“Bayramların tadı eskilerde kaldı, şimdi bayramı herkes tatil niyetine kullanıyor” diye hayıflanırdık bir zamanlar… Meğer onlar iyi günlerimizmiş… Hiç değilse tatilde hayatın tadını çıkarıyordu insanlar... Şimdiyse her gün, bu akşam kaç askerimizden, kaç polisimizden daha şehit haberi alacağız endişesiyle yaşıyoruz. Giderek bayramlarımız zehir edilmeye devam ediyor. Allah beterinden korusun.

Geçen bayrama koalisyon çalışmaları döneminde girmiştik ve  “bayramı eski filmleri seyrederek geçireceğiz” demiştik. Pek öyle olmadı. Koalisyon kurulmadı, kurulamadı. Çok isteyenlerin hevesi kursağında kaldı belki. Tabi her şey bitmiş değil. Evet, yeni bir seçim arifesindeyiz. 1 Kasım’da tekrar sandıklara gideceğiz. Ama tekrar koalisyon meraklılarını sevindirecek benzer bir sonuç çıkmayacağını da en azından şimdilik kimse iddia edemez. Seçim gününe kadar dengeler değişir mi, orası da meçhul...

*     *     *

Neredeyse tam olarak kimsenin akıl erdiremediği o “Barış Süreci” günlerini de arar olduk. Terör bugüne kadarki en azılı dönemine girdi. Sorunları siyasetle çözmeye yeltenen barışçı bir görünüm ortaya koyarak, hiç alakasız kişilerden bile oy alan HDP, milliyetçi partimizle aynı sayıda milletvekili çıkarmasına rağmen, siyaset platformunda hatırı sayılır hiçbir faaliyette bulunmazken, sırtını PKK’ya dayamaya, içinde “Barış” kelimesi geçen cümleler kurarak toplumu kandırmaya, bu arada da her fırsatta ülkemizi şikâyet ederek “Kürt sorunu”nu dış dünyaya işine geldiği gibi anlatmaya devam ediyor.
Oysa toplumumuz kız alıp kız vererek, ortaklıklar, şirketler kurarak, her alanda ayırımcılığı önleyerek, ülkemizde bir “Kürt sorunu” olmadığını bilfiil yaşayarak anlatıyor. Evet, geçmişte bazı yanlışlıklar yapıldığını biliyoruz. Ama şu anda bu yanlışları düzeltmeye çalışan, yeni hatalar yapmamaya gayret eden ve demokratik bir ortamda insanca yaşamaya adımlar atan bir yönetimimiz var.
İnsanların ana dillerini konuşamadığı, şarkılarını söyleyemediği, kimliğini ifade edemediği, ikinci sınıf muamele gördüğü, hatta şu anda hatırlamak bile istemediğimiz daha beter zulümlerin reva görüldüğü bir ortamdan, Kürtçe televizyon kanallarının açıldığı, üniversitelerde Kürt enstitülerin kurulduğu, barış sürecine zarar gelmesin diye “Türk” kelimesinin kullanılmamasına bile özen gösterildiği, ama buna karşılık Kürtlüğüyle iftihar edenlerin meydanları doldurduğu bir duruma geldik.

Kendilerine o kötülükleri reva görenlere karşı hiçbir şey yapmayanların/yapamayanların, şimdi bu imkânları sunanlara böylesine düşmanlık beslemesi, o en kötü zamanlardakinden daha fazla toplumumuzu bölmüş ve araya keskin bir düşmanlık hissi sokmuş bulunuyor. Kürtler’in temsil ettiğini her hâlükârda dile getirmesine, “Kürdistan” tezini her platformda yaymasına, özerklik iddiaları, özel bayrağıyla açıkça ayırımcılık yapmasına rağmen, PKK = Kürtler denklemini bu toplum hiçbir zaman kurmadı, kurmak istemedi. Ancak yaşadığımız bunca acı olaya rağmen, ne siyasal, ne sosyal alanda, ne fikir, ne sanat dünyasında, Kürt camiasının bütün bu olup biten vahşete herhangi bir tepki gösterdiğini de görmedik. Bu da içten içe insanların zihinlerinde, sanki terörün o ahali tarafından desteklendiği gibi bir kuşku yaratmıyor değil.

Bir okyanusun ortasında aynı gemide seyahat eden yolcular olarak, davranışlarımıza, yaptıklarımıza, hatta düşündüklerimize bile dikkat etmek zorundayız. Gemi battığında kurtulan pek olmayacak. Birilerinin kulaklarına uzaktan “yardım” sesi fısıldanıyor olabilir. Ancak o sesin boğulmadan bize yetişecek bir cankurtaran olacağının garantisi yok. Bunu ille denemek zorunda mıyız? O saatten sonra kimse için yapılabilecek başka bir şey kalmayacak…

*     *     *

Dargınlıkların, kırgınlıkların ortadan kaldırıldığı, küskünlerin barıştırıldığı günlerdi eskiden bayramlar… Bayram deyince herkesin içini bir huzur, bir sevinç, bir mutluluk kaplardı. Yediden yetmişe herkes gönlünce ve imkânınca bu coşkuya katılır, alınan bu müthiş haz, bir dahaki bayrama kadar toplumu adeta ayakta tutardı.
Maddî manevî bütün güzelliklere düşman olanlar, elimizde kalan bu son huzur kalesini de zaptetmeye çalışıyorlar. Acılarla, hüzünlerle, bombalarla, ölümlerle, kalleş tuzaklarla, insanlık dışı davranışlarla dolu bir ortamda, takvimlerde “bayram” yazan günlere giriyoruz. Bir damla huzurun değerini ölçecek bir terazi olmadığı gibi, onu satın alacak bir bedel de yoktur. Yaşamak, ancak huzur varsa anlamlıdır. Yoksa ölüp gitmek belki daha da güzel…
Mutluluğa, sevince, huzura, sükûna, gönül ferahlığına hasret kaldığımız böyle bir ortamda,  özlediğimiz bu değerlere en kısa zamanda kavuşmayı dileyerek okuyucularımızın ve tüm Basın camiasının bayramını kutluyorum.