MÜLKİYELİ ŞAİR SEZAİ KARAKOÇ

Abone Ol

Mülkiyeli şair, edebiyat ustası, filozof, Mülkiyeli Şairler Cemal Süreya, Ece Ayhan, Edip Cansever ve Turgut Uyar’ın en yakın arkadaşı, Sezai Karakoç’un elim kaybından bir yıl (17 Kasım 2021) geçti. Sezai Karakoç iyi bir Mülkiyeliydi. Mülkiyeyi bitirmiş, maliye müfettişi olarak görev yapmıştı. Mülkiye’de okuyan, mülkiye nefesini teneffüs eden birisinin, mülkiyenin temel ilkelerini özümsememesi mümkün değildir. Bunlar, Atatürk sevgisi, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık, insan hakları, hür düşünce ve fikir, sönmeyen bir meşale gibi vatan ve millet aşkıdır.

Karakoç, her fikir ve görüşün, serbestçe, çekinmeden her ortamda ifade edilip, tartışılmasını şiar edinmişti. Yaşamları boyunca hiç ayrılmayan, mülkiyeden arkadaşı Şair Cemal Süreya, “Sezai öyle bir insan ki, Karl Maxi, Nietzs’i, Che’yi, Rambrant’i, Dali’yi çok iyi bilir, Nazım’ın tüm şiirlerini okumuştur. Necip Fazıl, Mehmet Akif’le iç içedir, Sezai, derinliği inanılmaz, ulaşılamayan, çok yönlü bir fotoğraftır” der. Cemal Süreya ve arkadaşlarının adeta ikinci mekanı olan Hatay Lokantası’nın, kendisi de müdavimi idi. Üstadın vefatını takiben, yapılan yorumlar, her çevrenin Karakoç’u kendine yakın görmesi, bu Mülkiyeli ağabeyimizin, ne kadar çok yönlü olduğunu ispatlamaktadır. Mülkiyede, içine kapanık, romantik, aşık olduğu Mülkiye kıza duyduğu hisleri, sadece “Monna Rosa” gibi harika bir şiirle, terennüm eden biriydi. İşte o büyük aşk ve Monna Rosa;

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. 

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister. 

Ah senin yüzünden kana batacak. 

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Ulur aya karşı kirli çakallar, 

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.

Mona Rosa bugün bende bir hal var. 

Yağmur iri iri düşer toprağa,

Ulur aya karşı kirli çakallar.

Açma pencereni perdeleri çek, 

Mona Rosa seni görmemeliyim.

Bir bakışın ölmem için yetecek. 

Anla Mona Rosa ben bir deliyim. 

Açma pencereni perdeleri çek.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi, 

Bende çıkar güneş aydınlığına.

Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi. 

Seni hatırlatır her zaman bana.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar 

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar, 

Işıksız ruhumu sallar da durur.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların 

Bir nar çiçeğini eziyor gibi.

Ellerinden belli olur bir kadın, 

Denizin dibinde geziyor gibi.

Ellerin, ellerin ve parmakların.

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona. 

Saat onikidir söndü lambalar

Uyu da turnalar girsin rüyana, 

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.

Akşamları gelir incir kuşları, 

Konarlar bahçemin incirlerine.

Kiminin rengi ak kiminin sarı. 

Ah beni vursalar bir kuş yerine.

Akşamları gelir incir kuşları.

Ki ben Mona Rosa bulurum seni 

İncir kuşlarının bakışlarında.

Hayatla doldurur bu boş yelkeni. 

O masum bakışların su kenarında.

Ki ben Mona Rosa bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. 

Henüz dinlemedin benden türküler.

Benim aşkım uymaz öyle her saza. 

En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Artık inan bana muhacir kızı, 

Dinle ve kabul et itirafımı. 

Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı 

Alev alev sardı her tarafımı.

Artık inan bana muhacir kızı.

Yağmurdan sonra büyürmüş başak, 

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.

Bir gün gözlerimin ta içine bak 

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.

Yağmurdan sonra büyürmüş başak.

Altın bilezikler o kokulu ten 

Cevap versin bu kuş tüyüne.

Bir tüy ki can verir gülümsesen, 

Bir tüy ki kapalı geceye güne.

Altın bilezikler o kokulu ten.

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. 

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister, 

Ah senin yüzünden kana batacak. 

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Mülkiyeli Üstad Karakoç’u kendi kafalarında yarattıkları dünyada görüp, benimseyip, yorum yapanlar, bazen onu tutucu, muhafazakar gibi görenler yanılıyorlar. Karakoç kendine özgü tutum ve davranışlarıyla, taviz vermeyen eğilip, bükülmeyen bir nadide şahsiyetti. Onun “Diriliş” felsefesi, bazılarının görmek istediği gibi, yönelişlerin çok ötesinde, herkesin anlayamayacağı derinlikte, yeniden doğuş, yaratılış felsefesi ile bütünleşmiş, bir fikirler zinciri idi. Dinsel bir mevhum, tutucu bir diriliş başlangıcı asla değildi. İnsanlığın, neden dünyaya geldiğini, çağ ve toplum gereklerini esas olan, bir inanç, erişilmesi zor bir süreç, ideal, felsefesiydi. Sezai Üstad, davet edildiği toplantılarda, Mehmet Emin Yurdakul’un Vatan şiirlerin okurdu, zaten şiir okumaları, insanı mest eden, ruhunu yükselten etkideydi. Sezai Karakoç’un belki de büyüklüğü, her kesimin onun fikir, şiir ve felsefesinden, kendilerine bir pay çıkarması, kendilerinden biri gibi görmeleriydi. Ancak gerçek, Karakoç bambaşka bir şahsiyetti. Onunla konuşmak, sohbet etmek, büyük bir zevk, öğretici idi. Düşündüklerini açıkça ifade ettiğinden, bazen sert ve kırıcı idi! Kendisine tevdi edilmek istenilen bir çok ödülü, daveti reddetmişti! “Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik, çünkü biz” diyen Mülkiyelilerin, tüm edebiyat severlerin, tüm milletimizin başı sağ olsun. Mekanı diğer arkadaşları gibi cennet olsun.