Şunu anladım…

Birileri bazı nedenlerden dolayı Neslihan’ı peşime takmış…

O günlerde Bursa ve Bolu'da günlük gazetelerde yayınlanan köşe yazılarımın konusu Fethullah Gülenin hainliği...

Şahsımla ilgili bir araştırma süreci içindeymişim gibi bir durum var…

Anlamazlıktan gelip devam etmek en iyisi…

*    *    *

Dersteyim…

Saat 14.30 civarı…

Neredeyse bitmek üzereyken telefonuma bir mesaj düştü…

Nesli hemen yan sınıfta ve bölüm başkanı Mustafa hoca’nın dersinde o sırada…

Hocaaam dersten sonra buluşalım mı, bir yerlere gideriz”

Çaktırmadan okuduğum mesaja yine çaktırmadan mesaj yazdım.

Ders çıkışı 15.00 de Cici Taksi önünden alıcam seni

Aşağıdaki mesaj geldi Nesli’den…

Muck muck muck

*    *    *

Cici taksiden aldım Nesli’yi…

Etrafımızda bizi gören çok öğrencimiz olsa da, umursamadan bastım gaza…

D-100 kara yolunda giderken, Nesli elindeki ALCATEL telefonunu ikimizin arasına bir yere koydu…

Hocam beni nerelere götüreceksin bakalım, dağlara mı denizlere mi?”

“Dağlara Nesli, dağlar kızı Reyhan şarkısını biliyor musun?”

“Bilmez olur muyum hocam, sen nereye götürürsen ben varım”

Direksiyonu dağlara doğru kırdım ama iki sokak sonra vazgeçtim…

Akçakoca tarafına gidelim düşüncesiyle tekrar D-100 kara yoluna çıktım.

Fikir değiştirdiğimi görünce Nesli çok şaşırdı…

 Ne yapacağını bilemedi, birden yüzünün rengi değişti…

Offf of…Babamı çok özledim” dedi Alcatel telefona bakarak.

*    *    *

Az sonra otobanda İstanbul yolundayız…

Belirsiz de olsa tedirgin bir ses tonuyla zoraki tebessüm ederek sordu…

 “Hocaaamm beni kaçırıyor musun yoksa, bana inan hakikaten babamı da çok özledim”

İlk cümleyle sonraki arasında bir bağlantı kuramadım aslında ama çok sonraları öğrenecektim ne anlama geldiğini…

Babamı çok özledim” demek, “işler karıştı tehlikede olabilirim” demek…

Zaman içinde bu telefonun marifetlerini de öğrendim.

Meğer Fransız Alcatel firmasıyla bizim Savunma Sanayi Müsteşarlığı arasında anlaşmalar yapılmış 10 yıllık..

Eh!Hem şarjlı hem değiştirme pilli Alcatel telefonu Nesli aramıza boşuna koymamış…

Ve doğal sonucu olarak meşhur temiz görünümlü ve camları siyah film kaplı beyaz Minibüs peşimize takıldı…

Otobanda bastım gaza…

Minibüs peşimizde.

*    *    *

Amacım Akçakoca’ya gitmek aslında…

Rahatlayan Nesli bir ara “Boş ver Akçakoca’yı, Maşukiye’ye gidelim hocam” deyince ayağımı gazdan çekmedim.

Yolda Zühal Olcay’dan “düz duvara tırmanırmış Eh yani yani yani yani” parçasını dinledik defalarca…

İzmit’e yakın yerlerden girdik Maşukiye tarafına ve Kartepe dağlarının eteklerinde, restoranların orada durduk.

Altımızdan geçen derenin sesi ve serinliği bizi iyice rahatlattı…

Yemeklerimizi sipariş verdikten sonra özellikle kızarmış peynirleri çok sevdik.

Çevremizde birçok aile vardı ve hemen herkesin bize ilgiyle baktığını fark ettim…

Büyük olasılıkla beni yaşlı Nesli’yi genç görüp içinden “Kart Zampara seni” diyerek kulaklarımı çınlattılar.

Oysa bize bakmayan sadece çaprazda oturan üç kişi vardı…

Biri bıyıklı daha yaşlı, diğerleri gençten, memur gibi temiz giyimliydiler…

Konuşmalarda olmuyordu aralarında… 

Onlar beyaz minibüsten inenlerdi.