Yaşıyoruz; yorularak, düşerek, kalkarak, tökezleye tökezleye yürüyoruz. Her bir anda milyonlara bölünüyoruz. Yaşıyoruz belki de en çok “neden” diyerek... Nedenlere boğularak, cevaplı-cevapsız ilerliyoruz. Sonra bir avuntu türküsü tutturuyoruz; “Hakkımızda hayırlısı...” Tövbe, isyan değildir kesinlikle. Bir sorgulayış belki de...

Biliriz ki, en nedensiz nedenler hep sevdaya düşer. Ve sevda zamanlarında sığınırız en çok Rabb’a. Yine hüsransa çıkan yol, başlarız avunmaya. Ama olsun! Avuntusu bile hoş gelir insana, daldırır rüyalara, deli sevda zamanlarına. Sonra uykuyla uyanıklık arasında, en sersem halimizde yani, sorarız yine: “Neden?”, “Neden?”, “Neden?” diye. Cevap yok, varsa bile doyurmaz yüreği, söndürmez ateşi... Nedenler zamanla azalır, ya da yosun tutar da kafamızın bir yerinde, ulaşamaz oluruz bir süre sonra. Ve başlarız inançlara tutunmaya, şükredecek zerreler bulmaya, kırıntılarla doymaya. Yine de şükürdür tabi edilecek dua. Aşkın bedduası olmaz ki hem. Kim ölmüş ki aşktan, aşkı yaşayamamaktan. Vazgeçme zamanı gelir, neden-lere neden bulmaya. Boşverirsin, eyvallah edersin, Hak’tan gelen haktır dersin, neden demeler, biter. Yeni bir nedensizliğe yol alırsın, bir adım atamadan arpadan filiz, başlarsın en sessiz halinle söylenmeye; “Neden?..” Ama artık soru değildir bu, bu kendinle savaşındır, harabelerden kaçışındır, yol alışındır, aşınışındır.

Nedensizlik bitiştir, kabul ediştir, vazgeçiştir. Her zaman ‘neden’leriniz olmalı, her daim koşturmalı akışın peşinden, bazen avunarak, bazen kanarak, doya doya içmeli nedenleri.