Şu aşamada, Suriye’nin toprak bütünlüğüne ilişkin çağrıların gerçek hedeflerin kamuflajına yönelik oyalama taktikleri olabileceği, işgal sonrasında Irak’ta uygulanan senaryonun aynen Suriye’de hayata geçirilmekte olduğu değerlendiriliyor. 

Suriye’nin geleceğine ilişkin hesaplarımızı, alanda şekillenmekte olan gerçekler çerçevesinde yapmamız gerekmektedir. Yani, yakın bir gelecekte, Fırat’ın batısındaki yeni komşumuzun Rusya, Fırat’ın doğusundaki yeni komşumuzun da ABD/İsrail olma olasılığı giderek artmaktadır. 

Fırat’ın doğusunda ve batısında yaşanmakta olan gelişmelerin üretebileceği olumsuz sonuçlardan kaygılıyız. Çünkü, “Suriye’nin toprak bütünlüğü” konusuna Türkiye’nin başka, ABD ile Rusya’nın çok başka pencerelerden baktıkları anlaşılıyor. “Gri savaş” dedikleri yeni nesil savaşlar, ilk bakışta anlamakta zorlandığımız bu tür sonuçlar üretebiliyorlar.

Yeni dünya düzeninin, yeni Ortadoğu haritasının oluşumunda Türkiye’nin vereceği karar belirleyici olacaktır. Yaşadığımız sıkıntılar, büyük ölçüde, oluşan kutupların Türkiye’yi yanına çekme ya da kontrolü altına alma çabalarından kaynaklanmaktadır.

Herkes nefesini tutmuş, sınırlarımızın güneyindeki gelişmelerin yarınlarımızı nasıl etkileyebileceğini görmeye çalışıyor. Sınırlarımızın güneyinde, Suriye’nin genelinde nelerin olup bittiğini görebilmek açısından, Fırat’ın doğusunda ve batısında yaşanan gelişmeleri yanyana koyup değerlendirmek gerekiyor. Coşkulu bir vurgulamayla  “Suriye’nin toprak bütünlüğünü” savunan iki yeni komşumuz olan Rusya ile ABD’nin aslında neyi savunduklarını doğru okumamız gerekiyor. 

Açıkça söylemesek de, Fırat’ın doğusunda ve batısında yaşanmakta olan gelişmelerin üretebileceği olumsuz sonuçlardan kaygılıyız. Çünkü, “Suriye’nin toprak bütünlüğü” konusuna Türkiye’nin başka, ABD ile Rusya’nın çok başka pencerelerden baktıkları anlaşılıyor. “Gri savaş” dedikleri yeni nesil savaşlar, ilk bakışta anlamakta zorlandığımız sonuçlar üretebiliyorlar.

ABD VE RUSYA, SURİYE’DE BULUNMA

NEDENLERİNİ MEŞRULAŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR

Putin’in de, Trump ve Pentagon şahinlerinin de “Suriye’nin toprak bütünlüğünü” kendi çıkarları çerçevesinde savundukları artık bir gerçektir. Rusya, Şam’daki sarayından dışarı çıkamayan, fakat BM kayıtlarında Suriye Devlet Başkanı görünen Esad’ın bu sıfatını ve ülkesinin toprak bütünlüğünü savunurken, Suriye’de bulunma nedenini meşrulaştırmaya ve Suriye’deki kazanımlarını korumaya çalışıyor. Esad’ın devlet başkanı olmadığı bir ülkede Rusya’nın askeri varlığı elbette sorgulanır olacaktır. Şu durumda Rusya, Esad yönetiminin davetlisi olarak Suriye’dedir. 

ABD’ye gelince.. 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler şoku sonrasında, koltuğunun altına BOP planını sıkıştıran ve “Demokrasi götürüyoruz” kandırmacasıyla Irak’ı işgal ederek bölgeye çöken ABD’nin stratejik hedefi, I. Dünya Savaşı’nın erken bitmesi nedeniyle rafa kaldırılan “Büyük Kürdistan” görünümlü “Büyük İsrail”i hayata geçirmektir. I. Dünya Savaşı sırasında İsrail henüz kurulamış olduğundan, “Vaad edilmiş topraklar” “Büyük Kürdistan” etiketi altında hayata geçirilmeye çalışılıyordu. 

Hiç inandırıcı olmayan gerekçelerle ve estirilen Arap Baharı rüzgarları eşliğinde 2003’te Irak’ın işgali ve 2011’de Suriye’nin önce kaosa sonra da iç savaşa sürüklenmesiyle, Evanjelikler ordusu adım adım “Büyük Kürdistan” görünümlü “Büyük İsrail” hedefine yürümektedirler. 

ABD bu stratejik hedefini hayata geçirdiğinde, Suriye’de bulunma gerekçesini artık, “DEAŞ’la mücadele” gerekçesine bağlamak zorunda kalmayacaktır. O da, Rusya gibi, Suriye’nin kuzey bölgesinde oluşturulacak bir devletin davetlisi konumunda olacaktır. Uluslararası hukuka göre kimsenin bu duruma itiraz hakkı olmayacaktır. Çünkü, başta İsrail olmak üzere, Sünni Arap ülkeleri ve ABD’nin yörüngesindeki ülkeler bu oluşumu tanımaya hazırdırlar. 

“SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ”

KİM NEDEN SAVUNUYOR?

Şu aşamada “Suriye’nin toprak bütünlüğüne ilişkin çağrıların, gerçek hedeflerin kamuflajına yönelik oyalama taktikleri olabileceği, işgal sonrasında  Irak’ta uygulanan senaryonun aynen Suriye’de hayata geçirilmekte olduğu değerlendiriliyor. Bu senaryo, hazırlanacak yeni anayasanın, halkın “özgür iradesiyle” onaylanması sonunda hayata geçirilmiş ve Suriye bölünmüş olacaktır. O saate kadar “Suriye’nin toprak bütünlüğü”, “DEAŞ’la mücadele eden” ABD için de, “Esad’ın davetlisi” olan Rusya için de çok önemlidir.

 Suriye’nin geleceğine ilişkin hesaplarımızı, alanda şekillenmekte olan gerçekler çerçevesinde yapmamız gerekmektedir. Yani, yakın bir gelecekte Fırat’ın batısındaki yeni komşumuzun Rusya, Fırat’ın doğusundaki yeni komşumuzun da ABD/İsrail olma olasılığı giderek artmaktadır. (“Müjde Yeni Komşularımız Oldu” ve “Komşularımız Çoğalırken” başlıklı yazımızda bu konuyu ayrıntılı olarak irdelemiştik.) 

II. Dünya Savaşı sonrasında Yalta anlaşmasıyla dünyayı paylaşan iki eski ortağın, Suriye konusunda da, “Fırat’ın doğusu senin, batısı benim” çerçevesinde anlaşmış olabilecekleri olasılığını gözardı etmemek gerekir. Unutmayalım ki, ABD’nin geçen yıl Haziran ayında, Suriye’nin güneyindeki Havran bölgesinde başlattığı terörist grupları kuzeye, İdlib’e süpürme harekatını Esat rejimi de bir başka koldan desteklemişti. 

ABD’nin stratejik hedefinin bölgede “Büyük Kürdistan” görünümlü bir “Büyük İsrail” oluşturmak olduğu giderek netleşirken, Çarlık Rusyası’nın hayallerini hayata geçirerek Akdeniz kıyısında askeri üsler kuran Rusya’nın İdlib konusundaki tutumu, yalnızca, “Suriye’nin toprak bütünlüğüne” duyulan saygı mıdır? 

ABD’nin Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinden Akdeniz’e uzatmaya çalıştığı “Kürt Koridoru”nu önünü kesme konusunda Astana Süreci ortakları olarak birlikte hareket ettiğimiz, hava savuma sistemimizi S-400’lerle takviye ettiğimiz ve bölgedeki en önemli ticari partnerimiz olan  Rusya’nın, Türkiye’yi yeni bir göç dalgası tehdidi ile karşı karşıya bırakan İdlib sorununda Esad rejimine destek vermesinin gerekçesi hala büyük bir soru işaretidir. 

Astana Süreci ortaklığı, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla terörist yapılandan temizlenen bölgelerde askeri gözlem noktalarının oluşturulması, Soçi Mutabakatı, TürkAkım’ın hayata geçirilmesi, Akkuyu Nükleeer Santrali anlaşması ve S-400 hava savuna sistemi alınmasıyla iki komşu ülke arasında giderek gelişen ilişkilerin İdlib çıkmazına saplanması, Türkiye’nin yeni bir göç dalgası tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden olurken, Trkiye-Rusya ilişkilerinde bir belirsizlik sürecinin yaşanmasına neden olmuştur. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konuda duyduğumuz rahatsızlığı, Moskova’da, açılışına katıldığı MAKS-2019 Havacılık Fuarı’nda Putin’e de ifade etmişti: “İdlib bölgesinde rejimin davranışları, Soçi Mutabakatı’yla sağlanan sükunet ortamına darbe vurmaktadır. Şam rejiminin bu davranışı, Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit etmektedir.”

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da, Esad rejiminin İdlib’e yönelik saldırılarının sürmesi halinde, Halep’tekinden daha kötü bir insani felaket yaşanabileceği uyarısında bulundu. Çavuşoğlu, “Uluslararası toplumun desteğini görmemiz lazım. Seslerini çıkarmadılar. Aksi halde, bu durumun Avrupa’nın güvenliği ile ilgili doğrudan sonuçları olur” diyordu. 

Esad rejiminin tek taraflı bir ateşkes ilan ettiği bir dönemde ABD’in İdlib’e yönelk bir saldırı düzenlemesi yeni soru işaretlerinin doğmasına neden olmuştur. 

ALANDAKİ GERÇEKLER

Suriye’de, alandaki gerçekleri görmek ve yaşanmakta olan gelişmelerinin olası sonuçlarını tahmin etmek durumundayız.

Rusya’nın, Türkiye’yi yeni bir göç dalgası tehlikesiyle başbaşa bırakan İdlib sorununda Esad güçlerine destek vermesini, “ABD ile Rusya, Suriye’yi paylaşma konusunda anlaştılar, mıntıka temizliği yapıyorlar” şeklinde değerlendirmek,  alandaki durumu tam olarak açıklamakta yeterli olmuyor. Çünkü, küresel ve bölgesel güçler arasında Ortadoğu merkezli olarak yaşanmakta olan yeni nesil paylaşım “savaşları” Suriye ile sınırlı değildir. 

ABD, Doğu Akdeniz’deki muazzam hidrokarbon servetinden Rusya’ya pay vermeye yanaşmadığı gibi, bu serveti, Avrupa ülkelerini Rus doğalgazına bağımlı olmaktan kurtarmak için kullanma hesapları yapmaktadır. Kırım’ı ilhak etmesinden dolayı Ukrayna’da önü kesilen Putin de, ABD’nin bu oyununu boşa çıkarabilmek için, Rus doğalgazını TürkAkım üzerinden Avrupa’ya pompalamaya hazırlanmaktadır. 

Bütün gücüyle Yeni İpek Yolu’nun önünü kesmeye odaklanmış olan ABD, Suriye’nin paylaşımı konusunda Rusya ile gizli bir Yalta anlaşması yapmış olsa bile, dünya enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrolü altına alarak “Küresel Lider” sıfatını sürdürme hedefinden vazgeçemez. Bu, ABD’nin intiharı olur. 

Bu nedenle ABD’nin, Avrupa ülkelerini Rus doğalgazına bağımlı olmaktan kurtarma hedefinden vazgeçmesi de mümkün değildir. İşte Türkiye’nin Soçi Mutabakatı’ndan bu yana, İdlib merkezli yaşamakta olduğu sıkıntıların temelinde, ABD ile Rusya arasında Avrupa ülkelerini doğalgaz konusunda kendisine bağımlı kılma mücadelesi yatmaktadır. Rusya ile ABD arasında yaşanmakta olan bu mücadelenin galibini Türkiye’nin tutumu ve tercihleri belirleyecektir. 

Ukrayna’da önü kesilen Rusya, TürkAkım boru hattı sayesinde Avrupa’nın enerji tedarikçisi pozisyonunu koruyabilmektedir. ABD-İsrail ortaklığı, Doğu Akdeniz’in derinliklerinden çıkaracakları doğalgazı denizaltından döşeyecekleri boru hattıyla Girit ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya pompalamayı, buradaki ülkeleri Rus doğalgazına bağımlı kılmaktan kurtarmayı hedeflemektedir. Fakat, denizin 3.5 km derinliğinden döşenecek bu boru hattı hem çok masraflı hem de zaman gerektiren bir projedir. 

Bu nedenle, Suriye krizinin başından beri Türkiye ile büyük sorunlar yaşayan ABD, Ortadoğu’dan ve Doğu Akdeniz’den sağlayacağı petrol ve doğalgazı daha ekonomik koşullarla Avrupa’ya ulaştırabilmek için Anadolu coğrafyasından, TANAP’a paralel  bir geçit istemektedir. Türkiye’nin bu isteğe olumlu yanıt vermesi Rusya’yı ekonomik açıdan çok zorda bırakacaktır. 

SONUCU TÜRKİYE’NİN TERCİHİ BELİRLEYECEKTİR

Türkiye bu konuda kesin bir karar vermemiştir. Türkiye’nin Suriye’nin kuzey bölgesinde “güvenli bölge” oluşturma konusunda yaptığı görüşmelerin içeriği tam olarak bilinmediğinden, Rusya tarafında rahatsızlık yaşanmasına denen olmaktadır. Bu rahatsızlık da bize İdlib üzerinden sınırımıza yönelik bir göç dalgasının oluşmasına neden olmaktadır. 

Türkiye, NATO ortağı ABD ve komşusu Rusya ile olan ilişkilerini kendi çıkarları doğrultusunda dengelemeye çalışırken, kendisi çok derin tarihi ve kültürel bağları olan Ortadoğu coğrafyasından soyutlamaya çalışan planları da boşa çıkarmaya çalışıyor. Türkiye, küresel çapta yaşanan enerji merkezli bir büyük mücadelede, bölgesel ve küresel aktörlere karşı kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını koruma savaşı veriyor. 

Yeni dünya düzeninin, yeni Ortadoğu haritasının oluşumunda Türkiye’nin vereceği karar belirleyici olacaktır. Yaşadığımız sıkıntılar, büyük ölçüde, oluşan kutupların Türkiye’yi yanına çekme ya da kontrolü altına alma çabalarından kaynaklanıyor.

“Coğrafyalar milletlerin kaderini belirler” deniyor, ama bu söz savaşmasını bilen milletler için geçerli değildir. 

Zor bir dönemden geçiyoruz. Allah yardımcımız olsun..