Sayın Devlet Bahçeli’nin, geçtiğimiz hafta yapmış olduğu grup konuşmasında; “Ne Abdülhamit Han’a sırt döneriz, ne Atatürk’e yüz çeviririz.” sözü üzerinden, Devlet Bahçeli’ye yüklenmeye çalışan, Cumhur İttifakı ile birlikte dümenini, HDP(KK) ve FETÖ’nün etki ajanlarının da içerisinde yer aldığı Millet İttifakı’na kıran gafiller, herkes Abdülhamit’e “kızıl sultan” derken, O’nu “Gök Sultan” olarak anıp, savunan Türk Milliyetçiliği Fikriyatı’nın tabutluklarda ve sürgünlerde yoğrulmuş kalemi, Hüseyin Nihal ATSIZ’a ne diyecekler?

“Sultan Hamid, kızıl değil "Gök Sultan"dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi ne de Türk Milleti bir şey kazanır.

Türkiye,dört tarafında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse suç onun değildir. Çünkü yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan alevleri içeri sokmamak için didiniyordu. Sokmadı da...”

Yukarıda tırnak işareti içerisinde vermiş olduğum bu sözler, Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Sayın Devlet Bahçeli’ye değil, inançları uğruna, talebesi Alparslan Türkeş ile dahi yollarını ayırarak, siyasete sırt dönen, Türk Milliyetçiliği Fikriyatı’nın omurga kalemi, Hüseyin Nihal Atsız’a aittir ve “Türk Tarihi’nde Meseleler” adlı eserinde geçmektedir.

Atsız ile yol ayrılığına düşen ve birbirlerine ziyadesi ile kırgın olan, hatta Atsız’ın cenazesine dahi iştirak etmekten imtina eden, Türk Milliyetçiliği Fikriyatı’nı siyasi zemine oturtarak, bunu da 9 Işık Doktrini ile destekleyen ve 51 yıldır Türk siyasi hayatında söz söyleme hakkına sahip olup, günümüzde ise fikirleri ile iktidar noktasına çıkmış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin seyrine yön veren, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmez bütünlüğünün teminatı Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurucu lideri ve ideoloğu Türkeş’ten mi vazgeçeceğiz, yoksa ömrünü Türk Milliyetçiliği Fikriyatı’na vakfetmiş, bu uğurda görmediği işkence, çile ve sürgün kalmamış olan Atsız’dan mı vazgeçeceğiz?

Hürriyet şairimiz, nazarımda İslam’ı en iyi yorumlayan şahsiyetlerden biri olan ve aynı zamanda vermiş olduğu mücadele ile “milli karakter” olarak anılmayı hak eden Mehmet Akif Ersoy, Abdülhamid için; “Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek, 
33 yıl bizi korkuttu 'Şeriat!' diyerek” gibi mısralar kaleme alarak ve çok daha ağır ithamlarda bulunan şiirler yazarak, Abdülhamid’i eleştirdi diye, Mehmet Akif Ersoy’dan mı vazgeçeceğiz, yoksa Abdülhamid’den mi?

1994 yılında, Milliyetçi Hareket Partisi’nin 4.Kurultayı’nın kapanış konuşmasında, Türk Dünyası’nın yolbaşçısı Alparslan Türkeş, Nâzım Hikmet’in “Kurtuluş Savaşı Destanı” başlıklı şiirinden dizeler okur ve herkeste soğuk duş etkisi meydana gelmesine sebep olur.

Bu konu, Hakan Akpınar’ın “Kurtların Kardeşliği CKMP’den MHP’ye” adlı eserinde daha detaylı bir şekilde işlenmektedir. Biz bu eseri baz alarak, merhum Türkeş’in zamanındaki yardımcısı, Rıza Müftüoğlu’na vermiş olduğu cevabı, buraya tarihi bir anekdot olarak, not düşüyoruz:

“Bölücü gruplar Türkiye'nin birliği ve dirliğini tehdit ediyor. Ben Nâzım'dan İstiklal Savaşı ile ilgili bu şiiri okuyarak Milli Sol'a mesaj veriyorum, onlarla yakınlaşmaya çalışıyorum. Bu şiir Milli Sol'a uzattığımız bir zeytin dalıdır. Milli olan bütün değerleri benimsiyoruz. Nâzım'dan şiir okumanın temel sebebi budur.”

Şimdi, Nâzım Hikmet aleyhinde, Ülkücü Hareket içerisindeki kalemlerin yazmış olduğu kitaplar ortada dururken, Türk Milliyetçiliği Fikriyatı’nı siyasal zemine oturtan Alparslan Türkeş’in, Nâzım’dan bir şiir okumasını yanlış bir şekilde ele alıp, bu noktada Türkeş’in karşısında mı konumlanacağız?

Türkeş burada, Milli Sol’u yanına çekmek için bir hamle yapmış ve kanaatimce başarılı da olmuştur.

Ayrıca, bilmeyenler için buraya not düşmekte fayda olur kanısındayım; Nâzım Hikmet, HDP(KK) çizgisindeki Kürtçüler nazarında, “İttihatçı-Kemalist İdeolojiden Kurtulamamış Sosyal Şoven TKP’nin Üyesi Bir Şair”olarak addedilmektedir.

Tabii ki tarihi şahsiyetler, doğruları ve yanlışları ile masaya yatırılır ve eleştirilmesi gerekiyor ise eleştirilir; lâkin hiçbir tarihi şahsiyet topyekün ne kötü, ne de iyidir. Bu konuda toptancı yaklaşımlardan kaçınmalı, iyi olanı ele alıp, gelecek adına dersler çıkarmalıyız.

Geçmiş ile kavga ederek değil, anlayarak, geleceği tayin edebiliriz.

Ayrıca, bir insan şahsiyet noktasında zirve iken, siyasal noktada zayıf da kalabilmektedir. Bu o insanın şahsiyetine nokta kadar zarar vermeyeceği gibi, şahsiyetli oluşu da siyaseten bir başarı olarak görülemeyecektir.

Kiminin bahtı yaver gider, kiminin bahtının ise talihi yoktur.

Buna en büyük örneği, Şehid-i Âlâ Gâzî-i Namdar Enver Paşa’yı gösterebiliriz.

Atatürk ile Abdülhamid üzerinden kavga çıkarmaya kalkmak, bizi ileriye taşımayacağı gibi, ülke olarak zorlu süreçlerden geçmiş olduğumuz bu günlerde, bizi geri atıp, kısır bir döngü içerisine sokacaktır.

Sayın Devlet Bahçeli’nin yapmış olduğu, iki ayaklı bileşen olan Cumhur İttifakı’nın önemli bir temsilcisi pozisyonundaki AKP’nin sinir uçlarından biri noktasındaki Abdülhamid üzerinden, AKP seçmenine ortak paydada buluşmanın her zaman daha yararlı olacağının, mesajını vermektir. Bu stratejik bir hamledir ve ittifakın daha da kuvvetlenmesi açısından, kayda değer bir harekettir.

Hem Peygamberler Efendisi, Hazret-i Muhammet buyurmuyor mu; “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.”diye.

O zaman bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız.

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ülkücü Hareket’in bir ütopyası hâline gelmiş olan, Alparslan Türkeş Üniversitesi konusunda, dev bir adım atarak, Adana Bilişim ve Teknoloji Üniversitesi’nin adını, Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi olarak değiştirdiği, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Cumhurbaşkanlığı makamı olarak bir Ülkü Ocakları ziyareti gerçekleştiren ilk ve tek Cumhurbaşkanı olarak, Ankara Çubuk Ülkü Ocakları’nı ziyaret ettiği, miting meydanlarında Türk Milliyetçiliği Fikriyatı’nın ideoloğu Hüseyin Nihal Atsız’dan şiirler okuduğu, atamış olduğu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile PKK terör örgütünün tepesine balyoz gibi indiği, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın; “İktidarın sistematik, tutarlı davrandığı tek konu HDP’ye baskısıdır.” dediği, HDP ve PKK’ın irtibat ve iltisakının gözler önüne serildiği günümüzde, itiraf niteliğindeki bizleri ziyadesi ile mutlu eden bu söylemin arşivlerdeki yerini aldığı, JÖH ve PÖH’ün FETÖ’den alınarak, Ülkücü Hareket’e teslim edildiği, Edirne’den Kars’a kadar ay yıldızlı bayrağımızın onurla ve gururla dalgalandığı bu günlerde, Sayın Devlet Bahçeli’nin böyle bir hamle yapmasını eleştirenler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır” sözlerini, okumuş ama anlamamış, idrak yolları enfeksiyonuna kapılmış, ihanet içerisinde değilse dahi gaflet içerisinde olan, fikri noktada sefalet içerisine düşmüş, Milliyetçi Hareket Partisi’ni; Milliyetçi-Mukaddesatçı çizgide değil de tüm kırmızı çizgileri ihlal edilmiş noktada görmek isteyen, iktidara gelmek için tüm değerlerinden taviz vermeyi değer edinmiş, şerefinden taviz veren, koltuk meraklılarıdırlar.

Tarihi şahsiyetleri ile tarihi ile kavga eden toplumlar, tarih yazamazlar! 

Bölgesel ve küresel güç olma yolunda, tüm prangaları kırarak, şaha kalkıp, kutlu yürüyüşe çıkmış olduğumuz bu günler, tarih ve tarihi şahsiyetler ile kavga etme zamanı değil, yeniden tarih yazma zamanıdır!

Velhasıl-ı kelâm, Atatürk de bizimdir, Abdülhamit de!

Yüce Türk Devleti’nin menfaatleri, bizim şahsi ve siyasi hesaplarımızın ve menfaatlerimizin, çok daha ötesindedir.

Dost da düşman da bunu böyle bilsin!

Ne diyor vatan şairi Namık Kemal:

“Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin!

Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten.”

Selâm, sevgi ve muhabbet ile...