçevede nasıl kabul görecektir?

Bu düzenlemeyi savunanlar bunun bir din ve vicdan özgürlüğü konusu olduğunu söylerken; bundan önceki süreçte bu yönde bir sıkıntı mı yaşanmıştır ki? Toplumuzun önemli bir kesimince kabul görmeyen öylesi bir yasa tasarısı acele ile meclisten geçirilmiştir! 

Toplumumuzun pek çok kanaat önderinin de eleştirdiği, milletimizin temel taşı olan aile kurumunun bu yeni düzeni için;’ Ben yaptım, oldu’ mu denecektir?

Bu yasa ile çevre baskısı hisseden her yurttaş;

Ailesi, patronu, müdürü, ihale alacağı devlet kurumunu düşünerek, en azından fişlenmemek, kınanmamak, işsiz kalmamak, dışlanmamak için müftü nikâhı kıydırmak zorunda olduğunu hissetmeyecek midir?

Bu yasa tasarısı bu hali ile din ve vicdan özgürlüğünü sağlamayacağı gibi; ilerleyen süreçte boşanma, nafaka, çocukların yasal hakları gibi önemli konularda; toplum düzenimizde ne gibi sonuçlar yaratacaktır? 

Bu sonuçlar öngörülmüş müdür? Yoksa ‘’hele bir uygulayalım, sonrası bakarız’’ mı denmiştir? 

Unutulmamalıdır ki; giderek ayrışan bir görüntüye bürünen toplumsal düzenimizin içinde bulunduğu durumun ortadan kaldırılması:

Ortak akla odaklı çağdaş yarınlarımızı aydınlatacak icraatlardan, sevgi ve saygı ortamının yeniden ülke sathına yayılmasından; yönetenlerin siyasi söylemlerini, icraatlarını kutsal dinimizden çekmesi ve siyasete alet etmemesinden geçmektedir.

Bunu sağlayacak en önemli referans; ülkemizin kuruluş felsefesinde mevcuttur. Bu bilgi kaynağı bundan 94 yıl önce, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilke ve devrimleriyle yazılmıştır.