Necip Fazıl’a göre “Oluş sırrına” “ES-SELÂM”1
Varlığın tacı, varlık nurunun ta kendisi.”
Efendiler Efendisi (sav) varlık âlemine ayak basmadan önce gündüzün geceden, baharın kıştan, siyahın beyazdan farkı yoktu. İyilikler kötülüklerle iç içe, akıl nefse yenik, ruh da bedenin esiri idi. Zalimler zalimliğiyle, mazlumlar mazlumluğuyla bu dünyadan göçüp gidiyordu. Varlığın sırrını keşfedip, akla yüksek hedefler gösteren, düşünceye kapılar açıp insanın ebedi âlemlere namzet olduğunu âlemşümul bir dille haykıran Hazreti Muhammed (sav) olmuştur.
“O” hayatın gayesini acaba hakkıyla anlayabiliyor muyuz?..
Ya da hakkıyla bilip anlatabiliyor muyuz?..
Buna “Evet” diyebilmeyi ne kadar isterdim. “Zannımca başkalarının ve başka şeylerin anlatıldığı kadar O’nu anlatabilseydik, biz anlatamadık!.. Zannımca başkalarının anlatıldığına imkan verildiği kadar O’nun anlatılmasına imkan verilseydi!.. Bugünün gençliğinin sadrında ve sinesinde sadece “O”(sav) olacaktı”...
Bugünün gençliği yolunu şaşırmış, kafasını sağa sola çarparak derbeder bir hayat yaşamaya çalışıyorsa, O varlığın sırrını anlamadığındandır... Ya da bizim O’nu tam anlamıyla anlayıp, anlatamadığımızdandır. 14 asır boyunca dev düşünce adamları, büyük imamlar, ilim dâhileri sadece O’nu anlatmak için binlerce kitap yazmışlar ve her biri O’nun başka bir yönünü ortaya koymaya çalışmışlardır. Bütün bu çabalar O’nu gerçek manada ortaya koyup anlatamamıştır. Kıyamete kadar gelecek binlerce insanda yine O’nu anlatacak ama O, taptaze ve dipdiri bitmeden yüzlerce yönüyle tanınmadan kıyamet gelip çatacaktır.
O’nu anlatmaya çalışan dev düşünce adamlarından biri de çağımızın büyük beyni Necip Fazıl’dır. “ES-SELÂM” adıyla 63 şiirde tablolaştırdığı eserinde O’nu (sav) bildiği kadar anlatmaya çalışmıştır. Biz de bu büyük şairin Büyük Peygamberi (sav) nasıl anlattığının bazı işaret taşlarını okuyucularımızla paylaşmak istedik.
Es-selâm isimli muhteşem eserde 63 levha yer almaktadır. Büyük üstat eserdeki levhaların 63 oluşunu efendiler Efendisinin (sav) mukaddes hayatının yıl sayısından alınan ilhamdan kaynaklandığını eserinin takdim bölümünde şöyle anlatmaktadır:
“Bu 63 parça içinde kronolojik (zaman sırasına bağlı) bir tertip bulunsa bile vakaları düpedüz resmetmek yerine onların ruhlarını göstermek gayesi güdülmüş ve herkesin önceden bilmesi veya kolayca öğrenmesi gereken tafsillerden kaçınılmıştır. Dış çizgilerin içine girme ve iç manalara sokulma hedef ve gayreti planlanmıştır.”
Üstat bu muhteşem eseri okuyanlara tavsiyesi ise bir güzel tavsiyede bulunmaktadır:
“Allah’ın ‘Teslim olunuz’ emrini verdiği gaye-insan ve ufuk peygambere, bildiğiniz veya bilmediğiniz, haberini aldığınız veya almadığınız, anlayabildiğiniz veya anlayamadığınız her tarafıyla ve her zerrenizle teslim olmaktan başka gayeniz olmasın.”
Üstat Necip Fazıl, Efendiler Efendisinin (sav) karşısında kendi yerini tayin ederken; “Ben hakikatten O’na giden değil, O’nu topyekûn kabullendikten sonra O’ndan hakikate gelen mü’minim” der.
Es-selâm, incelendiğinde destanlık bir aşk ve vecdin ürünü olduğu görülür. Allah (cc) ve Resulü’ne (sav) iliklerine kadar bağlı bir hayat yaşamaya çalışan Necip Fazıl, bu bağlılığını mısralara dökerken şiirde manevî bir cezbenin de son ufkuna ulaşıyordu. O sonsuzluk düşüncesinde yeşertip, kalp kanadı ve ruh gücüyle saf düşüncenin semalarında pervaz ettirdiği şiirlerini cisim elbisesine bürüyerek bize sunar. Sunulan şiirlerin sadece dış yüzüne bakanlar orada kelime, cümle, ölçü, eda, ritim gibi cisme ait hususların hâkim olduğuna kanaat getirseler bile, onun iç âlemine nüfuz edenler ise orada, kalp, ruh ve vicdan üçgeninden yükselen hasret iniltileri duyar, bütün zaman ve zeminlerde yetimlerini düşünerek “Ümmet Ümmeti” diyen “oluş sırrına” kavuşamamanın iniltileridir bunlar...
O’nun nurlu dünyasına girip az da olsa istifade etmeye vesile olan 63 levhada “Oluş sırrı” anlatılırken başlangıç tarihtir. Aslında O ilktir yaratılışta; ama dünyayı teşrifte zaman yine birdir:
“Fil tarihi, işte oluş sene bir,
Bin dört yüz şu kadar evvel gene bir.”
Zamanın çözülen ipliği ve o ipliğin şehadet âlemine uzanan ucunda nurdan helezonlarla “Mekke’de doğan ilk ve sondur.”
“Doğmuştu öksüzüm haber doğruydu,
Şehadet parmağı göğe doğruydu,
Var olmaya sebeb, âleme rahmet,
Son peygamber doğdu, ismi Muhammed.”
O (sav) doğmuştu, son peygamber doğmuştu... Karanlıklar üzerine nur doğmuştu, ama zift ruhlu Yahudi için bu doğuş ölümdü, yıkılıştı... Bu durum mısralarda şöyle tecelli eder:
“Aynı sabah Medine,
Bir Yahudi’dir yine,
Bağıran çığlık çığlık,
Yandık çöktük yıkıldık.”
O’nun nuru, sonsuzluk iklimine seyahatler tertip edenle kutup yıldızı gibi bir fenerdir. O elden ele, gönülden gönüle bütün karanlıkları ışıtacaktır. Mekke’de bir âdet vardır. O sütanneye verilecektir. “Oluş sırrı” sütannenin elindedir.
“Halime halime sevgi kucağı,
Çölde beni saad onun bucağı
Taze annelerle geldi Mekke’ye,
Bir yavrucak bulup yetiştirmeye,
Bu iş asillerde o zaman adet,
Yavru, sütnineye çölde emanet,
Hepsi kısmetini aldı gönlü hoş,
Bir Halime hatun, kalan eli boş,
Dedi ki: “Besbelli benim kısmetim,
Şu herkesin arka döndüğü yetim”
O yetime ruhlarımız feda olsun. O’nun gölgesi yavaş yavaş üstümüze düşmeye başlar, badiyedekilerin üstüne yağan bereket gibi...
“İşte Badiye, dalga dalga kum,
Baş verdi tohum, O geldi diye,
“Bir garip seyran;
Bereket taşkın. Rızk başı aşkın;
Kabile hayran.”
O’na (sav) kim hayran değil ki? Yüzyıllardır yüz binlerce insan hayran.. Melekler ve Cinler hayran.. Bilmem ki dostlarının, sevenlerinin hayranlığını, kalemler yazabilir mi? Hele düşmanlarının ki; “Fazilet odur ki düşman dahi takdir eder” mahiyetindedir ve görmeye değer... O bir nur halesi şeklinde yürür karar kılacağı menzile... O’na melekler hayran, O’na bulutlar hayran... O’na hayvanlar hayran.. O’na bütün kâinat hayran..
“Başında bir bulut sahi...
Yürür durur, gider bekler,
Taç tutuyor O’na gökler.”
O’na taç tutan sadece gökler mi?.. Bir de yerde gök gibi taç tutun anne, dede, amca... “Ecel mukadderdir, tagayyür etmez” sırrı hak olunca, giden anne, dede ve amca... Ve o yetim... Ama ne gam... İnsanın sahibi Allah (cc) olunca, korunur her yerde... Şam kervanında korunduğu gibi...
“Rahip dedi; İşte son kurtarıcı
Gitmeyin uçurum şimdi önünüz
Kıyar O’na Şam’da Yahudi hıncı
Malı civarlarda satıp dönünüz.
Oldu Bahiyra’nın istedikleri
Başlarında bulut, döndüler geri.”
Yaş yirmi beşe ulaşınca, öz annemizden daha azizi annemiz çıkar karşısına... Onunla izdivaç olur. Bu mısralarda şöyle kendini gösterir:
“Mukaddes genç adam yirmi beşinde,
Haticet-ül -Kübra kırkına doğru
Beni alırlar mı? O’na bir soru
Kâinat fahrinin cevabı ‘evet’
Halkalandı Kureyş meclis ziyafet
Bütün Mekke ünlü günün peşinde.”
O (sav) ruhlarımıza hayat üfleyeceği yaşa doğru çıkadursun, Ukaz panayırı bir nurlu müjdeyle çalkalanır. Kızıl tüylü devenin süvarisi, hikmet besteleyerek; O’nun geleceğini müjdeliyordu:
“O’nu sevin diyor, O’na güvenin
Süvarisi kızıl tüylü devenin
Bir de resulü var hakkın gelecek
O’ndadır, pörsümez güzel ve gerçek.”
Nübüvvetle şereflenme yaşı kırktır. Tecelliler Hira’da başlar ve insanlığa karanlıklar içinde nur yollar çizecek kaideler peş peşe inzal olur. Getiren, vahiy meleğidir...
“Erişmiş yaşı kırka, adım başı harika,
Işıklar pırıltılar, nidalar arka arka.
Ey sema mavi mendil, Resulün alnını sil,
Kimdir karşısındaki, Sultan melek Cebrail.”
Nurlar öbek öbek insanlık semasındadır. İlk oku hitabı ve arkası üç yıl kesilen vahiy... Hasret çok büyüktür, bekleyişse hakeza...
“Ayet ayet bir hitap, Allah’tan gelen kitap,
İkrâ vahyin ilk oku, İkrâ bir emir; OKU...”
…
“Üç sene, tam üç sene, Kesildi vahyin ardı,
Gökleri tıkmışlardı, Bir karanlık mahzene...
Ey Cebrail etme gel, Bir renk, ışık nağme ol,
Sevgiliden nâme ol, Bekletme, bekletme gel.”
Gel ki; kapısına baş koyacağımız Zat’ın (cc) kapısına nasıl baş koyacağımızı bilelim... Gel ki; yaradılışın gerçek sırrına erelim... Bekletme gel... Çok geçmeden;
“Geldi melek, dilinde Haktan Resule buyruk,
Ey örtüler altında titreyen peygamber kalk,
Allah emrini bildir, senin yerde gökte halk.”
Gelen fermanı duyan duyana... Er, köle, kadın, çocuk... “Her dalda bir tomurcuk. Teker teker birinci” koşan koşana... Birincileri ikiler, dörtler, sekizler, on altılar, otuz ikiler, takip eder durur. Herkes O’na koşmaktadır. Paklardan pak ışık kaynağına koşmaktadır... Kısa zamanda sayı çoğalır. Güç tamamdır, tebliğ açık yapılacaktır:
Devam ediyor...