“Negatif bir durum karşısında pozitif kalmak” 

Bu yazımızda; negatifi, tüm olay, durum, duygu ve kişileri kapsayacak ve çok daha fazlasını içerecek bir enerji olarak ele alacağız. Negatif, öyle bir enerji ki; bizlere ‘iyi’ ve ‘mutlu’ hissettirmiyor, onu daha çok ‘kötü, ‘mutsuz, ‘yıkıcı’ olarak tanımlıyoruz. Negatif bir enerjinin tesiri altındayken kendimizi yorgun, ağır, güçsüz hissediyoruz ve bu bizlerin dengesini bozduğu gibi, kendi merkezimizde olabilme halimizi de amaçlarımıza yönelik hareketlerimizi de sabote ediyor. 

Pozitifi de yine geniş anlamlı bir enerji olarak ele alıyor ve ona da negatifin tam zıddı manalar yüklüyoruz. Pozitif enerjiler, bizlere iyi geliyor, mutlu, yapıcı hissettiriyor. Pozitif enerjileri, huzurlu olmak durumu ile tanımlıyor, pozitif enerjilerin etkisi altındayken hafif, güçlü, enerjik hissediyoruz. Dengede ve merkezde olma halimizi daha rahatlıkla koruyor ve amaçlarımıza yönelik hareket etmekte zorlanmıyoruz.

Bana öyle geliyor ki, ruhumuz evrenin tüm renklerinin dalgalandığı bir kristal misali. Öyle edilgen bir varlık değil, oldukça etken. Demem o ki, hangi rengin baskın geleceğine, bizler içsel irademizle karar verebiliyoruz. Bu karar, zihinsel bir karardan çok, bir olma hali. Daha yüzeysel anlatmak gerekirse, “bugün ruhumun kırmızı olması gerekli, kırmızı ol” komutunda, gereklilikleri inceleyip sonuçlarına göre seçim yapan bir mekanizma değil. Kırmızı olmak bir oluş hali… Kırmızı olabilmek için, mavinin, siyahın, beyazın, morun da ne olduğunu idrak etmek, tecrübeye açmak, hiçbir renkte kilitlenmemek, akışa izin vermek gerek. Bu kristalin akışkanlığını sağlayacak birçok rutini, herhangi bir renk hedefi gütmeden uyguluyor olmak gerek.

Günlük hayattan örnek vermek gerekirse, çevremizde artık ilişkimizin iyi olmadığı birisini sürekli görüyor olma durumunun bize negatif enerji verdiğini kurgulayalım. Eğer biz o kişiyi görmekten kaçınmak üzerine bir pozitif kalma hali hedefinde isek, bu kristalin renginin kontrolümüz dışında dışarıdan rahatlıkla değiştirilebileceğinin kabulüdür. O kişinin bize verdiği enerjinin kahverengi olduğunu düşünelim. Bizim kristalimizin ise o gün daha yeşil ağırlıkta olduğunu hayal edelim. Demek ki o kişiyi her gördüğümüzde kristalimizdeki kahverengi alan büyüyüp yeşili yutuyor. “Yeşil ol” diye kendi içimizle savaşmak, yersiz olacaktır.

Katıldığım birkaç değişik kökenli içsel çalışmada; şunu deneyimledim ki kahverengiyi dışsallaştırdıkça kendi kristalimizden bir şeyler kaybediyoruz. Ruhumuzla temasımızdan bir şeyler kopuyor. Ruhsal bütünlüğümüz, idrakimiz, dengemiz bozuluyor, kendi merkezinde olma halimizi dışarıya teslim ediyoruz. Oysa kahverengi de biziz, yeşil kadar. Kahverengiden kaçmak yerine, kendimize kahverengiyi de yaşayabilecek güvenli bir alan açmak en iyi geliyor. Örneğimize dönersek, bu arkadaşı görmekten kaçınmaya çalışmak yerine; görmenin bize neler hissettirdiğini, bunun içimizde nelere karşılık geldiğini deneyimlemek ve tamamlanmayan neyse içimizdeki onu tamamlamak çok daha iyi geliyor. (Bu karşılaşmanın illa ki yüz yüze fiziksel bir ortamda yaşanması da gerekmiyor.) Kahverengiyi yaşamaya izin verdikten sonra kristal kendine iyi gelenin hayatının o dönemi için yeşil olduğunu kendi seçecektir. Bu bir olma halidir, yapma hali değil artık.

Özetle, size neler negatif enerji veriyor? Bunlardan kaçarak mı onları aşmaya çalışıyorsunuz? Bunlara rağmen deyip onları başkalaştırarak, savaşarak bir yaşama modeli içinde misiniz? Yoksa negatif enerjileri de birer rehber olarak kabul edebiliyor musunuz? Pozitif enerjiyi hayatınızda ne kadar onurlandırıyorsunuz? Pozitif enerji aldığınız neleri istikrarla yürütüyor, kimlere ne kadar zaman, enerji, birikim harcıyorsunuz? Kendi kristalinizin renklerini keşfetmek için ne kadar emek veriyorsunuz?