Anadolu ile Asya arasında tarihi bir yol üzerinde bulunan Musul, geçmişte önemli bir kültür ve medeniyet merkezi olduğu gibi yer altı ve yer üstü zenginliğiyle de bir çekim alanı olmuştur. İslamiyetten önce Asur ve Babil uygarlıkları, İslamiyetin yayılmasıyla birlikte Emevî ve Abbasî Devletleri burada kurulmuştur. Musul, Selçuklulara, Zengilere, Erbil Atabeyliği’ne, Karakoyunlu’ya, Akkoyunlu’ya ve Safevilere de yurt olmuş ve Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı toprağına katılmış ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde de bir Osmanlı vilayeti hâline gelmiştir. Musul, 19. yüzyıldan itibaren petrol yataklarıyla batılı ülkelerin dikkatini çekmeye başlamıştır.
1118’den itibaren bir Selçuklu toprağı ve 1517’den itibaren de bir Osmanlı vilayeti olan Musul, 1534’te vilayete dönüştürülmüş ve bu vilayete Musul sancağı, Bacvanlu, Tikrit, Eski Musul, Horan ve Bana livaları bağlanmıştır. Osmanlı-İran savaşları nedeniyle vilayet sınırında zaman zaman değişiklik olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nin kendi iç tasarrufu nedeniyle de vilayet yönetim biçiminde değişiklik yapılmıştır. Musul, 1850’de vilayetten mutasarrıflığa indirilmiş; 1878’de yeniden vilayete dönüştürülmüştür. Musul vilayeti, Musul, Kerkük, Süleymaniye Sancağı ve bu sancaklara bağlı kazalar ve nahiyelerden meydana gelmiştir.
İngiltere, bölgede egemenlik kurabilmek için bölge halkının Türkmenler, Araplar, Kürtler, Süryaniler, Keldaniler, Yakubiler, Nesturiler ve Ermenilerden oluşan etnik ve dinî yapısının çeşitliliğini kullanarak bölgede bulunan Müslüman ve gayrimüslimleri Osmanlı Devleti’ne ve birbirlerine karşı kışkırtmıştır.
Misak-ı Milli sınırlarımız içinde yer alan Musul ve çevresi petrol varlığı sebebiyle, İngiltere, Fransa, Almanya arasında rekabet konusu olmuş, bölge, 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması ile Fransa'ya bırakılmıştı. Nisan 1920 San Remo Konferansında Fransa, kendisini Orta Doğu'daki menfaatlerini desteklemesi sebebiyle, Musul bölgesini İngiltere'ye bıraktı.
 I.nci Dünya Savaşında yenilen Osmanlı 30 Ekim 1918’de Mondros ateşkes anlaşmasını imzaladığında Osmanlı toprağı olan MUSUL, İngilizlerin talebi üzerine İstanbul Hükümetinin 6.ncı Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa’ya “Musul’u tahliye etmesini” emretmesiyle, Osmanlı askerleri tarafından terkedilerek elimizden çıkmıştır.
Daha sonra, 17 Şubat 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında Misak-Milli sınırları içinde olduğu ilan edilen “Musul sorunu”, yeni kurulan Cumhuriyet Hükümeti temsilcilerinin katıldığı 1923 Lozan Konferansında da çözülememişti.
Bunun üzerine 19 Mayıs 1924 tarihinde Türkiye ve İngiltere arasında “İstanbul Konferansı” düzenlendi. Konferansta Türk tarafı Musul'un tarihi olarak daima Osmanlı toprağı kaldığını ve Birinci Dünya Savaşı sonunda da bu durumun değişmediğini, vilayetin nüfusunun üçte ikisinin Müslüman Türk ve Kürtlerden oluştuğu bu durumda tarihi, askeri ve etnik gerekçelere göre Musulun Türkiye sınırları içinde olması gerektiğini savundu. İngiliz tarafı Türk Devletinin isteğini kesinlikle reddetmesi üzerine İstanbul Konferansı dağıldı. Anlaşmazlık, Milletler Cemiyeti'ne götürüldü. Burada Türk tarafı İstanbul Konferansındaki tezlerini tekrarladı ve referandum yapılmasını istedi. İngiltere bölge halkının bilinçsiz olduğunu bildirerek plebisit isteğini de reddetti. İngilizlerin etkisindeki Milletler Cemiyeti de, bölgede yaşayan Türkmen ve Kürt nüfus çoğunluğu olduğu nedeniyle, azınlık haklarını korumak şartıyla İngiliz Mandası olan Irak Krallığına bırakmıştı. Musul’un elimizden çıkışının çok kısa tarihi böyledir. İkide bir Lozan’a laf edenlerin tarihi doğru okumaları ve bu gerçekleri bilmesi gerekir.
1924 yılında Mustafa Kemal (ATATÜRK) Musul'a asker göndermeyi ve bölgeden İngiliz'leri çıkarmayı planlıyordu. Ancak Doğu Anadolu'da ilk önce Nasturi Ayaklanması daha sonra Şeyh Said İsyanı çıktığı için harekât yapılamadı. Musul için hazırlanan kuvvetler çıkan isyanları bastırmak için görevlendirildi.
5 Haziran 1926’da yapılan ANKARA antlaşmasıyla da Türkiye ile Irak arasındaki sınır, Brüksel’de belirlenen sınır olacaktı. Türkiye, Musul üzerinde iddia ettiği haklardan vazgeçecek, çıkarılan petrol gelirinin %10’nu 25 yıl süre ile Türkiye’ye verilecekti.