Türkiye’de bir ekol var ki, Osmanlı’dan beri varlığını devam ettirebilmiş ve böylece günümüzde dahi ses duyurabilecek bir mevki elde edebilmiştir!... Merhum Gazi Hazretleri’nin var oldukları, (1923-1938) Cumhuriyetimizin ilk yıllarında tecridi şekilde ses duyurmaya çalışan bu ekol; Gazi Hazretleri’nin vefatlarından sonra derakap, açık harekete geçmiş ve ülkemizdeki insanların kutuplara ayrılmasına sinsice öncü olmuşlardır. Kendilerine sorulacak olursa: (Öz Türk kendileridir ve bu memleketin esas sahipleri onlardır! Türkiye’de “Türk asıllı” olmayan yurttaşların hiçbir söz hakkı yoktur ve zaten onların vatandaşlık hakları, ancak öz-Türklerin layık gördükleri kadarı ile ölçülür.) 
Bu sakat görüş ve inanç yüzünden, koca Osmanlı tarihinde nice hizmetleri geçmiş üst düzey yönetici Gayr-ı İslâm şahsiyetler, bir şekilde unutturulmaya çalışılmış ve böylece ortada kala, kala; Ermenilerin “Komitacıları”, Rumların “Palikaryaları”, Yahudilerin de “Siyonistleri” kalmıştır. 
Günümüz Türkiye’si böylesi bir açmazla karşı karşıya kalmış ve bu sebeple gayet tehlikeli akımların adeta cirit attıkları bir merkez görünümüne bürünmüştür!.. 
Şu an özet biyografisini yazdığımız, geçtiğimiz bölümde sizlere sunulan dünyaca ünlü “Deniz Ressamı” Hovhannes İvan Ayvazovski’nin (1817-1900) ağabeyi, Kapriyel Baş-Yebisgobos Ayvazovski de böylesi bağnaz bir düşüncenin ürünü olarak, unutturulmuşlardandır. Dolayısıyla, özet biyografisini sunarak, yeni nesillere tanıtmayı kendimize “Millî bir borç” adettik. 
Biliyorum, alışılmışın dışında hareket etmekte ve Ermenilerden bir din adamını sizlere tanıtmak istemekteyim. Bu durum haklı olarak sizlere ters gelebilir ve bilhassa Ermeni oluşu bazılarınızı da rahatsız edebilir çünkü, Ermeni Kavimi son yıllarda topyekûn Türk düşmanı(!) olduğu, ileri sürülerek, aziz milletimizin yeni nesilleri, vicdansızca aldatılmıştır. Ve lâkin, muhterem din adamının özet biyografisi okunduğu zaman, bendenizin haklı bir uğraşa girdiğim kesin anlaşılacaktır. 
Bizleri her daim kötüleyen ve hemen hiçbir hayırlı icraatımızı milletimize tanıtmak istemeyen, Türk değil, ruh hastası bir zümrenin asıl rengini şöyle tarif edebiliriz: (“Osmanlı bizden değildir, Padişahların anaları kâfir dünyasından Haremimize alınmış dönmelerdir.” diyenler; daha sonra, “Osmanlı-Türk İmparatorluğu” bahsine temas etmekte ve Osmanlı İmparatorluğu’nun, Türk İmparatorluğu olduğu iddiasında bulunmak gibi çelişkiler içinde kıvranan ruh hastaları olduklarını görememek için bir insanın tamamen basiretsiz olması lâzımdır!... Osmanlı İmparatorluğu, tabii ki Türk İmparatorluğu’dur. Çünkü, Hz.Padişahların, topyekûn Türk evlâtları olduğundan asla şüphe edilemez. Ancak onların tebaaları olan diğer kavim mensupları da mezkûr İmparatorluğun asli mensupları, asli evlâtlarıdır. Onları dışlamak, muhteşem bir Devleti zan altına düşürmek, demektir ki, bunun vebali pek kolay ödenemez!...
KAPRİYEL “BAŞ-YEBİSGOBOS”
AYVAZOVSKİ VEYA AYVAZYAN: (1812-1880) 
“Din adamı ve Tarihçi”
Kapriyel Baş-Yebisgobos Ayvazovski veya Ayvazyan “10 Mayıs 1812” tarihinde, Kırım’ın Kefe-“Feodosya” şehrinde doğdu. Dünyaca ünlü “Deniz Ressamı” Hovhannes İvan Ayvazovski’nin (1817-1900) ağabeyidir. Son derece değerli hizmetler verdikten sonra “8 Nisan 1880” tarihinde Tiflis’te ebedi hayata intikal etti. 
Ayvazovski soyadı onun ve kardeşi Ressam Ayvazovski’nin asıl soyadları değildir ve Çarlık dönemi Rusyası’nın “iç ve dış politikası” icabı “Ayvazyan” iken Ayvazovski’ye çevrilmiş Ruslaştırılmıştır. 
1875’te Kevork IV. Gatoğigos “Büyük-Patrik” (1812-1882) tarafından beğenilerek, Aziz-Eçmiyadzin’deki “Kevorkyan Seminer Kuruluşu”nun Müdürü tâyin edildi. 
Bu iki büyük insanın babaları, Moldavya’dan göç etmiş, Kevork Ayvazyan adında bir Ermeni tüccardı. Daha sonra, Ortodoks aleminin dikkatlerinden kaçabilmek için, “Konnstantin Ayvazovski” şeklinde değiştirerek, Rus isim ve soyadını almıştır. 
Kapriyel Ayvazvoski, ilk öğrenimini doğduğu Kefe şehrinde ikmal ettikten sonra, 1826 yılında Venedik’te bulunan “Mığitaristler”in dünyaca meşhur San Lazzaro Manastırı’na dini öğrenim için gönderilmiş, başarılı bir mezuniyetten sonra, (1848-1854) yılları arası, Mığitaristler’in Fransa-Paris’deki Muradyan Mektebine Müdür atandı: Ermeni lisanı, Ermeni tarihi hakkında dersler verdi. 
Esas sebebi pek anlaşılamamış olan bir ihtilâf sebebiyle Katoliklerden uzaklaşarak, (18 Mayıs 1856) tarihinde, Ermeni Kadim Kilisesi Gregoryan veya Lusavoriçagan mezhebine intisap etmiş ve Katolik mezhebi hakkında şu kesin görüşünü ileri sürmüştür: 
(Ermenilik ile Katoliklik asla bir arada yaşayamaz!) 
1867’de Aziz-Eçmiyadzin tarafından “Yebisgobos”, 1871’de ise Baş Yebisgobos ilan ve tasdik edilerek, Gatoğigosluk Sinoduna üye tayin edilmiştir. Aynen ana lisanı derecesinde vakıf olduğu 12 lisan ve geniş kültürü ile yazdığı (12 değerli telif eseri) onun kültür hazinesinin ne derece zengin olduğunu gösteren başlıca belgedir. 
Bu meyanda yakından ilgilendiği Osmanlı Devlet ve tarihini tam bir tebaa düşüncesiyle inceleyip, değerli bir Osmanlı Tarihi yazmış ve bu mufassal mahkuku eserinin önsözünde Osmanlı Devleti’nin millî varlığının ne derece muhteşem olduğunu kaydettikten sonra, şu tarihi kaydı da geçmekle, Osmanlı Ermenileri’nin Osmanlı’ya karşı niçin samimi hislerle bağlı olduklarını böylece açıklıkla belirtmiştir. Eserinin adı: (BATMUTYUN OSMANYAN BEDUTYAN) Yergu Hador. İki cilt olarak “Ermenice” neşredilmiş olan bu eserin Türkçe adı: (OSMANLI DEVLETİ TARİHİ)’dir. Mezkûr eserin önsözünde eserinin muhtevası hakkında bilgi sunarken, şu tarihi kayıtları sunmuşlardır ki, Ermeni’lerin, Osmanlı’yı anlamaları veya tanıyabilmeleri bahsinde cidden taktir-e şayandır: 
(Osmanlı Devleti’nin tarihi, muhteşem görünümü içinde, ibret alınacak bir çok değerli vak’aları yanı sıra; insanı ürkütücü, dehşete düşürücü vak’alar da bir çoktur. Bu iddiamıza delil olarak, sayıları hayli çok olan; “Tarihçi, Vekây-i Nâmeci, Vak’anüvis vs.” yıllar yılı kayda geçmiş oldukları muhtelif vak’alardan müteşekkil, belgelerini gösterebilecek gayet zengin bir dökümanımız mevcuttur. 
V. Asırdan fazla bir zamandan beri, Hz.Allah’ın inayeti ve Osmanlı’nın himayesi altında yaşayan kavmimizin de tarihini kaleme aldığımız bu muhteşem Sultanlığın: Başarıları ve terakkisine hayli hizmeti dokunmuştur diyebiliriz. Dolayısıyla, bu konuda bir çok eser inceleyip, ona göre değerlendirmeye gitmenin daha mantıki olacağı inancındayız ve biz de öyle yaptık.) 
Mevzubahis Ruhani’nin, “Türk asıllı” olduğunu iddia eden bazı sözde kaynaklar var. Şimdi soruyorum: elimizden geldiği kadar kimlik kartını özetlediğimiz mezkur Ruhani’nin “Ermeni olmadığını”(!) iddia eden bazı zavallılar, bu satırları okuduklarında acaba ne renk alacaklar gerçekten merak etmekteyim!... 
SARKİS EFENDİ KARAKOÇ: (1865-1944) 
“Hukukçu”
(1880-1890) yılları arasında İkinci Pay-i Taht Edirne’de, Askeri Terzihane Ustalarından tanınmış ve mahir bir terzi olan, Karakoç Efendi Oskiyan’ın, mahdumu Sârkis Efendi Karakoç” 
Hayatını Osmanlı Hukukunu incelemeye, derli toplu bir şekle soktuktan sonra, yeni nesillerin hizmetine adamış, Osmanlı Türk İmparatorluğu kanunlarını derli toplu bir şekle sokabilmek uğruna, gözlerini yitirmiş ve bu mukaddes görevi esnasında, hemen hiçbir şikâyeti olmamış olan bu idealist vatanperverin bütün icraatları: Türk Hukukundaki üstün meziyetleri; iğne ile kuyu kazar misali meydana çıkarıp, yeni nesillerin istifadesine sunabilmek başlıca ideali olmuştur. 
Eserleri: 
Miftâh-i Kavânin: “Fatih Sultan II. Mehmed Hân’dan itibaren kronolojik sırasıyla: Osmanlı Kanunları’nı bir araya toplayan bir eserdir.” 
Düstûr: “Mezkûr eserin devamı olarak 1900 yılında kaleme alınmıştır.”
Külliyat-ı Kavânin: 1913 yılında kaleme almıştır. Hukuk tarihi açısından muazzam bir zenginlik addedilen bu derlemenin ilk bölümünde Gayr-ı Müslimler ve bilhassa Ermenilerle alâkalı vesikalar, toplu hale getirilmiş. Daha sonraki bölümlerde ise; Tanzimat sonrasına ait bütün mevzuata ilişkin yayınlanmış Kanun, Nizamname ve muahedeler derc (düzenlemiş) edilmiş 50. dosyadan  mürekkep bu eserde hemen, hemen 450 yıllık bir süreyi kapsayan vesika mevcuttur. Bizim, bütün bu detaylara temas etmemizin başlıca sebebi; Yıllar yılı hep sustuk, hep düzelir, böyle kalmaz dedik. Ne var ki, düzelecek yerde her geçen zaman zarfında daha da koyulaştı, daha da can acıtıcı bir kisveye büründü!... 
Mecmua-i Mukarrerat-ı Temyiziye adlı eser, 1914 yılında neşredilmiştir. 
Sarkis Efendi, icra ettiği olağanüstü çalışmalarıyla; “Âl-i Osman’a verdiği candan hizmetleri hiçbir zaman boşa gitmemiş ve “Ûlâ Evvel-i rütbesi, Osmaniye ve Maarif Nişanları” ile taltif edilmiştir. 
CUMHURİYET DÖNEMİ NEŞREDİLEN ESERLERİ:
Sicill-i Kavânin: Toplam 19 cilttir. Mevzuattı, (1923-1939) yılları arasında bir araya toplayarak, kayda geçilen ad altında neşredilmiştir. Mevzubahis eser, bilcümle kanunları, nizamnameleri, talimatnameleri, tefsirleri, temyiz mahkemesinin, Devlet Şûrası’nın, Tevhid-i İçtihad vesair kararlarını tarih sırasıyla bir araya toplayan önemli bir eserdir ki, aynı zamanda; Osmanlı devrinin ahkâmı ile Cumhuriyet devrinin mevzuatı arasındaki irtibatı izahlarıyla ihtiva etmektedir. 
Direktif: Osmanlı ve Türk mevzuat-ı hukukiyesi. 1935 iptisadına kadar mer’i ve mütedavil olanlarını gösterir tahilli, hecai ve tahşiyeli fihristidir. 
Direktif Süpleman: Direktife geçirilmeyen mukaddem tarihli bazı mevzuatı ve oraya geçirilip de (1935-1937) mevzuatıyla hükmümden düşen mevzuatını direktiften tay için nihayetinde hassaten müretteb (C) işareti bir cetvel dahi mevcuttur. 
Pullar ve önemli evraklar 1938 nısfındaki meriyet vaziyetiyle ilgili eserdir. 
Huzur Kanunları: “Codes d’Audiance alloz” sisteminde adlı kanunların 1938 başlangıcına kadar bütün tadilat ve müzeyyelâtı havi ve kanunları gerek müteşekkil bulundukları maddelerle ve gerek diğer kanunlarla olan alâka ve rabıtalarına dair ehem ve elzem notlar ve içtihatlarla mücehhezdir. 
Büyük Osmanlı ve büyük Türk insanı olan bu mümtaz şahsiyet: 1 Eylül 1965 tarihinde, İst. Hasköy’de dünyaya gelmiş, “8 Mart 1944 tarihinde; İst. Büyük-Ada’da vefat etmiştir. Kabri Kınalı-Ada Ermeni Kabristanı’ndadır. 
CÜMLEMİZİN KURBAN BAYRAMI KUTLU VE MUTLU OLSUN!
Saygıdeğer okuyucularım! 
Nihayet bu yıl da mukaddes Kurban Bayramımızı sağ, salim idrak edebilmekteyiz. Nasipse, yarın, “15 Ekim 2013 Salı” mukaddes Kurban Bayramımızı hayır dualarıyla karşılayacağız. Ne var ki, henüz Bayram gelmeden yollara düşen tatilciler, bizlere derinden acı duyulacak haberler verilmesine sebep teşkil etmekte ve TV’ler de art arda meydana gelen araba kazalarını bizlere aktarmakta gecikmemektedirler! 
“Trafik Canavarı” değil, beyinsiz “Trafik Katilleri” nice ocağı Bayram arifesinde karalara bürünmeye mecbur kılmakta ve böylece her yıl olduğu gibi bu yıl da Kurban Bayramı buruk bir kalple karşılanmaktadır. 
Saygıdeğer okuyucularım! 
Şayet nasipse, önümüzdeki yazımı bu konuya ayıracak ve öyle sanıyorum ki, cümlemizin kalbine hitap etmiş olacağım. 
İnşaallah yeni makaleme kadar hep birlikte Kurban Bayramımızı dua ve mutluluk içinde geçirebilmemize Cenab-ı Hak yardımcı olur!