Yıl 2001 Konya’dayım. Şu anda çoktan kapanmış olan dershanemiz Zafer’de “Net Dershanesi”. Öğle sonu karşıda ki çay ocağından maden suyu istiyorum, içtikten sonra parayı verirken  teşekkür ediyorum. Çay ocağının işleticisi hafif kaşlarını çatarak, “Af buyur abi, suyunu içtin, paranı verdin. Niye teşekkür ediyon da?” Ne cevap vereceğime hiç bakmadan, etrafına emirler yağdırmaya devam ediyor. Konuşmamın bir anlamı olmayacağını görüyorum. “Hoşça kal” anlamında elimi sallayıp dışarı çıkıyorum. Çaycının kişiliksizleştirme tavrı, geçmişte maruz kaldığı aynı hareketlerin onda ki etkisiydi. Aslında hiçbir zaman kendisi olamayacaktı. Takılan gözlükten araziyi, nasıl görmesi istendiyse hep öyle görecek, farklı görenleri de hiç anlayamayacaktı.
Komutanımın Çay Daveti
Aklıma Asteğmen olarak görev yaptığım, askerliğimin ilk ayları geliyor.  Eğitim subayı olarak atandığım görevin birinci ayının sonunda bölük komutanım yüzbaşı, öğle paydosunda beni çay içmeye davet ediyor. ”Asteğmenim, senin disiplin anlayışından rahatsızım. Nezaketli ve güler yüzlü tavrın disiplin zafiyeti yaratıyor. Çoğu zaman bölükte kontrol kaçıyor. Bu böyle gitmez. Her şeyi tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor.” Neler yapmam gerektiği konusunda bir dizi talimat ve uzun konuşmalardan sonra benden; daha sert,  daha az tolerans lı davranmam gereğini ifade ediyor.  
Benden İstenileni Uyguluyorum
Sadece sert konuşma, kaşlarımı çatma ve askerlerin yüzlerine bile bakmama; istenilen sonucu vermişti. Gözlerime inanamayacağım değişiklikler yaşadım. Bana bakarken gözlerinin içi gülmeye başlamıştı askerlerin. Daha önce anlamsız bakan ve beni adam yerine koymayan askerler bu sefer, çok önemli, saygın ve hayran olunan kişiye nasıl bakılırsa öyle bakmaya başlamıştı. Daha önceleri siparişim olan çayın bir türlü gelmediği, çok geç veya özensiz bir şekilde soğuk geldiği sık olurken; şimdi ise “komutanım bir emriniz var mıdır?” diye soran askerin, daha ben istemeden tertemiz bardakta sıcacık çayın anında servis edildiğini görmeye başlamıştım. Askerin yüzüne bile bakmıyordum, kaşlarım her an çatık gezmeye alışmıştım. Tam bir aşağılama ve kişiliksizleştirme. Tıpkı Konya’daki çaycının tavrı gibi.
Nezaketin Algılanışı
Kim kendilerini adam yerine koyup insanca muamele etse, gülümse se o adamı, adamdan saymıyorlardı. Çünkü erler ve baskıya maruz kalmış insanlarımızın kişiliksizleştirilmeleri sonunda; nezaket ve güler yüz gösterenler; aciz, güçsüz ve yetkisiz kişiler olarak algılanıyordu. İnsan, ancak acze düştüğü zaman, işinin görülmesi için yalvarır ve nazik davranırdı, onlara göre. Bir insanın hem güler yüzlü ve insanca davranan, hem de güçlü ve yetkin olması mümkün değildi. Kırılması gereken düşünce, buydu bence.
Var Olmak ya da Olamamak Tüm Mesele Bu
Bebek dünyaya geldiği andan itibaren en önemli ihtiyacı, “güvende miyim? Seviliyor muyum?” dur. Bu sorunun cevabı annenin içten gelen gülümsemesidir. Annenin Gülümsemesi onun bebeğin aileye hoş geldinidir, kabul edilişidir. Sevildiğinin, güvende olduğunun işaretidir ve bebeğin var olduğu andır. Bebek çocukluk dönemlerinde gördüğü ilgi karşılıksız sevgi onun ailede var olmasının olmazsa olmazıdır.
Otoriter Yapıda Yetişen Çocuklar
Otoriter yapıda yetişen çocukların temel sorunu var olabilmektir Çoğunlukla otoriter ailelerde yetişen çocuklar kendilerini tam olarak ifade etme güçlüğü çekerler. Baskı vardır. Tabi olma vardır. Çocuğun ne düşündüğü, ne hissettiğinin hiçbir önemi yoktur. Çocuk terbiyesi verilmesi gerekendir eksiktir, yanlış yapar, büyüklerin sözünden dışarı çıkmaması gerekir, onun güçlü, yetenekli ve güzel yaptığı şeyler değil; hatalı, eksik, yanlış yönleri hep yüzüne vurulur. Utanca boğulan suçluluk içinde yaşayan çocuğun en gelişen yönü otorite uygulayanların en ufak mimik bakış ve duruşunun uzmanı olurlarken kendi iç dünyalarına, kendilerine yabancılaşırlar. Ruhsal gelişimini tamamlayamadıkları için duygusal zekaları gelişemez. Yetişkin olduklarında onların hedefi otorite olmaktır ve otoriteye biat etmektir. Yaşamlarında var olmak istediklerin de bunu gizli saklı yaparlar. Yalan, hile ve kurnazlık onların tarzı olmaya başlar. Zekidirler. Kısa dönemli ütmeyi, kandırmayı kandırılmamayı önemserler. Uzun vadeli değil, günlük düşünürler. Davranışları hiçbir hedefe hizmet etmeyen taktik düzeydedir. Ve onlar için nezaket alttan alma yalvarma gibidir acizliktir. 
İşin Doğrusu İse;
Çocuklarımızın var olmasını sağlamaktır. Sevgi, ilgi, kabul etme, umursama, her anına tanık olunması, birey olma ait olma dengesinin kurulması gerekir. Aile içinde çocuklarla iletişimimizde aklı başında bir büyükle nezaket için de nasıl konuşuyorsak onunla da aynı konuşmalıyız. Sevgi-Disiplin dozu iyi ayarlanmalıdır. Çocukların aile içinde sınır ve sorumluluk duygularının gelişebilmesi için aile içi toplantıların en az hafta da bir saat yapılması gerekir. O toplantılarda çocukların özgürce duygu ve düşüncelerini ifade edebilmelerini sağlamak önemlidir. Aile için de kimin ne yapması, nasıl yapması vb gibi tüm konular görüşülürken alınacak kararlarda tüm aile bireylerinin katkısı olmalıdır. Özellikle ebeveynlerin konuşma, dinleme, iletişim becerilerini arttırmaları için daha çok okumalı araştırmalı gerekirse uzmanlardan yardım almalıdırlar… Alınan kararlarda kendisinin de düşüncesi olan çocuğun öz güveni artar. Sağlıklı ruh hali için de kendi iç dünyasına yapacağı yolculukla duygusal zekası artar. Kendi duygularının farkına varmaya ve onu yönetme becerisi kazanmaya başlar. Kendisini çok iyi tanıyanların diğer insanları da anlaması onların duygularını yönetebilme yeteneğinin de artmasına imkan verir. Dayak, şiddet hiçbir zaman disiplin aracı değildir. Çocuklarınızın nasıl olmasını istiyorsanız önce onda sevgi ve saygı uyandıracak şekilde davranın sonrada davranışlarınızla örnek olun. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki zengin kitaplığı olan evlerde yetişen çocukların akademik, meslek aile yaşamlarında daha başarılı oldukları gözlemlenmiştir. Ve sağlıklı aile ortamların da yetişmiş çocuklar için nezaket yaşamın her anında vardır ve güçlü insanların davranışı nazik olmak nezaketli davranmaktır.