Oğlumun vatani görevine başladığının daha ikinci günü bir baba olarak bende, özlem ve hasret başladı. Babalık işte!  bu duyguları bütün babalar hisseder. 

Gelin görün, öyle evlatlar var ki; çağımızın yeni hastalığı olsa gerek; birçok bekâr veya evli insanlar; “sevgilimle veya eşimle mutlu olmak istiyorum. Bu nedenle ailem beni rahat bıraksın. Özgür yaşamak istiyorum sözlerini duyunca:

” Peki, kızım, peki oğlum sen yerden mi bittin; senin annen ve baban yok mu” diyesi gelmiyor mu insanın? Ey evlatlar bakın; “bu dünya etme bulursun dünyasıdır.” “Bu dünya be ekersen onu biçersin dünyasıdır!”  Ey evlatlar siz size olun anne ve babalarınızın kıymetini bilin! Eşinizi sevin çocuklarınıza güzel adetler ve güzel inançlar aşılayarak sevin; ebeveynlerinizi asla unutmayın, onları kırmayın üzmeyin. 

İşte size bu sözlerimi destekleyecek bir dede, bir baba( nine anne de olabilirdi) ve bir torunun ibretlik hikâyesi: 

“Adam, evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi... Babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve:

“Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak” diyerek... Rest çekti...

Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.  Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı. Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu:

“Baba bende seninle gelmek istiyorum,” diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular. 

Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik oğlu, sürekli babasına:

“Baba nereye gidiyoruz?” Diye soruyor ama cevap alamıyordu.

Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu. Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi. Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.  Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik oğlu ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hâkim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve oğlunun elini tutup hızla barakayı terk etti. Arabaya bindiler.  Oğlu yola çıktıklarında ağlamaya başladı:

“Neden dedemi o soğuk yerde bıraktın,” diye sorunca!

Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Oğlu:

“Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?” Diye sorunca dünyası başına yıkıldı.

O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında:

“Beni affet baba,” diyerek babasının boynuna sarıldı.

Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu:

“Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!” Diye hatasını belli ediyordu... Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu:

“Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum.”

Ben bu hikâyeyi okuyunca sabredemedim ve hikâyeyi baştan aşağıya çevirecek bir şey yaptım ve bir haftalık asker olan oğlumu habersiz ziyarete gittiğimde; bana söylediği en güzel cümle şu oldu:

“Baba bu hafta geleceğini biliyordum!..”  

Çünkü ben dedem de ve babam da çok şefkat gördüm. Aydın bir insan olabilmem için ikisi birden bana büyük bir emek verdiler. Eğer ben de oğluma iyi bir babalık yaparsam o da bana, vatanına ve insanlığa en iyi evlatlık yapar. Bakınız Yusuf Has Hacib, “Kutadgu Bilig” adlı eserinde bu hikâyeye uygun olan sözü ne de güzel söylemiş: 

“Oğul kız sebebi ata ol ana 

 Kılınç artasa ya itilse yana; (Çocukların iyi veya kötü olmalarına anne ve babaları sebep olur)

Kısacası; dilerim ki bu hikâye yıllar boyu ibretler alınarak okunur. Dilerim ki; herkes bu hikâyedeki büyükbaba gibi; az da olsa baba gibi olur da; şefkatli, merhametli, adaletli ve nadametli torunlar yetiştiririz inşallah!