Bazen aklımdan binlerce konu geçiyor köşeme taşımak için, hangisine değinsem diğeri küsecek diye ödüm kopuyor. Sıklıkla bizlere soruyorlar; işte efendim köşe konularını nasıl buluyorsunuz? Canım ülkemin her hali kafada ampul yandırmaya sebep. Her dakika insanlardan beslenebiliyoruz. Geçenlerde bir yazı okudum ülkenin sorunlarına ağlamaktan şahsi problemlerimi unuttum diyordu. Ülkece şuan o durumdayız şahsi karı koca kavgalarımızı, komşunun tabağını çatalını kıskanmayı, akrabaların aldığı yeni evi arabayı kıskanmayı bile unuttuk değil mi? Bu hafta tuşlara samimiyetsiz insanlar için vuruyorum. En sevmediğim ve insanlarla en çok anlaşamadığım noktadır.  

İzmir depremine yaklaşık 2 hafta olacak. Birçok haber sitelerine haberleri geçtik. El ele bir çok zorluğun altından kalkmaya çalıştık. Her ne kadar birçok ulusal platformlarda reklam yapmama adına röportaj vermek istemesem de yine ucundan ucundan sizlere o mücadeleyi göstermek istedim. Ben buyum ben şuyum demeyi sevmiyorum. Diyeni, kendini oraya buraya sahte kişiliği ile satanı hiç sevmiyorum. Şerefli bir geçmişimle, bastığım her adımın emin ve güçlü olmasını istiyorum. Romantik ve bilge bir şair... Memleket aşığı idealist bir gazeteci, Türk siyasetine damga vuran isim rahmetli Bülent Ecevit’inde dediği gibi: “Namuslu bir hikâyen varsa seni kimse satın alamaz."  Ben ölüp gittiğimde herkes beni namuslu hikâyemle ansın yaşarken de beni satın alamadan fesatlıktan kudursun istiyorum. Korkusuzca doğruya doğru yanlışa yanlış diye avazım çıktığı kadar hakkını vererek bağırıyorum. Kaybedeceğim ne varsa bu uğurda başım gözüm üstüne. Ben çok bina yıktım geri yaptım. Mecaz anlamda çok yıktım o apartmanları ruhumda hayatımda. Hiç gocunmadan sıvasını karıp, taşları elimle bir bir ördüm. Yön verdim temiz dünyama. Güneşe bakan o aydınlık pencerenin takılacağı yöne bile ben karar verdim. O yüzden hayatımda biten batan giden ne varsa dürüstlük uğruna sonuna kadar altından kalkmaya hazırım. Yine yaparım yine toparlarım ama asla el etek öpmem! Şerefe şeref, şerefsize şerefsiz! 

Geçtiğimiz günlerde yaşanılan İzmir depreminde birçok platformlarda satılık şahsiyetlerin ve kurumların yaptığı yardımları nasılda samimiyetsiz şov halinde pazarladığını izledik. Ne kadar çok samimiyetsizlerdi değil mi? Samimiyetsiz insan her yerde bellidir. İşine gelmeyen bir şey olduğunda direk ölü taklidi yapar. Göründüğü (görünmeye çalıştığı) gibi olmayandır. Yapmacıktır, sinsidir, küçük hesapların adamıdır. Mide bulandırır. Hatta şu an, bu tanıma uyan herhangi bir tanesi, bu yazıyı okuyorsa hiç üzerine alınmaz, öyle de pişkindir. En tehlikeli insan tipi.  Bazı insanlar vardır salt çıkarı için yatmayacağı çamur yoktur. Öylesinden gelecek olanları az buçuk kestirir, gardınızı alırsınız. Ama naif görünümlü iyi niyet elçisi profili çizenin sergilediği oyunda figuran olursunuz da fark etmezsiniz. Fark ettiğinizde ise tiyatro çoktan sergilendiğinden yapacak bir şeyiniz kalmaz. Kaderin kötü bir oyunu ki ben de bu duruma karşı yıllarca savaşıp kemiğimi kemirttirmeyenlerdenim. Bende dostluk, arkadaşlık, komşuluk, akrabalık ifadesi pek mühimdir. Çok yufka yürekli olduğum kadar bıçak gibi hayatımdan kesip atıp üzerine birde kahve içtiklerim çoktur. Bazı dostluklar ve akrabalıklar ne yazık ki karşılıklı samimiyetsiz çıkar ilişkisine dayalıdır. İki taraf arasındaki bu tür dostluğun dayanağı yok olunca, bu yakınlık, dostluk da biter. Hayatınızda eminim çok defa karşılaştığınız ve şahit olduğunuz böyle durumlarla karşılaşmışsınızdır. Benim ise aklıma çok meşhur olan bir Atasözümüz gelir. “ÖKÜZ ÖLDÜ ORTAKLIK BİTTİ”. Sahte samimiyetleri de bu atasözü ile bağdaştırıyorum. Aradaki yakınlığın dayanağı yok olduğundan, yakın­lık da kalmadı anlamında kullanılır. Meşhur Hikâyesi emsaldir. Sahte samimiyetler diye bir olgu var farkına varılması çok fazla sürmez. Zira her yaptığınıza tamam diyen, sürekli iş bitene kadar sizi övüp, yere göğe sığdıramayan adamdan kendini bilen insan ister istemez şüphe duyar. Sahte samimiyetler sizi yavaş yavaş yer bitirir. Öyle bir kanarsınız ki yıllar geçtiğinde yapayalnız kaldığınızda anlarsınız bunu. Çünkü artık çevrenizde kimse kalmamıştır. Son zamanlarda insanlar o kadar alışmışlar ki bu duruma, sahte samimiyet görmeyince rahatsızlık duyuyorlar. Ne yazık ki hayatın her alanına sıçramış bulunmakta bu davranış biçimi. Nabza göre şerbet verip, olacakları bekleyenlerin arkasına gizlendikleri duvardır. Fakat duvarda açılmış bir delik, görünenin arkasındakileri pek şahane gösterir. Tabi bu süreç içerisinde yaşanılanlar ve ardından gelen etkileri, adına tecrübe dediğimiz sıfata dönüşür. Sahte samimiyetler maalesef asrolan samimiyetlerinde üzerini kapar, tıpkı dört yanlışın bir doğruyu götürmesi gibi. Ama hayat işte? Her şeyin tadına ister istemez bakmalıyız değil mi? 

Samimiyet kavramını özellikle 5 yıldır şahsi hayatımda da yoğun bir şekilde tecrübe ediyorum. Nietzsche’nin diliyle kelamıma son vermek isterim: “Şunu da öğrendim onların (samimiyetsiz insanlar) arasında: öven geri verirmiş gibi davranıyor; oysa gerçekte, kendisine daha çok verilsin istiyor!”. Gerçekten de durum böyle, yani insanlar yaptığı övgünün sizden elde edecekleri bir çıkar olarak geri dönmesini istiyor; “acaba bunu nerede kullanabilirim, ne işime yarar, nasıl elimin altında tutabilirim” zihniyetiyle hareket ediyor. Ancak hayat galiba varoluşsal olarak biraz da böyle bir imtihan. Bu yüzden çok da üzülmemek, hatta belki alışmak gerek. Zira “İnsanlar arasında susuzluktan ölmek istemeyen, bütün bardaklardan içmeyi öğrenmelidir; insanlar arasında temiz kalmak isteyen, kirli suyla yıkanmayı dahi bilmelidir.”  Ve en mühimi de asla Onlar gibi olma! İnsanı en çok da 

"Samimiyetsiz samimiyetler..." yoruyor...