Mülkiye’de ilk günlerimiz, haftalarımız... Bir laf dolaşıyor... “Yahu, Hüsün Mizan diye bir hoca varmış, herkesi çaktırıyormuş” Araştırıyoruz, büyük sınıflardaki ağabeylerimize soruyoruz. Gülerek anlatıyorlar. Mülkiye’ye girmek çok zordur, az sayıda talebe kazanabilir, ama mezun olmak daha da zordur. Zira “Üssü Mizan”  denilen, sınıf geçme süreci vardır. Yani imtihana girdiğiniz derslerin ortalaması 7 veya üstünde olmalıdır. Eğer bu ortalamayı tutturamazsanız, 7’nin altında olan derslerde, geçseniz bile tekrar sınava girmek mecburiyetindesiniz. Diğer bir deyişle, eğer bir dersten 5 aldıysanız, diğer bir dersten 9 veya iki dersten 8’er almanız gerekir. Yani Mülkiye’de geçme notu olan 5 işe yaramaz, meğer ki, ortalama 7 olsun... 

Mülkiye’de iyi derece 7’dir. 8 iyi, 9 ve 10 pekiyidir. Bir de bu meşhur Üssü Mizanı etkileyen, Şubat sınavı vardır. Şubat’ın sonunda belirlenen gün ve saatte, okula gelirsiniz, sınıflarda gruplar oluşturulur. Sabah 8’de tüm derslerden kura çekilir, Mülkiyeliler hangi dersi çektilerse, yarım saat içinde imtihana girerler. Hangi dersin çıkacağı belli olmadığından, siz bütün dersleri çalışıp, gelmek mecburiyetindesiniz... Hiçbir okulda olmayan bu sistem sonucu, Şubat imtihanında alacağınız not sene sonunda Üssü Mizan hesabına dahil edilecektir. Eğer 7’nin altında ise o açığı Haziran veya Eylül sınavlarında kapatmak durumundasınız. Eğer Şubat’ta diyelim ki 9 aldınız, 7’nin üzeri iki not kârlısınız... Şubat’ta yurt dışı seyahatine katılmıştık, derslere hazırlanmadan, Şubat Sınavına girdik. Sıfır alanlar, düşük not alanlar için 7 ortalamayı tutturmak çok zor olmuştu... Ben de bu yaşayanlardan biriydim. Yıl sonunda sonuçlar, sütunlu salonun İngilizce laboratuvarının yanındaki vitrinlerde asılırdı. Dışarıdan gelen birisi, derslerden hiçbir kırığı olmadığı halde “Üssü Mizandan kaldı” cümlesini görünce, herhalde çok şaşıracaktır... Kırığınız yok, ama çaktınız.. (Çakma kelimesi, Mülkiye lisanında sınıfta kalmak demektir.) Üssü Mizandan çakan bir çok Mülkiyeliye “yahu, kırığın yok ama çaktın Üssü Mizan kalkmalı mı?” diye sorsanız, cevap “Üssü Mizansız Mülkiye diğerlerine benzer” diyecektir... 

Bizim dönemlerde Mülkiye’ye sadece 150 kişi alınırdı. Bunların 1/3’de birinci sınıftan, ikinci sınıfa geçemezlerdi. Daha sonra hükümetlerin baskısı ile 250 ve 400 kişi alınır oldu. Gene de çok güçlü hocalarımız olduğundan iyi yetişme sorunu olmadı. Ama bana sorarsanız, artan öğrenci adedi, hele bizim kaldığımız yurtların sınıfa çevrilip, okulun arkasına devasa bir yurt binası yapılıp, oraya taşınılması ile Mülkiyelilik ruhundan bazı hususların eksilmesidir...

Mezuniyetten sonra gittiğim LSE’den dönmüş DPT ve Hariciye imtihanlarına hazırlanıyordum. (DPT oldu). Hasan Aşkan isminde Mülkiyeli bir kardeşim “Ağabey, ben bir süre yokum, benim odamda kalabilirsin” dedi. Yeni yurt bizim kaldığımız koğuşlar gibi değil modern 2 ve 4 kişilik odalardı. Yurda girişte, sol tarafta erkekler, sağ tarafta da kızlar kalıyordu. Bizim dönemlerde, Mülkiyede fazla kız öğrenci yoktu, zamanla kızların sayısı arttı. Yeni yurdun cafe ve kafeteryasında, Mülkiyeliler, kızlı-erkekli, uygar biçimde otururlar, konuşurlar, sonra herkes kalacağı odaya giderdi. Asla kötü bir tavır, davranış yoktu. Zaten flört edip, anlaşanlar evlenirlerdi. İşte Mülkiye böyle çağdaş, medeni bir ocaktı. Bu süreçte ben de yeni yurdun yaşamına malik oldum. 

Mülkiye’den söz ederken, Ankara, Konur Sokak’ta bulunan Mülkiyeliler Birliği’nden bahsetmemek olmaz. Kendisini Mülkiyelilere adayan, teklif edilen önemli görevleri, bu yüzden geri çeviren Ayhan Açıkalın ağabeyimizin, parasal sıkıntılara rağmen Mülkiyeliler Birliği’ne kazandırdığı 3 binadan oluşan, Mülkiyeliler Birliği’nin yemek yenen, içilen, bahçesi çok meşhurdu. Her görüşten Mülkiyeliler, dostları, yazarlar, şairler, çeşitli kuruluşlardaki önemli görevlerde bulunan Mülkiyeliler, bu mekanda keyifle buluşurlar, o dönemde işletmeci olan, herkesin tanığı, Medet Usta’nın, mezelerini, yemeklerini yerler, içerlerdi. Mülkiyeliler Birliği’ni adeta kuran, Türkiye’ye yaygınlaştırma adımlarını atan Sevgili Ayhan Ağabey’i, rahmetle, özlemle, saygı ile anıyorum. 

Mülkiyeliler o kadar revaçtaki mezunlara yer kalmadığından, bir ara sadece Mülkiye son sınıf talebelerinin girmesine izin veriliyordu. Zaman zaman giderek eskiyen, Mülkiyeliler Birliği binalarının yıkılarak, çok katlı yeni bir bina inşası gündeme geldiyse de (Sınıf arkadaşımız Prof. Dr. Alpaslan Işıklı dönemi), yeni inşa edilecek binaya başkalarının gelmesi, en önemlisi o vazgeçilmez bahçemizin, yok olması endişeleri ile geri kalmıştır. Tipik Mülkiyeli, Anadolu’nun değişik bölgelerinden gelen Mülkiye’de kaynaşan, çoklukla mütevazi, memur ailelerinin çocuklarından oluşan, çalışkan, fedakar, vatansever, Atatürk’e candan bağla, mezun olup hayatını alın teri, dürüstlük, namusu ile kazanan, parası olmayan, bir ev, bir araba belki de ömrünün sonunda bir kooperatiften yazlık ev hayali ile yaşayan, Vali, Kaymakam, Büyükelçi, Maliyeci olsa da emekliliğinde, emekli maaşı ile zorlukla geçinebilen bir idealist insandır...